|
Cumhuriyet; Aşık Veysel ve Nevzat Tandoğan arasında…
Aslında bugün; seçimler hakkında yazacaktım. AK Parti 276 vekil çıkartabilirse “şaibeli” addedilecek; tek başına iktidarı yakalayamazsa “demokrasi şöleni” sıfatıyla taltif edilecek seçimleri… Ekonomist dergisi bile Büyük Britanya'dan Türklere kime oy vermeleri gerektiğini öğütleyebildiğine göre, sanırım bize de birkaç kelam etme hakkı düşerdi.

Ama bu yıl 92'sine girmiş olan Cumhuriyet'imizi yazmak istedim; ki söyleyeceklerim zaten ne seçimlerin ne demokrasinin dışında değil…

Aristoteles'ten bu yana varolan ve büyük ihtimalle o gün bugündür daha iyi bir tanımı yapılamayan bir kavram var: Agora. Aristo onu “şehrin pazarı” gibi tarif eder. Agora, kamusal alan ve özel alan arasındadır. O, ne gerçekten özel, ne de tam olarak kamusal değildir; ikisinden de bir parça taşır ve ikisinin birbiriyle karşılaştırıldığı, yanyana ve barış içinde bulunduğu alanı tanımlar.

Agora demokrasinin yuvasıdır, kamusal ve özelin birbirine tercüme edildikleri yerdir. Özel sorunları kamusal meseleler içinde yeniden biçimlendirme, kamusal olanı özel proje ve görevler içinde yeni bir biçime sokma tekniğinin uygulandığı yerdir. Zaten hem antiklere hem de çağımızda da yaşayan çoğu moderne göre demokrasinin özü “Meclis ve halktır”. Demokrasi için bundan daha iyi bir formül hiçbir zaman mümkün olmamıştır.

Bütün bu sıkıcı tanımları yapıyorum; çünkü geçtiğimiz haftaiçi, Kadıköy'de tesadüfen rastladığım Cumhuriyet Bayramı kutlamasını izlerken; bandoyla çalınan ve flamalarla eşlik edilen 10. Yıl marşını dinlerken; bu manzaranın, kamusal olanın özele mi, yoksa özel olanın kamusala mı tercümesi olduğunu düşünüyordum.

Evet, ben Cumhuriyet kutlamasını böyle tahayyül etmezdim; bando-mızıka ikilisini çocuksu bulur, bu ikilideki simgeselliği nüktedanlıkla karşılayabilirdim. Sözgelimi, Cumhuriyet'in 92. Yıldönümünde neden hala 10. yıl marşının okunduğu bana göre sorgulanması gereken bir tekrar faaliyetidir… Ama işte Cumhuriyeti böyle kutlamayı tercih edenler vardı ve oradaydılar, orada durup bando mızıka çaldılar… Ben de biraz dinleyip sonra oradan geçip gittim.

Ama Türkiye'de başka manzaralar da vardı; sözgelimi Ankara'da tanklar yürümedi, Beştepe'de verilen Cumhuriyet resepsiyonunda frak giyip vals yapan olmadı; onun yerine Aşık Veysel'in “Uzun İnce Bir Yol” türküsü eşliğinde sohbetler edildi.

O Aşık Veysel ki; Cumhuriyet'in ilk yıllarında Sivas'tan Ankara'ya geldiği ve dönemin valisi Nevzat Tandoğan tarafından “görüntüsü” nedeniyle Ankara'ya sokulmadığı söylenir. Özet olarak bu yıl gerçekleştirilen resmi Cumhuriyet kutlamaları, “Beştepe'nin de tıpkı Cumhuriyet gibi halka ait ve halk için olduğu” yönünde bir mesaj olarak okunmak üzere tasarlanmış gibiydi.

Bu kez, kamusal olan yeni bir biçime ve pratiğe sokulmuş, özelleşmişti. Cumhuriyet halka tercüme edilmişti, halk da Cumhuriyet'e… Hem sokakta çalınan mızıka-bando, hem de Beştepe'deki Aşık Veysel türküsü; hem bir yer değiştirmenin hem de özel alan ve kamusal alan arasındaki iletişimin göstergesiydi.

Seçimlere gelince; sanırım seçimler kadar bunların oluyor olması da demokrasi. Bir zamanlar giyiminden ötürü şehre sokulmayan aşığın türküleriyle devletin en tepesine çıkabilmesi ve bir zamanlar devletin tepesini işgal eden sembollerin kamu binalarında değil ama şehrin sokaklarında taraftar araması…

“AK Parti'ye oy vermeyin” başlıklarıyla çıkan yayın organları ne derse desin, “diktatör” diye bağıranlar ne kadar çoğalırsa çoğalsın… Cumhuriyetin cumhura gitmesi, Cumhurun Cumhuriyete gelmesi, agoraların çoğalması demektir. Bu, demokrasinin elden gitmediğinin delilidir.

Seçimler ülkemize, milletimize, hayır ve uğur getirsin. İyi olan kazansın…
#Aşık Veysel
#Nevzat Tandoğan
#Cumhuriyet
8 yıl önce
Cumhuriyet; Aşık Veysel ve Nevzat Tandoğan arasında…
Tevradî bir mitin Kur’anî bir kıssa ile tashihi
i-Nesli anlaşılmadan siyaset de olmaz, eğitim de…
İç talebe ilişkin öncü göstergeler ilave parasal sıkılaştırmaya işaret ediyor!
Enerjide bağımsız olmak
Târihin doğru yerinde durmak