|
Dokuz Aykut ile son ütücü Nuran’ın tahmin edilebilir aşkları

Bir vakitler kulağımıza çalınmıştı da oradan biliriz bu acıklı hikâyeyi. Aslında hikâyenin kendisi acıklı değil de sonu biraz buruk.



İstanbul, İstanbul iken Sütlüce'nin dokuz numarası olarak oynarmış Aykut. Futbolcu olduğundan, futbolu iyi oynadığından değil. Mahallenin güzel abisi olduğundan… Takımda top oynayan bebeleri hem sahada hem saha dışında türlü belalardan, türlü kötü huylardan korumayı bildiğinden…



Takıma her sene yeni bir dokuz numara gelirmiş aslında. Böyle şık çalımlar atan, ille ayağa oynayan, gol yollarında bitirici çok adam gelip gitmiş Sütlüce'den. Ama takımın bebeleri yeni gelene oynamamışlar hiç. Adamın koşu yoluna top atmak, uygun durumda pas vermek şöyle dursun hayattan bezdirmişler tez vakitte ki Aykut abileri formayı yine geçirsin sırtına. Bebelere 'la size sert dalan olursa söyleyin' cümlesiyle güven versin, 'yüreğinizle oynasanıza ulan, Allah'ın Çeliktepe'sine mi verecez maçı?' diye çemkirsin, galip gelince prim olarak 'hadi doğru benim dükkâna' desin.



Hah. Orasını söylemedik. O vakitler yaşı şöyle böyle otuza dayanan Aykut'un baba yadigârı küçümen bir pastanesi var. Askerden geldi geleli tezgahın arkasında mütevekkil oturur, rızkını kovalar.



'Anası yok babası yok bir garip uşak' diyerek kendilerine Aykut'u baş göz etmeyi vazife bellemiş mahalleli teyzeler birliği üç günde bir toplanıp fukara keşkülü yeme bahanesiyle dükkâna hücum ederler. Laf döner dolaşır, teyzelerden birinin gördüğü, ille de 'kar beyazı' ille de 'nar tanesi' bir kıza gelir. Aykut her seferinde gülümseyerek 'çayları tazeleyeyim mi, ikramımdır ha' deyiverir işin içinden sıyrılmak için.



Derdini kimseye dökemez Aykut. Bazı geceler, Alibeyköy sırtına çeker Doğan görünümlü Şahin'ini, açar dört kapıyı, takar teybe Müslüm Babayı, bir çeşit vecd halinde 'Esrarlı Gözler'i dinler belki yirmi, belki yirmi beş kere.



Amma eve gece kaçta dönerse dönsün, sabah altı buçuk dedi mi geçer tezgahın arkasına. Duvardaki saattedir gözü. Saat yediyi vurunca kapıdan Nuran girer çünkü. 'Hayırlı işler Aykut abi' der, biri peynirli biri sade iki poğaça alır, parayı usulca bırakır, 'babamın da çok selamı var' deyip geldiği gibi, bir güvercin sessizce yürüyor gibi, bir bal kaşıktan usulca sızıyor gibi yürür gider işine.



Dedik a 'İstanbul İstanbul iken' diye. Meselenin ek yeri tam da orası.



Aralarında beş yaş var Nuran'la Aykut'un. Evlerinin bahçeleri bitişik… Aykut, tam ne vakit olduğunu hatırlıyor olan bitenin. O günden altı yıl, dört ay, yirmi sekiz gün önce, ikindi vakti dükkanın önünde oturmuşken karşıdan yürüyüp gelen Nuran'ın yüzüne köprüden süzülen güneşin nasıl da süzüldüğünü, Nuran'ın o usul usul yürüyüşüne nasıl da birden hayranlıkla dalıp gittiğini, ardından kendisine kızıp yüksek sesle 'höst ulan höst, neredeyse elinde büyümüş bir kız, halini hiç beğenmiyorum Aykut' diye kızdığını, içerden seğirtip gelen çırak 'bana mı seslendin ağbi' dediğinde bir kabahat işliyormuş da yakalanmış gibi hissettiğini… Bütün detayları bir bir hatırlıyor Aykut. Nuran'ın aldığı bütün poğaçaları, haftada bir kapıyı çalıp 'Aykut abi, annem kirlilerini versin Aykut abin dedi, çamaşır günü de' deyişlerini, her birini.



'Keşke hatırlamasam' diyor her seferinde, 'keşke unutmanın bir yolu olsa.'



Yok.



'Yarın sabah dükkanın kapısından girip de 'hayırlı işler Aykut abi' dediğinde 'gavur musun, yetiş ki bittim' desem, yüzüme boş boş baksa, iki limonata doldursam hemen, masaya oturtsam, ben az desem o çok anlasa' diye geçiriyor aklından her gece.



Yapamıyor. 'Yapamam' diyor. Hadi Nuran 'olur' dedi, ya peki baba dostu Muhittin abi 'ulan teres, demek sen yıllardır sana abi diyen kızıma…' diye başlasa söze ne yapmak icap eder? Kaldırıp kendini Boğaz Köprüsü'nden atmak icap eder. O lafı duyup da yaşamaya nasıl devam edebilir insan?



Altı yıl, dört ay, yirmi sekiz gün böyle böyle erimiş işte.



Sonrasını merak ettiniz değil mi? Eh, sanki çok önemliymiş gibi, sonrasını da anlatalım bari.



O gün, çalıştığı atölyenin makastarı Ahmet'le çıkıp gelmiş pastaneye Nuran. Nişan merasimleri için 8 kilo tuzlu, 8 kilo tatlı kuru pasta sipariş etmişler. 'İstersen yaş pasta da keselim' demiş Ahmet ama Nuran tok gözlü kız tabii. 'Ne gerek var masrafa. Kuru pastayla çerez yeter de artar bile' demiş.



'Allah mesut etsin Nuran' demiş Aykut, 'yaş pasta benim sana nişan hediyem olsun.'



Geçti mi merakın? Beğenmedin mi yoksa sonunu? İstanbul, İstanbul olmasaydı farklı biterdi belki. Ama İstanbul, İstanbul'ken bu hikâye böyle biter. Dokuz Aykut whatsapptan ilan-ı aşk edip 'abi deme Nuran, lazım olur' diyecek değil ya.


#İstanbul
#Hikaye
7 yıl önce
Dokuz Aykut ile son ütücü Nuran’ın tahmin edilebilir aşkları
Tevradî bir mitin Kur’anî bir kıssa ile tashihi
i-Nesli anlaşılmadan siyaset de olmaz, eğitim de…
İç talebe ilişkin öncü göstergeler ilave parasal sıkılaştırmaya işaret ediyor!
Enerjide bağımsız olmak
Târihin doğru yerinde durmak