|
Ulus devletten ortak devlete ve başkanlık sistemi-2
İsmet Paşa (İnönü), Lozan antlaşmasını imzaladığında, “80 sene daha kazandık” demiş. Evet. 80 yıl daha kazanılmış, ancak bu kadar zaman zarfında üzerine doğru dürüst bir taş bile konulamamış. Açıkçası, zaman, katı/jakoben-merkeziyetçi Ulus-Devlet yapılanması kafesinde heba edilmiş. Sistem 1950'den sonra kendini restore etmeye yönelik bir kısım adımlar attığında ise, oluşturulan kutuplaşma, kaos ve askeri darbe/müdahalelerle hep önü kesilmiş. 80 yılın sonlarına gelinen süreçlerde de her şeyde çok geç kalınmış oldu. Son iki asırdır, yükselen güç olan Batı Avrupa ve Atlantik'in karşı yakasının ellerinden/gücünden yakasını kurtaramamış, gittikçe de bu boğaz sıkılma olayı hep daralmış; Düvel-i Muazzamanın birbiriyle tepiştiği nisbi rahatlama dönemleri ise statükocu/Batıcı ve basiretsiz-kifâyetsiz idareciler eliyle heba edilmiş..

Bir imparatorluk bakiyesi olan ülkede/coğrafyada olağanüstü şartlarda kurulan ulus-devlet ilk dönemlerde Lozan'ın güvencesinde, baskı ve askeri yöntemlerle ayakta durdu. Sonraki dönemlerde değişim ve dönüşümlere ayak uyduramadığı, direndiği için, yol açtığı toplumsal, siyasi ve etnik sorunlar kronikleşerek enkaza dönüştü.

1990'lı yıllardan, Soğuk Savaş döneminin sona ermesi akabinde bu yöndeki arayışlar artsa da, statükonun direnişi ve yerine neyin ikame edileceği konusundaki belirsizlik suların durulmasını bir türlü getirmedi.

Ulus-Devlet yapılanması, birbirinden farklı olup, asırlarca ortak değer ve inançlar zemininde bir arada yaşamasını öğrenen ve sergileyen toplulukları, sözde öngördüğü potada eritemediği gibi, geçmişten gelen toplumsal dengeleri/dokuları da bozarak karşı karşıya getirdi. 19. Yüzyılda Osmanlı'nın, Ulus-Devlete dönüşmekle sonuçlanan Batılılaşma serüveni, nisbeten Pax-Ottomana denilebilecek toplumsal dengeleri bozarak ve Gayr-i Müslim topluluklardan başlayarak sürekli düşman üretti. Ulus-Devlet tecrübesi de içeride düşman üretme siyaseti takip etmekten öteye hiç gitmedi. Birinci Dünya Savaşının en zor günlerinde İstanbul'a sadık kalan Kürtlerin küstürülmesi için 80 yıl boyunca devlet adeta elinden gelen her şeyi sergiledi. Tüm bunlara rağmen Kürtler ülkeye devletten daha sadık çıktı. Son 1 Kasım Seçimleri bile Kürtlerin örgütün tüm gücüne, baskılarına rağmen bölünme ve parçalanmaktan yana olmadığını açıkça ortaya koydu.

Ulus-Devlet sürecinin sona gelindiği, değişim ve dönüşümün şart olduğu zamanımızdaki arayışlarda, bir imparatorluk bakiyesi ve bir imparatorluk bakiyesinin çekilebileceği son sınırlar üzerinde Ulus-Devlet yerine ikâme edilecek siyasal sistemin doğru okunarak teşkil edilmesi önem kazanmaktadır. Bu çerçevede, imparatorluk bakiyesi, bilinci ile tüm farklı toplum kesimlerini kucaklayacak, sisteme ortak edecek bir Ortak-Devlet sistemi üzerinde çalışılmalı ve Anayasa değişiklikleri bu yönde ele alınmalıdır.

Türkiye'de anayasalar, sürekli olağanüstü dönemlerde hazırlandı ve yürürlüğe kondu. 1924 anayasası 1923'teki TBMM'deki bazı grupların tasfiye edilmesi sonrasında oluşturulmuştu. 1961 ve 1982 anayasaları ise tamamen askeri darbelerin ürünü olarak ortaya çıktı. Açıkçası sivil idare tarafından oluşturulmuş bütün bir anayasa yok. Hatta, 1293/1876 Meşrutiyet anayasası bile, Sultan Abdülazîz'i darbe ile devirip, sonra katleden Serasker Hüseyin Avni Paşa cuntasınca/ekibince hazırlanmıştı.

Türkiye'deki parlamenter sistem, Anayasa ve Yasa yapma yetkisini, parlamentoya/meclise verse bile ülkedeki defacto durum Anayasa yapmayı parlamento için neredeyse imkansız kılmıştır. Resmi ideoloji kendini teminat altına alıp, sürdürebilme anlamında, Anayasa'nın değiştirilemez maddelerini ihdas ettiği gibi, Tek-Parti devrinden beri gelen parti ve yapılandırılmış kurumlarla değişim ve dönüşümü parlamento zemininde gayr-i kabil hale getirmiştir. Özellikle 80'li yıllardan itibaren Türk Solunun Kemalizm'e dönüşmesi bunu daha da katmerleştirmiştir. Türkiye'deki parlamenter yapı zaman zaman askeri darbe ve müdahalelerle baskı altına alındığı gibi, oluşturulan yapay siyasal dengeler üzerinden de parlamenter sistemin statükoyu değiştirmesine engel olmaktadır. Statükoyu ölümüne savunan siyasal partilerin tutumu parlamento içinden böyle bir değişim ve dönüşümün önünü kesmektedir. CHP, devletin, anayasa'nın Din'le olan sorunlu yapısını çözme yönündeki adımlara engel olduğu gibi, MHP de, Kürt Sorununun barışçı biçimde çözümüne karşı duvar oluşturmaktadır.

Tam da burada, Resmi ideolojinin oluşturduğu engelleyici yapılar yüzünden bütün bir anayasa yapamayan parlamento'nun bu handikapını aşmak için, Başkanlık Sistemi tartışmaları devreye girmektedir. Güçlü bir irade odağının oluşup bu değişiklik ve dönüşümlerin önünü açması hedeflenmektedir. Bu anlamda gerçekten, Türkiye'deki defacto yapı başka bir çıkış yolu da bırakmamaktadır. Başkanlık sisteminde, zamanla aşırı otoriter eğilimlerin artıp kronik sorunlar oluşturması, kontrol mekanizmalarının iyice devreden çıkması, federatif eyalet sistemine dönüşmesi gibi geleceğe ilişkin oluşabilecek ciddi sorunları barındırsa bile Başkanlık Sistemi tartışılmalı ve mutlaka önemsenmelidir. Federatif yapıya ve eyalet sistemine endekslenmeden bir Başkanlık sisteminin oluşması ülkenin geleceği açısından gerekli ve ehemmiyet arz etmektedir. Bu ülke, bir imparatorluk bakiyesinin çekilebileceği son sınırlar üzerine kuruludur. Çevresine genişlemeden, mevcut sınırlarda kalınarak oluşabilecek federatif bir sistem farklı toplum kesimleri arasında iç savaşı bile tevlit edebilecek, ülkeyi tamamen parçalayıp dağıtabilecek bir olumsuz sonuca yol açabilir.
#parlamenter sistem
#Ortak-Devlet sistemi
#Başkanlık Sistemi
#Lozan antlaşması
8 yıl önce
Ulus devletten ortak devlete ve başkanlık sistemi-2
Evdeki bulgurdan da olmak üzereler…
Yoksul evlerin şehit çocukları
Efendimiz’in (sav) orucu-2
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek