|
Oyun içinde oyun

Bir varmış bir yokmuş zamanında, üniversitede bilgisayar dersi gördük. Lâkin dersini gördüğümüz bilgisayar ile hiç karşılaşmadık.



Program yazılımı ile uğraştık, ter döktük, sınavlara girdik fakat elimiz bir kere olsun değmedi.



Bugün gençlere bunu anlatmak zor.



Şimdi bebekler bile bilgisayar kullanabiliyor.



Bir varmış bir yokmuş derken kastettiğim, işte bu… Dersi vardı, bilgisayar yoktu.



Bizden öncekiler daha köklü değişim yaşadılar hayatları boyunca. Alışabilen alıştı, uyum sağladı.



Alışmakta zorlananlar ise eli uzaktan kumanda üzerinde yanlış bir tuşa dokunup da ekran görüntüsü kaybolunca ne yapacağını bilemiyor.



Bizim kuşak senelerce tek kanallı siyah beyaz televizyonla idare etti.



Bugün binlerce kanal var karşımızda.



Hızlı bir değişim içindeyiz. Oyunlar ve eğlence şekli de hızlı bir akış içinde.



Yeni nesil zaman içinde sokaktan çekildi, ekranlara kilitlendi.



Oyunlar elektronik.



Saklambaç bile ev içinde başlayıp bitiyor.



Mahalle kültürü zayıfladı.



Eve yakın arsa bulmak, top oynamak, ağaçlara tırmanmak, çelik çomak oynamak şehir çocuklarının bilmediği şeyler.



Çelik nedir, çomak nedir, ondan bile habersiz çoğu.



Rakibin attığı sopayı havada yakalamak ve isabetli atış yapmak marifet.



*


Misket de çocukluğumuzun en önemli oyunlarından. Her yörede farklı bir adı olsa da tarz ve kurallar aynı. İki türü var. “Kafa karış” arazide dolaşarak oynanır, kaleli olansa sabit bir yerde.



Misket, bilye, cilli bulamayanlar zaman içinde yeni bir oyun bulmuşlar: Gazoz kapağı.



Ne kadar basit olsa da, kurallar devreye girdi mi, ciddiyet gerekir.



Biz saatlerce gazoz kapakları ile oyun oynardık.



Kalemiz, morsumuz, sademiz vardı.



Her gazoz kapağı eşit değere sahip değildi.



Sade gazoz en düşük değer, meyveli gazoz onun iki katı, meyve suyu beş katı ederdi.



Elindeki kapakları kaybeden, ya gidecek yeni gazoz içecek ve kapağına sahip olacak yahut kahvehanelerin etrafında dolaşıp kapak toplayacaktı.



Gariptir, bira kapaklarının hiçbir değeri yoktu.



Oyuna dâhil edilmezdi.



Yanlışlıkla getiren biri olursa, oyun dışı tutulurdu.



*


Sapan yapar, ava çıkardık.



Tahta kılıçlarla fetihlere katılırdık.



Çember çevirirdik.



Telden araba yapardık.



Tahta araba ise yüksek bir beceri isterdi ve her çocuğun bir tahta arabası olurdu.



Yokuş aşağı iyi gitsin diye tekerleklere yağ sürerdik.



Düzlüğe inince, araba yavaşlar ve dururdu.



Yarışı tekrar etmek için, aynı yokuşu arabayı çekerek tırmanırdık.



*


Daha eskilere gittiğimizde, sokak oyunlarının son derece zenginleştiğini görürüz.



İsmini dahi bilmediğimiz oyunlar çıkar karşımıza.



Zaman içinde kaybolmuş, unutulmuş fakat her biri zengin bir kültürün ürünü olan oyunlar.



Ufak taşlarla oyunlar oynardık. Üç taş, beş taş, on üç taş…



Basit gibi görünse de her birinin esaslı kuralları vardı.



Hepsinde zekâ ve strateji temel unsur.



Taş oyunlarının en gelişmişi, Orta Asya'dan bugüne kadar ulaşan Mangala oyunu.



48 taşla ve en az iki kişiyle oynanıyor, sonunda 25 ve yukarısında taş toplayan kazanıyor.



*


Bu oyunların temel özelliği, çocukları hayata hazırlamaktı.



İsabetli atış yapabilmek, teknik geliştirmek, strateji uygulamak, zekâyı güçlendirmek gibi eğitici yanları olan bu oyunlar zaman içinde yavaş yavaş kayboldu.



Dünya Etnospor Federasyonu tarafından düzenlenen festivallerde geleneksel oyunların yeniden gündeme gelmesi, o kadar önemli ki…



Ciritten güreşe, okçuluktan kökbörüye kadar bütün sporlar karşımıza yeniymiş gibi çıkıyor.



Hiç bilmeyenler, hayretle karşılıyor bu oyunları.



Güreş, elbette ata sporu ve tarih boyunca efsane pehlivanlar yetiştirmiş bir milletiz.



Geleneksel güreşler deyince, tek tür değil, birçoğu çıkıyor karşımıza.



Kuşak güreşi, aba güreşi, şalvar güreşi, mas (ağaç) güreşi ve yağlı güreş…



Aşık oyunu ise ayrı bir güzellik. Ne olduğunu bilmeyenler, “âşık oyunu” sanabilir ama o şapka önemli. Hiç değilse onu öğrenmek gerekir.


#Etnospor
#Oyun
#Çocuklar
7 yıl önce
Oyun içinde oyun
Mülâhaza etmek
Siyasetçileri bürokratlara kurban etmek
Musallada bir sosyolog daha… Vehbi Başer’in ardından
Taşkent’in öbür yüzü
‘Korkuluk’…