Çok katılı yapılaşmaya uygunluğu, bina yapım sürelerini kısaltması ve emeği çok büyük oranda azaltması nedeniyle betonarmenin hayattan kovduğu ilk şeyin taş olduğu da malumdur.
Malumdur diyorum çünkü, son zamanın şiirlerine, öykülerine... baktığımızda artık taşa dair çok az şey okuyoruz, diğer bir söyleyişle bu türde yazanların
yüz yüze geliyoruz. Değil mi ki, kendileriyle, içlerinde ya da sayelerinde hayatımızı kurduğumuz nesnelerin gündelik hayattan çekilmesini en iyi edebiyattan gözlemliyoruz; oradaki yokluklar (yok oluşlar) cehaletin de toplumsallaşmasını beraberinde getiriyor son tahlilde.
Giden zaman geri getirilemez, dolayısıyla zamanın kendi yokluk örtüsüyle örttüğü şeyler de geri getirilemez. Bu bakımdan, özellikle büyük şehirlerde taş yapıları yeniden arzulamanın, kurmaya çalışmanın hiçbir karşılığı yoktur. Olsa bile ortaya konulan şey bir ilginçlik örneği oluşturmaktan hatta o örnek sayesinde gösteriş yapmaktan öteye gitmez.
Bu durumda yaşadığımız mekanlardaki
kıymetini bilmek, onların ömürlerini uzatmak, bunlardan daha da önemlisi, zorunlu modernler olarak onları formlarıyla, temsilleriyle ve kendileriyle (kendilerinde) gösterdikleriyle birer maddi kültür değeri olarak şimdiki
ve dolayısıyla varlıklarını süreklileştirmek gerekir.
Evet,
!
Bu, ikinci baskısında erişebildiğim bir kitabın da adıdır ve bir kitap adı ancak bu kadar efradını cami ağyarını mani olarak, en doğru yükleme bu kadar isabetli oturabilir.
Sahibi, bu konudaki en yetkili imzalardan biri olan,
'tir.
Kitabın yayıncısı da, kültüre ve onunla ilgili her türlü mirasa en çok değeri veren, ve mevcut faaliyetleriyle ona en çok sahip çıkan
'dir.
Sanatkar olmak bakımından da sanatı içtenlikle seven, kültürel mirasın sorumluluğunu ta iliklerinde hisseden Belediye Başkanı olabilmek her kula nasip olmaz. Bunu
'ın kitaba yazdığı kısa sunuş yazısından da hemen anlayıvermek mümkün: “Biz ölmüyoruz. Eğer inanç taşıyorsak; büyüleniyoruz yalnızca. Yaratanın (c.c.) cemalini görmek için büyüleniyoruz. Ölüm bir son değil; inanmış kişi için Mevlana'nın deyişiyle 'düğün günü'dür” şeklinde başlayan bir sunuş, teamüller nedeniyle yazılmış olamaz çünkü.
Zamanı Aşan Taşlar'ın alt başlığı
'dır ki, bu aynı zamanda onun muhtevasının da özetidir.
1.622 sayfa olan ve iki cilt halinde okura sunulan kitabın, kapağından taş yerleştirmelerine kadar grafik tasarımı da çok güzel.
Konunun öneminin ve yapılan işin şeklinin anlatıldığı 67 sayfalık metnin, 115 imzaya ait iki yüze yakın kaynak kitapla desteklendiğini söylediğimde, kıymetini de sanırım ifade etmiş olurum.
Berk, mezar taşlarıyla ilgili yapılan çalışmayla, bu kitabın hazırlanışı hakkında şunları söylüyor:
“Bu çalışmada, günümüze ulaşmış tarihi mezar taşı kitabeleri için önce alan araştırması yapılarak, Zeytinburnu içesi sınırları içerisindeki tarihi taşların sayısı tespit edilmiştir. İkinci safhada, taşlar basit bir temizliğe tabi tutulmuş, gömülü halde olanlar, taşlara zarar vermeden, mümkün olduğunca açığa çıkarılmaya çalışılmıştır. Sonraki safhada, her bir mezarlık için yeniden başlamak üzere taşlara envanter numarası verilerek, her bir taş dijital ortama aktarılmıştır. Taşlar okunup transkripe edilerek, fotoğrafı ile birlikte bilgi fişine kaydedilmiştir. Aynı işlemler bilgisayar ortamı için de hazırlanmıştır. Bu çalışma, Zeytinburnu Belediyesi tarafından 2006 yılında biri envanter diğeri prestij eser olarak iki ayrı kitap halinde yayınlanmıştır. “
Bu önemli kitaba ortaya çıkışından on yıl sonra erişmemin nedenini soracak olursanız şöyle derim:
Kıymetli bilgi, zor ortaya konulan ve zor ulaşılan bilgidir. Sadece Türkiye'de değil, dünyanın her yerinde bu böyledir.
Yeni basımını şair kardeşim
'dan öğrendiğimde, kitabı Berk Hoca'dan istirham etmiştim.
Ondan intikal eden kitabı, özenle yazılmış Osmanlıca bir ifadeyle (ki, aynı zamanda o bir hattattır) imzaladığını görünce tebessüm ettim. Kültür(lülük) böyle bir şeydir, kültür mirası böyle güzel bir bütündür, çünkü onun özü
.
Aynı zamanda
olarak, yazarından yayıncısına kadar bu kitapta emeği bulunan herkese teşekkür ediyorum.