|
Kalbin eğitimi
Sanatsal istidadın eğitiminde bizler kalbi göze önceleriz, Batılılar ise gözü kalbe öncelerler.

Elbette inancımız gereği bizim önceleyişimiz daha doğrudur ve daha üstündür. Ancak bunun böyle olması Batılıların önceleyişinin kötü ya da yanlış olduğunu göstermez.

Söz konusu önceleme, bir övme ya da yermenin malzemesi değil, altı çizilmesi gereken bir farkın farkıdır. Çünkü
bizler hayatı başka kültürlerle olan benzerlikler üzerinden değil, farklar üzerinden kurar ve yaşarız
. Bu manada benzerlikler ise sanattan çok diyalog, siyaset, ticaret vb. seküler bir ilişkilerin ürünü olabilir.

Dolayısıyla Batılıların anlayışını parantez içine alıp, kendi anlayışımızı açmak istediğimizde konunun mahiyetini şöyle ifade edebiliriz.

Ebu Hâmid el-Gazâlî (ra), kalp'ten kastının “birinci manasıyla bir et parçası” olmadığını belirterek, şunları söyler:

“Kalbin ikinci manası, bir latîfe-i Rabbâniye-i ruhâniye olmasıdır. Yani gözle görülmeyen bir varlık olmasıdır ki, o kalb-i ruhâninin kalb-i cismânî ile bir alâkası vardır. İşte insanın hakikati bu kalb-i ruhânîdir. İnsanda anlayan âlim ve ârif bu kalbtir. Hitap edilen, ikâb ve itâb edilen ve aranan yine bu kalptir. Bunun cismani olan kalp ile alakası vardır. Ruhânî olan kalbin cismânî olan kalp ile alâkasını anlamakta çoklarının aklı hayrete düşmüştür. Bu alâka, arzın cisim ile veya vasfın mevsuf ile (...) alakası gibi midir? Yoksa yolcunun gemi ile (...) olan alâkası gibi midir? Bunda şaşırmışlardır. Bu hususların izâhını iki sebebe binaen mahzurlu görüyor ve bu yüzden izâhından sarf-ı nazar ediyoruz. Birincisi, bu ciheti açıklamanın mükâşefe ilmi ile alâkalı olmasıdır. Halbuki biz bu kitapta mükâşefeden değil, muâmeleden bahsediyoruz. İkincisi de, bunun hakikatini ortaya çıkarmak, ruhun esrarını açıklamayı gerektirir. Halbuki Rasul-i Ekrem'in (sav) konuşmadığı ruh hakkında, başkasının laf etmeye hakkı yoktur” (İhyau Ulûmi'd-Dîn, cilt: 3, çev.: Ahmed Serdaroğlu, Bedir Yay., ist., 2015).

İmam Gazâlî'nin burada kullandığı iki terim sanatsal istidatın eğitimi konusunda bizim için daha mühim hale geliyor:
1
-Âlim'i ârif'ten önce zikretmesi,
2
-Muamele ilmini esas alması.

İlkiyle ilgili şu yorumuyla konuya açıklık kazandırır: “Âlim ile mutasavvıf arasındaki fark ilmin dış yönündendir. Mutasavvıf ancak bulunduğu
hâl
hakkında konuşur. Bu yüzden meseleler hakkındaki verdiği cevapların birbirinden farklı olması tabiidir. Âlim ise hakikati olduğu gibi idrak eder –kendi
hâl
ine bakmaz– ve sonuçta hakikati, hakikatin içinde keşfeder.”

Muâmele ilmini ise âdet, ibâdet, helâke sürüleyici yerilmiş huylarla, kurtuluşa götürücü övülmüş huylar olarak dörde ayıran el-Gazâlî, âdet ve ibâdeti zâhiri, yerilen ve övülen hususları ise bâtıni ilme dahil ederek, bunların muâmele ilmi altında toplandıklarını belirtir.

Bizim bunlardan sanatsal istidat eğitimi adına çıkaracağımız sonuç, Suâd el-Hakîm'in, İmam'ın ilgili sözlerinden çıkardığı şu sonuçtur: “İnsanın kurtuluşu, sadece hârici terbiye ile tam olarak sağlanamaz. Aksine bu terbiyenin iç dünyaya sızması ve iç dünyanın tabiatını değiştirmesi gerekmektedir. Bu sızma ise ancak iki şeyle olur: Kulun ibadetlerin sırlarını ve âdetlerin âdâbını bilmesiyle olur ki, bu işin bir yönüdür. İkinci yönü ise kalbini her türlü yerilen sıfatlardan temizledikten sonra her türden güzel sıfatlarla donatmasının zaruretini bilmesidir. Çünkü kalp, toprak gibidir. Tohumu mahveden ve tohumun çatlamasına mani olan zararlardan arındırılmadığı müddetçe ibadet tohumu o toprakta yetişmez” (Yirmi Birinci Yüzyılda İhyau Ulûmi'd-Dîn, çev.: Yonis İnanç, Nefes Yay., İst., 2015).

Kalbin hâlden hâle giren (değişen) şey olarak terbiyesinin de hâl ehline mahsus olması tabiidir. Ancak el-Gazâlî'nin bu yöndeki tercihinin de en doğru tercih olduğu gözden uzak tutulmamalıdır. Çünkü, İslam'ın olmadığı yerde tasavvuftan söz edilemez. İslam içinse Kur'an ve sünnete tabi, akideyi (Akaid) ve ameli (Fıkıh) esas alan ilim diğer ilimlerin tamamından önce gelir.

Öte yandan, bir anahtar hükmünde olan sanatsal istidadın hâl esaslı olarak nasıl ta'lim edileceği, şartlarının ve yönteminin neler olduğu hususu ise bir çırpıda açıklanabilecek bir konu değildir. Öncelikle âdet ve ibâdetin bilgisiyle mücehhez olmanın bunun başlangıcı (ilk şartı) olduğunu ve devamının ancak bir pîre/mürşîde bağlanmayı irade etmekle gelebileceğini söyleyebilir ve meraklılarını İmam Gazâlî (ra) başta gelmek üzere, İbn Arabî (ks) ve İmam Rabbanî'nin (ks) ilgili eserlerine yönlendirebiliriz.

Bunun Müslüman sanatçı olarak istidadını idrak, diğer kültürlerdekilere göre farkını fark etmek isteyenlere mahsus özel bir yönlendirmeden ibaret olduğunu, dolayısıyla onların dışında kimseyi tasavvufa/tarikata yöneltme amacını taşımadığını belirtmek zorundayız.

Günümüzdeki tarikatların büyük bölümünün turistik bir yapıya bürünmeleri, metafizik dozlu bir aşk ekonomisinin tezgahtarlığına talip olmaları, bizim bu çekincemizi zorunlu kılmaktadır.
#Sanatsal istidad
#Gazâlî
#âdet
#ibâdet
#helâke
8 yıl önce
Kalbin eğitimi
İnsaf!
Dağ yürekli adamların büyük seçimine doğru
Demografik dönüşüm
Seçim bitsin, önümüze bakalım!
Yerel seçime ramak kala: DEM, Yeniden Refah ve İYİ Parti