|
Ankara’da iki gün

Geçtiğimiz salı ve çarşamba günü, biri TDED Ankara Şubesi'nde, diğeri TVDKAGEM'in Kalem Kitap-Kahve'sinde iki sohbet için Ankara'da bulundum.



Ankara, ömrümün en genç ve dinç zamanlarına tekabül eden 17 yılını geçirdiğim yerdir. Haliyle dostlarımın belli bir kısmı halen buradalar. Ailemin beşte üçü de orada zaten.



Yine de Ankara'ya karşı tanımlayamadığım, belki de tanımlamak istemediğim bir mesafem var (“soğukluğum var” diyecekken vaz geçtim). Belki de başkent olmasından kaynaklanan tedbirli bir geri duruş... hani demişler ya birileri: “İktidar ateş gibidir, yaklaşma yanarsın, uzaklaşma üşürsün.” Bundan mülhem bir geri duruş sanki.



Gerçekte Ankara benim gençliğimin hareketli, bereketli Ankarası da değil üstelik. O eski Zafer Pasajı yok. Orası var olsa da orayı değerli kılan Recep Yumuk ve Akabe Kitabevi yok. Birlikte okuma, yazma heyecanını paylaştığımız arkadaşların hiçbiri yok.



Kayıtları çıkardığımız dostlar da kayıtsızlıkla maluller artık.



10 Nisan'da vefat eden (bu vesileyle rahmette daimilik dileklerini ilettiğim) Ramazan Dikmen yok mesela.



Ya Ahmet Şirin? Yaşadığına dair bir kanıt bulamadım; yaşıyorsa ömrü sağlık üzere uzun olsun.



Arif Ay abimiz, görünüyor şükür; vakıf adamlarımızdan Mehmet Ali Bulut'un himayesinde çıkan derginin editörlüğünü üstlenmiş...



Hüseyin Su ile de telefon marifetiyle görüşebildik; gerçi Durmuş Korkmaz, Veysel Karafilik ve Ömer Erdoğan dostlarımızla birlikte kulağını çokça çınlatmaktan geri de durmadık.



Dergi demişken, Ankara'nın eski Ankara olmayışının bir nedenini buna bağlamam da mümkün. Çünkü “merkez dergi” yok Ankara'da. Hiç değilse Ay'ın yönettiği dergi sanatçılar-yazarlar-okurlar için bir cazibe merkezi oluşturabilmiş midir? Buna dair kimseden olumlu bir cevap alamadım.



Örneğin, fırsat bulup biraz olsun muhabbet edebildiğimiz şair Faruk Uysal, yalnızlığı seçtiğini ve onu sevdiğini söyleyiverdi. Buna üzülmedim desem yalan olur ama asıl önemlisi onun şahsında Ankara'daki edebiyat ilgilisi dostların, dergisizlikle genel bir yalnızlığı seçtiklerini öğrenmem üzdü beni.



Bu böyle ama hayat da devam ediyor. İnsana hizmet etmenin, en azından sanatkar ruhlu, edebiyat sevdalısı insanlar yetiştirmenin önemini bilen akil kişiler başka yapılar oluşturmuşlar. Haliyle, devir değiştikçe, cazibe merkezlerinin formu da değişmiş oluyor.



Türkiye Dil ve Eedebiyat Derneği (TDED) Ankara Şubesi'nin Başkanı Abdullah Erdem Cantimur ve kültür faaliyetlerinin yükünü omuzlayan Rukiye Aydın, son zamanlarda PKK Medyası'nın diline dolamaya çalıştığı tarihi, nezih bir mekanda söz konusu yeniliğin adeta temsilciliğini yapıyorlar.



Türkiye Diyanet Vakfı Kadın Aile Gençlik Merkezi'ne (TDV KAGEM'e) gelince…



Zikrettiğim bağlamda umutlarımı artırdığını, yaptığı faaliyetlerle deyim yerindeyse gönlümü gönendiğini rahatlıkla söyleyebilirim KAGEM'in.



Hicret K. Toprak'ın yönetiminde, Ayşenur Mutlu, Nurcan Yavuzcan başta olmak üzere yetenekli ve becerikli bir kadınlar kadrosu, dil-kültür atölyeleriyle, kitabeviyle ve kahvesiyle Ankaralı gençlerin uğrak yeri haline getirmişler Merkez'i ve belki de on derginin yükleneceği bir zahmeti, misyonu tek başılarına yüklenmişler gibi.



Buralarda ne konuştuğumuza gelince.



Elbette ne casus olduğu için yargılanan John Dündar'ı, ne de seviyesiz dili yoluyla siyasetini de seviyesizleştiren Kemal Kılıçdaroğlu'nu konuşmadık.



Benim dilimin dönebildiği şey sanattır… Dolayısıyla sanatı konuştuk.



Konuşmalarımda önemli bulduğum şu hususun altını özellikle çizmeye çalıştım:



Sanat (ve edebiyat) insanlığın ortak birikimidir. İnancımız, dünya görüşümüz, bakış açımız bizim kimliğimizi belirler ama bu, başka kimliklerin sanatını küçümsememizi, kötü görmemizi ve onlarla çatışmamızı gerektirmez.



Biz hikmete, hakikate, irfana yatkın, yakın hatta talip olduğumuzu iddia ediyorsak (ki bu konuda oldukça iddialıyızdır) bunların evrensel olduğunu, insanlığın, zaman ile mekanın tümüne yayıldığını ve bu nedenle temellük esaslı değil, yarar esaslı olduklarını kabul etmeliyiz.



Bu durumda bizim, zikrettiğimi kavramları kendi babamızın malıymış gibi mallanmamız, bizim dışımızdaki zihniyetleri, kültürleri onlardan yoksun ilan etmemiz akıllıca bir seçim değildir.



Öte yandan biz kendi kimliğimizin selameti ve bekası adına benzeş(tir)melerden değil, farklardan hareket etmeyi de ilke ediniriz. Ancak bu fark, çatışma üreten, kavga yaratan, savaş çıkaran bir fark değil, hakları teslim ederek, hakta en doğru olana (sırat-ı müstakim'e) talip olmayı sağlayan bir farktır.



Çünkü “bizim duvarımız, herkesin duvarından daha yüksektir.”



Evet Ankara'nın “merkez” dergisi yok. Yazarlığa heveslenenlerin ve iyi okurların boynu bu nendenle biraz bükük. Ama yeni kültür kurumları var Ankara'nın; Türkiye Yazarlar Birliği de dahil yukarıda zikrettiğim dipdiri; hareketli kurumları var.



Ve buraları mekan edinmiş, bilgiye, sormaya, sorgulamaya açık, genç zihinlerin dertlerini dert edinebilecek sorumluluk sahibi insanları var Ankara'nın.



Ve Kemal Kelleci abimiz, halen on sekizindeki mümin bir gencin heyecanıyla sokaklarını arşınlıyabiliyorken Ankara'nın…



Daha ne olsun…




#Recep Yumuk
#Türkiye Diyanet Vakfı Kadın Aile Gençlik Merkezi
#Abdullah Erdem Cantimur
8 yıl önce
Ankara’da iki gün
Çin’den Musul’a insanlar…
Kara dinlilerle milletin savaşı
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar