|
Vitrinde olmak

Geçen asrın (XIX. a) ortalarına kadar ülkemiz esnafı dükkânına vitrin yapmıyordu. (Vitrin bize batıdan gelmiş, önce azınlıklar uygulamıştır.) Kepenkleri ve kapıyı açıyor, uygun bir yerde ise malının bir kısmını dükkânın önüne koyuyordu. Malın satışı hususunda özel bir gayreti, (süsleme-paketleme-cilalama vb) görülmüyordu. Zaten malı olduğundan farklı göstermek (yani çirkini güzel kılmak, malı olduğundan fazla parlatarak müşterinin aklını çelmek) âdaba aykırı sayılırdı.

Herhalde bu güzel âdetler, gelenekler yüzünden kapitalizme geçemedik. İyi ki de geçemedik. Lakin geçmeye çalışıp, onu da yüzümüze gözümüze bulaştırmamız acınacak bir durumdur.

Sonunda biz de aynı gemiye bindik bizde de şu söz kanun oldu: "Vitrinde olmaz isen satış şansın yoktur."

Her neyse, niyetim esasen bu tatsız meseleler içinde boğulmak değil. Yine de bahsedeceğim mevzu bir yönüyle yukarıda çizilen çerçeveye bağlanıyor o sebeple söz açtım.

Televizyon başlı başına bir "vitrin" ve belki de vitrinlerin en etkili olanı. Televizyonda görünmenin, lanse edilmenin, tanıtılmanın, övülmenin nasıl tesirli bir şey olduğunu biliyorsunuz. İş gelip "reklamlar"a dayanıyor, ki meramımız o değil.

Peki kardeşim, o değil, bu değil ne demek istiyorsun?

Kastımız şudur: Yukarıda her ne kadar olumsuz göstersek de televizyonun başta uzun yıllardır devam eden "Gezelim Görelim" programı gibi Anadolu''yu gösteren yapımları ülkemizi şehir şehir, ilçe ilçe tanıtım açısından fevkalade etkili olmuştur.

Eskiden kuş uçmaz-kervan geçmez olan yurt köşelerine şimdilerde çok şükür yol gidiyor. O bölgeler ürettikleri malı pazara indirebiliyorlar. Her şehrin, ilçenin, belediyenin bu yolda gayret sarfettiğini biliyoruz.

Bu mallardan bazıları ki (kimse umursamazdı vaktiyle) mesela Maraş''ın dondurması, artık şöhret itibarı ile yurt sınırlarını aşıp, ihracata yönelmiştir. Şu anda dünyada bir Roma dondurması tanınıyor, bir de Mado. Az şey midir bu. Daha mütevazı olan mallar dahi tanınınca kıymete bindi. Mesela "Beypazarı kurusu".

İletişim ve ulaşım imkânları artınca gerek üreticiler, gerek tüccarlar, gerek belediyeler kendi beldelerini, dikkati çekecek mallarını, folklor unsurları eşliğinde piyasaya takdime yöneldiler. Bu gayret neticesinde iç tüketim ve iç turizm gelişti.

Yolların düzelmesi, artık neredeyse her ailenin bir arabası olması, ve umumun uyduğu bir âdet (bir moda) üzre "yurt turuna" çıkılması memleketin adım adım gezilmesini ve bu meyanda tanınmasını sağladı.

Her beldenin görülecek yerleri, gezilecek yerleri, tarihî zenginlikleri, yemek kültürü, müziği, âdetleri, giysileri ve elbette oranın üretimi olan malları, otelleri, kaplıcaları, rafting, doğa yürüyüşü, mağaraları, şifalı otları dahi televizyonlarda söz konusu edildi.

Vitrine çıkan mal merak uyandırıyor.

Ve millet takdim edilen yere gitmek, oranın lezzetini tatmak istiyor.

Bakınız sadece yemek kültürü üzerine hemen her kanalda bir program yapılıyor. Bu programların ekrana gelmesi sebepsiz değil. Hem üreticiye, hem programcıya, hem televizyon kanalına hem de seyirciye bir faydası dokunuyor. Kimi çanak-çömlek, kimi çini, kimi hasır sele-sepet, kimi dokuma, kimi seramik, kimi oltu taşı, kimi lületaşı, artık bölgede ne çıkıyor, ne işleniyorsa; bunların üretim artışı ve pazarlanması için yapılan tanıtımın büyük önemi var.

Oteller, pansiyonlar kuyruğa girmiş durumda, dikkat çekmek için çok çeşitli etkinliklere yöneliyorlar.

Ve biz bu sayede Erzincan tulum peynirini, Erzurum civil peynirini, Kars kaşarını, Van''ın otlu peynirini tanıdık. Memlekette ne kadar peynir çeşidi var sayısını duyunca insanın aklı karışıyor, bu ne zenginliktir. Artun Ünsal Kallavi bir "peynir" kitabı yazdı. "Ekmek" dahi onun gibidir.

El sanatları, yeme-içme kültürü, folklor dışında seri üretime geçen, fabrikalar kuran, ihracata yönelen "Anadolu Kaplanları" da bu arada kendilerini gösteriyorlar.

İl milletvekilleri, yakışık almasa da, kendilerine oy veren seçmenlerini memnun etmek için Meclis''e bir kasa elma, bir sandık sarımsak getirip dağıttıkları oluyor.

Bildiğiniz gibi Türk Hava Yolları son on yılda büyük bir atak yaparak dünyanın sayılı hava yolları arasına girdi. Son hükumetler memleketin her yanına hava alanı yaptılar. Vatandaş artık uçakla seyahat ediyor ve bunun ücreti otobüsten pek de farklı değil.

İktisadî hayat, daha doğrusu tüm yaşam tarzı "eski dünya"dan ayrılmıştır. Yeni dünya yeni teknolojilerin üzerinde yükseliyor. Yakında ülkenin dört bir yanına hızlı trenlerle gidip geleceğiz. Bütün bunlar kalkınma, ilerleme, güçlenme, zenginlik ve refah alameti. Doğru.

Ama acaba iyi mi?

Ne diyorsun sen arkadaş, bu ne biçim soru?

Bu da o biçim bir soru Dünyanın geldiği son noktaya bakarak sorulmuş bir soru.

Bilirsiniz madalyonun iki yüzü olur.

14 yıl önce
Vitrinde olmak
İkiyüzlü dünyanın 200 günü
Garson nereye baksın?
İnsafsız takas!
Erdoğan’ı/AK Parti’yi Kürtsüz bırakma operasyonu…
Riyakâr Bey ile ‘Yamyam’ Biraderler