|
Vatanımız Türkiye ahiretimizin tarlasıdır

Hayrettin Karaman Hocamız Başkan Erdoğan’ın yönetim sistemi, bu sistemi pekiştiren yasalar, dünya görüşleri ve ahlaki tutumlar… itibariyle farklı fikir, tutum ve eyleme sahip seçmenler tarafından seçildiğini belirterek, “Tayyip Bey ne yapıyor, neyi yapamaz” sorusuyla, onun gündelik hayatın mevcut işleyişindeki kimi haramları gideremeyeceğine ancak bunlardan ahlakla ilgili olanlara mahsus bir mücadeleyi sürdürebileceğine dikkat çekmişti.

Hocamız, somutlaştırdığı mezkur soruyu izleyen bu tablonun öncesinde ise “Eee, ne demek istiyorsun, biz İslâmcılar veya kâmil manada Müslümanlığın, İslâm ahlâk ve ahkâmının ülkeye hâkim olmasını isteyenler olarak ne yapalım, elimiz kolumuz bağlı mı duralım?” itirazının geleceğini ifade ederek, bu itirazda “Asıl, eğitim ve öğretimin çocuklarımızı nereye savurduğundan daha fazla şikâyet” edilmemesine -haklı olarak- sitem ediyor ve böylece “Başkan Erdoğan ne yapmalı, biz ne yapmalıyız” sorusuna ulaşıyordu.

Yönetiminde bilgi, ahlak ve yetkinlik bakımından ehliyetli / liyakatli insanlara yer vermeyi, bu sayede mümkün olabildiğince rüşveti, yoksulluğu vb. azaltmayı Başkan Erdoğan’a havale ettikten sonra, ülkenin, hükumetin ve devletin hepimize ait olmasından hareketle “bize” düşen şeyler bağlamında öncelikle eğitim faaliyeti üzerinden sosyal hayata müdahil olunmasını salık verirken, gerek eğitim ve gerekse ekonomi cihetinden devletin verdiği mevcut imkanları doğru kullanmamaktan kaynaklanan şu iki çelişkiyi vurguluyordu:

“İmam Hatip okulları var; çocuklarınızı bu okullara niçin vermiyorsunuz!”; “…Kimseyi harama mecbur eden de yok; bu kadar faizci bankada mevduatı olanlar ve buralardan kredi kullananlar gayr-i Müslimler değil herhalde!” 

Bu iki çelişki “Hayat böyle, ne yapalım; çocuklarımızın bu zamanın en iyi eğitimini almasını sağlamayalım mı; şu ekonomik hareketlilikte tasarrufumuzun değerlenmesini, sermayemizin erimemesini gözetmeyelim mi?” karşı savunusuyla perdelenecek gibi değildir. Çünkü, iyi eğitim almaları için çocuklarımızı yerleştirmekte yarıştığımız ve bu yarışmadan da hem çocuklarımız hem de kendimiz adına gurur duyduğumuz yabancı güdümlü okullar, çocuklarımızı başta kendi ailelerine yabancılaşmış olarak iade ederlerken, öncesinde rızık yönetimi olarak baş vurduğumuz ekonomik yönelişlerimiz de hayatımızı belirleyen yegane putlar olarak karşımıza dikilmektedir.

Her geçen gün daha fazla kanıksamaya ve giderek gündelik hayatımızın akışında daha çok normalleştirmeye başladığımız bu çelişkiler orta yerde duruyorken, mücahitlik taslamanın, Başkan Erdoğan’ı şeri uygulamalar yapmamakla suçlamanın hiçbir karşılığı bulunmamaktadır.

Mevcut hayatımızın -bizler onu İslam esasında değiştirmediğimiz sürece- Karaman Hocamızın belirdiği çelişkiler içinde devam edeceği malumdur. Dolayısıyla bu pratik gerçekler karşısında Müslüman münevverlere düşen görevler sakıt olmak biryana, bilakis nazariyat esasında kaçınılamaz bir yükümlülüğe dönüşerek varlığını dayatmaktadır.

Bu bağlamda, Başkan Erdoğan’a devlet yönetimini teslim etmenin güveni içinde, hem ona hem de devlete zerre kadar da olsa zarar vermemeyi prensip edinerek Müslüman münevverlerin şu iki hususta gayret göstermeleri elzem görünmektedir.

1-Modernizm ve ona tabi görünen sistem tarafından devşirme ve devşirilmenin hakikatini, gelecekte yüklenebileceği ivmeyle birlikte işleyişini doğru tespit etmek.

2-Ferdi planda değilse de toplumsal planda neredeyse engellenemez gibi görülen devşirilmeyi, devşirilirken devşirmeye uğratmanın mümkün yollarını özenle araştırmak.

Önceki yazımızda haber verdiğimiz gibi birinci hususu Abdurrahman Arslan’ın Nehri Geçerken adlı kitabında da yer alan 2007 yılına ait bir söyleşisi üzerinden izah etmeye, ikincisini ise Müslümanların ilkini yaklaşık yüz elli yıl önce ortaya koydukları Kânûn-i Esâsî, bugünkü söylenişiyle anayasa hazırlama gayretleriyle birlikte anlatmaya çalışacağız.

Ama zikrettiğimiz iki hususu da tabi olarak bizi ilgilendiren değil doğrudan doğruya bağlayan şu esasın altını öncelikle çizmeliyiz:

İdeal sınırları Müslümanların yaşadıkları tüm alanlar birlikte, bugüne mahsus gerçek sınırları itibariyle Türkiye milli varlığımızın bir iddiası olarak vatanımız, içinde yaşıyor olmakla yurdumuzdur.

On asrı aşkın bir zamandan beri hem varisi hem de emanetçisi olduğumuz Türkiye, ahiretimize mahsus gerekli hasadı yapmamız için Rabbimizin bu dünyada bize ayırdığı bir tarladır.

O halde Türkiye’yi korumak ve onu Müslüman neslimiz adına geleceğe taşımak bizler için hem dini hem de dünyevi bir zorunluluktur.

Nasip olursa buradan devam edelim inşallah.

#Hayrettin Karaman
#Recep Tayyip Erdoğan
#Modernizm
10 ay önce
Vatanımız Türkiye ahiretimizin tarlasıdır
İkiyüzlü dünyanın 200 günü
Garson nereye baksın?
İnsafsız takas!
Erdoğan’ı/AK Parti’yi Kürtsüz bırakma operasyonu…
Riyakâr Bey ile ‘Yamyam’ Biraderler