|
Batı, Doğu’da yıkılırken Türkiye’nin kaderi (1)
Hissettiğimizi söyleyebilirim; ama tam olarak ne kadar farkındayız o konuda emin değilim. Lakin dünyamız çok önemli bir değişimin hemen başında/içinde yer alıyor. İmparatorluklar, monarklar, ulus devletler çevriminden sonra, küreselleşme ile birlikte yeni siyasal düzenin ne olacağına dair sıkıntılı bir geçiş dönemi yaşıyor.

Aslında adı konmamış bir dünya savaşı bu. Biz parçalı tezahürlerini görüyoruz. Dolayısıyla parçaları birleştirip konum belirlemek için tarihe bakmak ve hislere de güvenmek gerekiyor.

Yaklaşık altı bin yıllık uygarlık tarihinde, 20 uygarlık türü yaşanmış. 19 tanesi “yok olmuş”, aslında diğerine dönüşmüş. Şu anda 20. uygarlığın içindeyiz; yani Batı uygarlığı. Bu Batı içinde bizler de varız. Dün Doğu içinde Batı'nın olduğu gibi...

İmparatorluklar döneminin sonu Birinci Dünya Savaşı ve 19. uygarlığa dair en büyük temsilci ise, Osmanlı İmparatorluğu idi. Batı uygarlığı yükselir ama henüz Doğu ile mücadele ederken, aşağı yukarı beş yüz yıl Osmanlı'yı alt etmek için çalıştı. Son sahnede Sevres'e kadar içinde Sykes-Picot'nun da olduğu toplam beş gizli anlaşma yapıldı.

Toynbee'nin dediği gibi, 1500. yıldan sonra kendisini “olduğu gibi” Batı dışında günümüze getirebilen bir uygarlık olamadı. Batı tüm kurumları ile Doğu'nun ve onun lideri olan Osmanlı'nın içine yerleşti. Osmanlı rejimini bizzat İttihatçı ve Kemalistlere dönüştürttüler. Hilafetin, saltanatın, alfabenin, hukuk sisteminin ve tüm hafızanın kazınması işini, bunun çok hayırlı olduğuna inandırdıkları “yerli devrimcilere” yaptırdılar.

“Sorun nerede?” diye sorabilirsiniz. Bir uygarlık yaşamayı hak etmiyorsa, 18 tanesinin başına gelen gerçekleşir, yıkılır ve sırası gelen dünyayı taşımaya başlar. Yok olan/dönüşen/satır altına gömülen insan uygarlığı değil, uygarlığın bir türüdür sadece denebilir.

Peki, ya 20'ncisi de yok olmanın/dönüşmenin/değişmenin arefesindeyse?

Bu uygarlıkların hepsi de temel iki nedenden yıkılmış. Sınıf ve savaş… Yani bir uygarlığın ayakta kalması için orta sınıfların kendini güvende hissetmesi ve barışın tesis edilmesi gerekiyor. Refahın ve adaletin sistemi yıkamayacak kadar geniş kitlelere eşit dağıtılması, o uygarlığın ömrünün süresini verir.

İşte Batı uygarlığı bu kritik konuda artık üzerine düşeni yapamıyor.

Batı'ya bakarak, orada orta sınıfın rahatının yerinde olduğunu ve savaşın da olmadığını söyleyebilirsiniz. Doğru, baktığımızda savaş Ortadoğu'da ve geniş halk kitlelerinin Doğu'daki durumu ortada.

Oysa ben iddia ediyorum ki, Suriye ve Irak'ta yaşanan ABD ve Avrupa'nın bir içsavaşıdır ve tabii ki DAEŞ bir Batılı semptomdur.

DAEŞ'in kuruluşu hakkındaki teoriler bir yana, katılımcılarının çoğunun Batı'nın ötekileri olması, yüzlerce yıllık kolonyal yağmanın bir içsavaşı tetiklediğini gösteriyor. Bu içsavaş şimdilik köleliğin/sömürünün başladığı yere ihraç edilmiş gözükse de, yüzbinlerce mültecinin Batı sınırlarına yığılması, sorunun asıl kaynağına dönüşünün sembolik bir ifadesi.

Mültecilerin neden Suud'a veya İran'a değil de, Avrupa'ya yığıldıkları, sıradan bir soru değil. Çünkü sadece zenginlik değil, mültecilerin çalınmış zenginlikleri ve sarpa saran hikayesinin öznesi orada.

Binlerce yıldır, son olarak Batılı kurucu babalar, kölelerin işgücü ve yağma yoluyla elde edilen artık sermaye ile bu uygarlığı beslediler, büyüttüler. Brüksel'deki Grand Palace'ın taş parkelerinin altında plantasyonlarda öldürülmüş altı milyon Kongo'lunun kemikleri ve iniltileri var. Ahlaki düşkünlük arttıkça, estetiğe abanılmış.

Tüm uygarlıkları yıkan ana iki neden savaş ve sınıf demiştik. Premodern, yani Allah merkezli dünyada buna “ilk günah” diyordu Batılı ilahiyatçılar. Doğu'da ise İslam'ın adaleti esas alan ve ırkçılığı yasaklayan enerjisi vardı. İlk günah, insan doğasının kötü yanları olarak, Batı uygarlığı içinde artık ırkçılık, sınıf adaletsizlikleri ve savaş olarak yansıyordu. Bugün dünya kaynaklarının ve hakların adaletsiz dağılımı ahlaki bir çürüme halini almışken, somutun reddedilişi, Batı uygarlığını temelden sarsmaktadır.

Yani, savaş, kan ve yoksulluk Doğu'da görülürken, asıl kendini tehdit altında hisseden Batı uygarlığı imiş gibi gözüküyor. Çünkü hiçbir uygarlık anlamı, adaleti ve toplumu hedeflemeden ayakta kalamaz.

Günün sonunda şüphesiz, ne Batı, Batı'da Hıristiyanlığı tamamen yok edebilmişti, ne de Doğu'da Osmanlı tamamen ortadan kaldırılmıştı.

21. yüzyılda, dünyanın nasıl ve kimlerce yönetileceğinin tesbitinde dinler ön planda olacak. Allah inancının ve dinlerin bilim, teknolojik ilerleme ve bürokrasinin sayesinde ortadan kalkacağı teorisi çöktü.

Ama bu dindarlar için bir müjde değil. Ulus devletlerin dinler ve mezheplerle ittifaklaşma denemeleri, bunun karşı tarafında küresel sermayenin bir dünya devleti, ekonomisi ve dini kurmaya dönük çabalarında özne olmak yine büyük çaba ve acıları gerektirecek.

Türkiye de bu çekişmenin tam merkezinde olacak. Şu anki sert mücadele bunun bir işareti.

Nasıl olabileceği konusuna yarın devam edelim.
#DAEŞ
#Doğu
#Ulus devletleri
9 yıl önce
Batı, Doğu’da yıkılırken Türkiye’nin kaderi (1)
Efendimiz’in (sav) Zekatı-1
Milyonlar milyarlar havada uçuşuyor
Sandık başına giderken…
Operadaki Hayalet’in “kehaneti” gerçekleşirse…
Ayasofya’yı açan adama vefa zamanı