Şehit haberleri gelmeye devam ediyor. Biz bu satırları yazarken, jandarma karakoluna yapılan hain saldırının ayrıntıları kesinleşmeye başladı. Kesinleşen bilgilerden biri de şu: Yeryüzünün en alçak düşmanıyla imtihan ediliyoruz. Sorular çetin.
Soy bir, huy bin. Bütün bu kötü huylar nereden ve nasıl alındı? İslâm topraklarında, bu kadar din düşmanı ne zaman yetişti? Bir soru daha:
Onları tanıştırıp buluşturan, aynı kelimelerle konuşmalarını sağlayan? Biri taziye için Rusya'ya gidiyor, diğeri Rus basınına demeç veriyor. Dilleri var, dilimize benzemez. Her ikisi de ülkemizin 'terör devleti' olduğunu söylüyor. Yazık.
Yıllardır birbirinin kopyası olan haberleri okuyor, seyrediyoruz: Terör örgütü köşeye sıkıştırıldı, dağılma sürecine girdi, bunlar son çırpınışları, artık bitirildi vs. Hiç ara vermeden bombalanan dağlar, kamplar ve geçiş noktaları.
Belki de ilk defa, bir terör örgütü bu kadar geniş toplumsal taban buldu. 'Dış mihraklar' bahanesine / tesellisine sığınmak, karanlığı aydınlatmaya yetmiyor. Peki, ne yapılabilir?
Evvela kendi duruşumuzun altını çizelim: Türkiye, bütün partilerin ve kişisel menfaatlerin üstündedir. Buna böyle inanmayan, arkadaşımız olmaktan çıkar. Hangi arkadaş? “Yurduma alçakları uğratma sakın" hitabına muhatap olan o güzel arkadaş!
Şunu da söyleyelim:
***
Hep maddî kalkınmadan, bölgesel yatırımlardan bahsediliyor. Diyoruz ki, bunlar olsun, olmalı.
Asıl yapılması gereken, manevî hamlelerdir. Maddî yükselişin yanına muhakkak manevî derinleşmeyi de koymalıyız. Aklın yanına kalbi. Rakamların yanına harfleri.
Cemil Meriç'in not defterimde kalan bir sözü: “Önce kaybolan hafızamızı yeniden kazanmak zorundayız. Kimiz? Neyiz? Hangi tarihin çocuklarıyız?"
Elimizde olmayan nedenlerden dolayı büyük bir hafıza kaybı yaşadık. Hepimiz olmasa da, hatırı sayılır bir kısmımız aslını unuttu.
Bende aziz hatırası olan bir kitaptan bahsederek bu bölümü kuvvetlendirelim. Asaf Hâlet Çelebi'nin Defter-i Meşâhir'i. 'Kitabın' heyecan verici bir serüveni var. Asaf Hâlet, çağının / hayatının kıymetli şahsiyetlerine yazdırmak için defter tutuyor. Yıllar sonra bu defter bulunuyor ve İsmail Kara, Nedret İşli, Yusuf Çağlar tarafından yayına hazırlanıyor. Defterde yazısı olanların fotoğrafları temin ediliyor, biyografiler ekleniyor. Kitabı okurken dikkatimi çekmişti. Bazı isimlerin doğduğu sene biliniyor, öldüğü bilinmiyor. Ne zaman vefat etmiş?
Bu derin sessizlik, Osmanlı Devleti ile Türkiye Cumhuriyeti arasındaki kopukluktan kaynaklanıyor. Örneğimizi birçok alana yayabiliriz. Türkler ve Kürtler dâhil.
Evet, acı kopuş. Mesela Selahattin ismi, millete ve ümmete dün neyi çağrıştırıyordu, bugün kimi hatırlatıyor?
***
Tamam, katillerle masaya oturmayalım. Silah doğrultana elimizi uzatmayalım. Dirayetimiz devam etsin. Terörle mücadelemiz sürsün.
Fakat 'mücadele' bahsini açmamız şart. Yazıya başlamadan evvel sosyal medyaya biraz baktım. İnanılmaz yalanlar, ifadeler, görüntüler. Sadece aklı değil, kalbi de karıştıran yüksek sesli yayınlar. Öncelikle, kara propaganda yoluyla gençlerin kandırılmasını önlemek / engellemek gerekiyor.
Kuşkusuz çok şey yazılabilir, söylenebilir. Onlar da başka bir yazımızın konusu olsun. Şimdilik bu. Çünkü fitnenin çıktığı, fenalığın yayıldığı ana kaynak orası.
Artık bitirelim.