Kürt düşmanı değiliz ve olamayız. Memleketin, milletin, ümmetin dostuyuz yalnızca. Dostluğun gereği neyse onu yaparız. Dostluk, bazen tavır almayı gerektirir. Bundan kaçınmayız.
Bir gelişmenin veya sorunun yok hükmünde sayılması, onu geçersiz kılmıyor, ortadan kaldırmıyor.
Benzer bir siyaset topraklarımızda da uygulandı, uygulanıyor maalesef. Hep yazdık ve uyardık. Gözümüzün önünde birçok şehrimizin etnik yapısı değiştirildi. Yol yapmakla yetindik.
Fırsatlar ertelenmez. Ertelerseniz ne olur? Güney sınırlarımızda işte bunun cevabını yaşıyoruz.
Daima yanında olduğumuz, yardım ettiğimiz kimseler günün birinde karşımıza geçebilir. Nankörlük, bazı kimselerin mesleğidir, fıtratıdır. Başka türlü davranmak elinden gelmez ve değişmez. Tek ‘işi’ odur.
Ona yapılan iyilikleri ‘vazife’ olarak görür. Zor zamanında yanında bulunmanızı ‘mecburiyet’ şeklinde yorumlar. İlk fırsatta size ait olana da göz diker. Bakınız: Kuzey Irak kaynaklı haritalar. Bu haritalar bize ne söylüyor? Hangi tehlikeyi haber veriyor? ‘Hayal’ deyip geçebilir miyiz?
Bir adım ileriye gidelim: Diyarbakır Askeri Cezaevi’nden Ulucanlar’a kadar 12 Eylül döneminin icraatlarını ve acımasızlığını biliyoruz. Kimin sebep olduğu da aşikâr. Doksanlı yıllara hep beraber şahitlik ettik. Faili meçhul cinayetlerin ve hak ihlallerinin en yoğun yaşandığı dönemlerden biriydi. Siyasi sorumlusu belli. Onlara “diktatör” demeyenler, kime diyor? Mevcut on haktan sekizini kendilerine veren insana. İnsafın ve hakkaniyetin uzağına düşmek başka nedir?
Türk demenin maliyetini biliyoruz. Üstelik bu maliyet sürekli artıyor.
Rüzgâra ayak uyduranların unuttuğu veya bilmediği bir durum var: Rüzgâr, önünde sonunda her şeyi toprağın altında bırakır.