|
Musa’nın geçileri

Babası o yaz başı Musa'yı karşısına alıp dedi ki 'bak oğul, biz Yörüğüz. Kara Oğuz soyuyuz. Bize adam gerek. Beşe kadar okuduğun yetsin bitsin. Gayrı geçileri sana yazıverdik.'



Okumayı severdi Musa. Lakin bubasını daha çok severdi. Hem sevmese ne olur? Dağ gibi adamdı bubası. Adıyla sanıyla Yürük Goca Mustaa. Lafını ikiletmek, sözünün üzerine söz kondurmak hiç olmazdı.



O akşam serin yayla rüzgârının çadırın içinde bir boşluk bulup çıraların alevini oynattığı sıra içine bir sıkıntı çöktü Musa'nın. 'Deh' dedi gitmedi, 'çık' dedi çıkmadı. Bir yanı diyor ki 'çadırımızın geçisi. Ben gütmesem bubam güdemez. Bala kim bakacak? Adam tutmayla davar üremez. Mecburum.' Ama yanı öbür yanı? Öbür yanı çıranın üstündeki alev gibi yanıyor ki ne yanma. Öğretmeni geliyor aklına. Ne dediydi takdirnameyi verirken bakalım. 'Musa, zehir gibi talebesin. Seni çok büyük yerlerde görmek istiyorum' demedi miydi?



Tekmili 38 geçiynen bi köpek, bi de üzeri çaprazına işli bi kepenek. 'Bırrrh, bırrh' diyerek obadan çıkardı hayvanları. Gören 'maşallah len, bin yılın çobanı gibisin' dedi. Sarabasan düzüne kondurdu hayvanları. 'Hele yayılsınlar' deyip çöktü çınarın dibine.



Çınarın dibine çökmesiyle geceki sıkıntı da gelip çöktü göğsüne. Ne dediydi bakalım Ayşen? Bi dakka. Ayşen dedi mi sade bi dakka düşünmeyle olmaz. Sağlamından yarım saat dalıp gidecen ki Ayşen'in Ayşenliği belli olsun. Mavili kırmızılı pabuçlarını bir görseniz Ayşen'in vallahi Musa'ya siz de hak verirsiniz. Ne dediydi bakalım? 'Musa, beni Şehit Kamil'e yazdıracak babam. Sen de oraya yazılsana. Birlikte çalışırız derslere' demedi miydi?



Akşam alacasında anasıyla geçileri sağarken fısıldayıverdi. 'Ana' dedi, 'oh tatlı anam. Bi konuşsan erinle. Bu çipil okumak istiyor desen. Şehit Kamil'e gitmek istiyor desen. Okumayınca hiç olmaz desen. Bugüne bugün Zülfikarına kurban olduğum Ali bile 'bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum' demiş desen. Çalık imam bile Cuma hutbesinde 'hiç bilenle bilmeyen bir olur mu?' diyor desen. Erinle bi konuşsan.'



Anası hiçbir şey demedi. Hızlı hızlı süt sağmaya devam etti. Helkeye 'cız cız' çarpan sütlerin sesinden gayrı ses kalmadı. Musa'nın sıkıntısı geçmedi.



Bir on beş böyle geçti. Musa her sabah çaprazına işlemeli kepeneği giyip eline sopasını alıp cebine söğüt dalından yaptığı düdüğü koyup geçiye gitti. Sarabasan düzünün ortasındaki çınarın dibine çöküp sıkıntıyı konuk etti göğsüne.



Rengi dumana dönük, hiçbir geçiye benzemez gösterişli bir teke vardı sürüde. Onu seyrederken dökülüverdi dudaklarından ilk dörtlüğü: 'hey benim duman tekem / keçesi yaman tekem / benim derdim pek büyük / derdimi kime dökem'



'Vay babanın şarap çanağına… Sende şairlik de mi varmış Yörük Musa? Kimseye deme de kendine güldürme' dedi kendi kendine. Sonra kocaman bir kahkaha attı ki Sarabasan düzü çınıladı.



Kahkaha atmayla olmuyor ama. Musa sonraki gün, ondan sonraki gün, daha sonraki gün hep şiir söyledi. 'Sarabasan düzünde / geçilerim içinde / Ayşen aklıma düşer / pabuçları düşümde'



Sonra mı? Sonrası şöyle. Goca Mustaa yazın sonunda Musa'yı Şehit Kamil Ortaokulu'na yazdırdı. İlk gün uçar gibi gitti Musa okula. Baktı ki Ayşen yok. Öğrendi ki Ayşen'in olmaz olası babasının tayini çıkmış da Ayşen uçup gitmiş Balıkesir'e.



Aradan 10 yıl geçti. Musa, okuduğu üniversitesinin yaz tatilindeydi. O gün obadan kasabaya inip de kırtasiyede Mavera'yı görünce heyecandan ne edeceğini bilemedi. Sayfaları hızla çevirdi. Adını gördü. İnanmadı. Kendini çimdikledi. Yok yok. Adıyla sanıyla şiirini yayınlamıştı Cahit Bey.



Elinde Mavera, usul usul obaya yürürken şiiri çok sevdiği geçilerine ithaf etmediğine hayıflandı. Aslında hayıflandığının ne olduğunu çok iyi biliyordu elbette. Ama kendisine bile itiraf edemedi bunu. Serde mahcupluk ve de Oğuzluk vardı. 'Mahcupluk ve Oğuzluk kaderdir' diye fısıldayıverdi Sarabasan düzüne doğru.


#Musa’nın geçileri
#Yörükler
7 yıl önce
Musa’nın geçileri
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…
Direniş meşrudur, tükür kardeşim
Columbia’da ‘Filistin’le Dayanışma Çadırları’