Devri Osmanlı'nın en sıkıntılı yıllarıydı. Ortadoğu'da, Balkanlarda, Kafkaslarda isyan, kaos, ayrılma, ihanet ve acı bitmiyordu.
Tahta 2. Mahmut geçer. Osmanlı padişahları içinde en reformcu, en yenilikçi, ama en çok sıkıntıyla uğraşan sultanıydı. Dağılan imparatorluğu bir arada tutmak için her şeyi yapıyordu.
Ancak 31 yıllık iktidarı boyunca, ne batının saldırısı durdu, ne savaşlar, ne imparatorlukta karışıklıklar bitti. Derdi deryaları aştı, sonunda veremden hayatını kaybetti.
O bunalım günlerinde der ki,
Herkes yola revan olur, ahali seferber olur. Yüzük ustaları der ki, 'bu sözü bulmak bizim haddimize değildir, bu bilgelerin, alimlerin işidir'.
Bilgeler der ki, 'biz tek sözle hem umutsuzluğu, hem mutluluğun rehavetini giderecek, hem de yüzüğe yazılacak kadar kısa bir sözü bulamayız. Bu şairlerin, ediplerin işidir.'
Şairler, edipler, güftekarlar, alimler, şeyhler ne kadar ilimle, sanatla, kitapla, kalemle işi olanlar uğraşmışlar, yazmışlar, çizmişler, padişahın huzuruna çıkarmışlar. Lakin hiçbirini beğenmemiş Sultan Mahmut.
Nice ademoğlu uğraştıysa olmamış, bilememiş, bir yüzüğe söz yazamamış.
Bir gün İstanbul'a bir derviş gelmiş. Diyar diyar gezer, gönül erlerinin, irfan sahiplerinin, hikmet ehlinin izlerini sürermiş. Sırtındaki heybesinde bir azığı yokmuş ama gönül heybesi, yedi iklim Osmanlı'nın, Diyar-ı Rum'un ve dahi, Hicaz'ın, Bilad-ı Şam'ın topraklarından topladığı irfan ile doluymuş.
Demişler ki, 'ey derviş, hoş geldin. Sultan Mahmud'un bir isteği vardır. Nice alimler, bilgeler, şairler, edipler bulamadı bir çare. Senin heybende bir çare var mıdır buna?'
Derviş, onca yıllar, onca diyarda, onca insanda gördüğü, yaşadığı ve hikmetine nail olduğu gönül gözünü açmış, diğerini kapatmış. Ve heybesinden birikmiş tüm hikmet, bir sözle dışarı çıkmış: “Bu da geçer ya HÛ”
Duyanlar büyülenmiş. Bu sözü alıp, Şeyhul Hattatin
'nin yanına koşmuşlar. Demişler ki, 'öyle bir yazı yaz ki ey hattat, sulatanlar, vezirler, derdi olanlar, yokluk çekenler, umutsuzluğun pençesine düşenler ve dahi varlık içinde yüzüneler ve illa ki gücün, kuvvetin rehavetine kapılanlar gördüğünde kendine gelsin. Yedi iklim padişahının yüzüğüne yazılsın, hiç unutulmasın.
Alim, bestekar, şair ve gönül ehli Kazasker Mustafa İzzet Efendi, kamışını mürekkebe daldırıp, aharlı kağıda döküvermiş sözü. Celi sülüs istif tarzında, bir de farsça yazmış.
İstifi, ustalar yüzüğe işlemiş. Sultan Mahmut yüzüğü almış ve sözü okumuş:
O günden sonra, o yüzüğü hiç parmağından çıkarmamış. Derdi olduğunda, acıları arttığında, sıkıntıları çoğaldığında bunu okumuş. Zaferler kazandığında, neşesi arttığında, tahtının keyfine vardığında bunu okumuş.
O söz, şairlerin, ediplerin, bilgelerin, dervişlerin ve gönül ehlinin en sevdiği söz olmuş. Hattatlar bu sözü en güzel şekillerde yazmış. Müzehhibler en güzel süslerini bunun etrafına işlemiş. He duvara asılmış, her kulağa küpe olmuş, her gönle tesir etmiş. Bugün hala Kazasker İzzet Efendinin o istifi duvarlarda asılıdır.
Bugün nice gönlü daralmış, umutsuzluğa kapılmış, ülkenin ve milletin geleceğinden karamsarlığa düşmüşler, bilsin ki bu da geçer.
Zenginliğin, şanın, şöhretin zevkiyle, neşesiyle sarhoşluk yaşayanlar, bilsin ki bu da geçer.
Makamın, yetkinin, kudretin gücüyle kendinden geçenler, gururlananalar, bilsin ki bu da geçer.
Aşkın, ayrılığın, hasretin, özlemin derdiyle kavrulanlar, bilsin ki bu da geçer.
Hastalığın, derdin, acının çaresizliğine düşenler, bilsin ki bu da geçer.
Fakirliğin, yokluğun, açlığın kimsesizliğin kıskacında boğulanlar, bilsin ki bu da geçer.
Evini, yurdunu, çocuğunu, babasını, sevdiğini kaybeden, bunların acıyla uykusuz gecelerde acı çekenler, bilsin ki bu da geçer.