Babalar kızlarına, kızlar da babalarına düşkün olur. Kendi ailemden biliyorum bunu. Dört kızdan sonra doğdum ve yine dört kızdan sonra oğlum oldu. Yüksek kader diyelim.
Annem, belki yarım asır evvel, şunu sormuştu bana:
Artık biliyorum. Yani bir fikrim var.
Geçenlerde, sevdiğimiz bir kardeşimizin babası vefat etti. Teselli için kendisini aradım. Fakat benim babam hayatta. Dolayısıyla bu acının, kaybın nasıl bir şey olduğunu bilme imkânım yok. Kitaplardan yahut başkalarından öğrenilecek bir bilgi değil bu. Bilmek için ne yazık ki yaşamak gerekiyor. Elbette üzülüyoruz. Öte yandan, oluşan boşluğu tam mânasıyla kavrayamayız.
Başka insanların kayıpları hakkında çok fazla konuşuyoruz.
Konuşamamak ve yazamamak olur. Bunları fazlasıyla yapıyoruz maalesef. Demek ki diyorum…
Çocukluğumun en kuvvetli hatıralarından biri. Hiç unutmuyorum. Yaz tatili için köye gitmiştik. Yedi veya sekiz yaşındaydım. Bahçede ateş yakıldı. Kuru bir gübre parçasını ateşe attım. Dedem, yaşından hızlı davrandı. Hiç tereddüt etmeden çıplak elini ateşe soktu. O gübre parçasını közün, alevin içinden çıkardı ve bir köşeye bıraktı:
Merhamet işte buradan başlıyor. Mesela:
Yangında hayatını kaybeden kız çocukları üzerinden insanların birbirine saldırmasına ve kinlerin ortaya dökülmesine şahitlik ettik. Bu da başka bir acı kayıp değil midir?
***
Her anne - baba çocuklarının güzel olmasını, iyi bir evlat haline gelmesini ister. Kim istemez?
Hep 'dışarısı çok kötü' diyoruz. Peki, içerisi nasıl? Sırasıyla: Gönlümüz, evimiz, muhitimiz, camiamız.
Nice büyüğümüz bizi yumruklarıyla sevmiştir. Oysa candan bir bakışa razıydık. Onu dahi bulamadık onlarda.
Şimdi hep beraber çocuk yetiştirmekten, bir nesil oluşturmaktan bahsediyoruz. Marul veya tay yetiştirir gibi. Büyütmek daha doğru. Hatta beraber büyümek. Çocuklarımızla birlikte büyümüyor muyuz? Yetiştirmek, verim almayı da yanında getiriyor. Sonrası malum. Küçükler yarışıyor, büyükler kazanıyor.
Dokunaklı fedakârlıklarla, derin bir özenle, yüksek bir itinayla büyüttüğümüz çocuklarımızı dünyanın tehlikelerine karşı yeterince koruyabiliyor muyuz? Daha öz olsun sorumuz:
Korumak, sevgiden de önce gelir, gelmelidir. Misal: Yeni aldığımız bir kitabı veya kalemi düşünelim. İyi koruduğumuz takdirde, yirmi sene sonra da okuruz, yazarız. Koruyamazsak şayet, sevgimiz fayda sağlamaz.
Aladağ'daki yurt yangını. Halep ve Arakan'da yaşanan kıyım. Milletin ve ümmetin çocukları ziyan olup gidiyor. Gözlerimizin önünde. Her birine bir karşılık yazalım: İhmal, dirayetsizlik, çaresizlik.
***
Çocuklar önce anne ve babaya, sonra millete emanettir. Çocuklarla beraber bereket verilir. “Emanet nedir” diye sormayacağım. İnanıyorum ki, bilmeyen yoktur.
Emanet bahsiyle devam edelim.
Biz İslâm'ı seçmedik. İslâm bizi seçti. Allah'ın lütfuna mazhar olduk. Bundan daha izzetli ve iffetli başka bir şey var mıdır? İslâm, insanın ta kendisidir. Bu yüzden 'İslâmiyet ve İnsaniyet' diyoruz.
Bizim birinci işimiz İslâm kalmaktır.
Böylece emanetin kapısına iki kez varmış oluyoruz. Özellikle kız çocuklarına bu pencereden bakıyorum.
Erkekler dünya meşgalesi ve rızık telâşesi içinde dağılıp gidebiliyor. Kız çocukları büyüyor; abla oluyor, anne oluyor. Bize de çeki düzen veriyor, sahip çıkıyorlar.
Bugün burada bitirelim ve çarşamba günü kaldığımız yerden devam edelim. İnşallah demeyi unutmadan.