Yorulduk. Milletçe çok yorulduk. Beş yılı aşkın süredir, Gezi’sinden 17 Aralık’ına, üst üste gelen seçimlerden 15 Temmuz darbe teşebbüsüne, terörün alçak çehresiyle sıklıkla karşılaşmaktan ihanetin dipsiz alçaklığına ilk kez bu kadar kahpece muhatap oluşumuza kadar, yaşadığımız bu uzun süreç ve bütün bu anlamsızlıklar manzumesi ziyadesiyle yordu bizi. Sadece zihnimiz ve kalbimiz değil; hayalimiz, umudumuz, ufkumuz da yorgun...
Biraz nefes almaya ihtiyacımız var, bir parça tebessüme, bir tutam umuda, teşehhüd miktarı sakinleşmeye, hiç olmazsa üç-beş ay daha normalleşmeye, durmaya ve durulmaya ihtiyacımız var.
Ülkenin karışmasını arzu edenlerin 15 Temmuz başarısızlığıyla uğradıkları şaşkınlık Türkiye’ye içeride ve dışarıda bir parça moral ve zaman kazandırdı. FETÖ’sünden DAEŞ’ine, DHKP-C’sinden PKK’sına ve siyasi uzantısına kadar bütün kaos budalaları bir müddet afalladılar. Bunda siyasi iradenin net ve omurgalı duruşu, Sayın Süleyman Soylu’nun teşkilat mensuplarına itimat telkin eden itinalı üslup ve iradeli tavrı, başta Özel Harekat’ın yiğitleri olmak üzere asker ve polisimizin fedakar ve cesur duruşları, istihbaratın gayret ve çabalarının etkisi kuşkusuz çok ve ziyadesiyle takdire şâyandır, hepsine minnettarız.
Düşünsenize referandum gibi; “Kansız olmaz” denilen bıçak sırtı bir mesele dahi tertemiz neticelendi. PKK ve uzantılarına içeride ve dışarıda aman verilmeyen bir mücadele başladı. DAEŞ’in adını, artık yakalanan örgüt mensupları vesilesiyle işitmeye başladık. İlk çeyrekte yüzde beş büyüyen Türkiye’nin hakkını Fitch dahi iade etmek durumunda kaldı. Borsa rekor üstüne rekor peşinde, döviz kuru bile şöyle bir toparlanıp utançla aklını başına devşirdi.
“Tamam, herhalde bu yaz biraz nefes alacağız” demeye başlamıştık ki, Kılıçdaroğlu yürümeye başladı.
Adalet istiyordu. Adaleti hepimiz istiyorduk, o yürümek de istiyordu, varsın yürüsündü. Bunun için yürüyüşü ilk günlerinde babacan bir devlet edasıyla; “Akılsız başın cezasını ayaklar çekermiş” tebessümüyle karşıladık hepimiz. Adımlar hızlandıkça bazı cevapsız sorular, tezvirat olmasını umduğumuz söylentiler ortaya çıkmaya başladı. Berberoğlu neden Silivri’de değil de Maltepe Cezaevi'ndeydi mesela? Bazı CHP milletvekillerinin Berberoğlu henüz yargılanırken Maltepe Cezaevi’ne gönderilmesini istedikleri doğru muydu? Maltepe ve Kartal’ın CHP Belediyesi olmasının bu konuyla bir alakası var mıydı? Sahi Berberoğlu’na kasetleri, kimden alıp kim vermişti? İsyankâr hainin ‘Bastille’li tiviti atmayı, her zaman ki romantikliğiyle mi ‘can’ı çekmişti sadece? Yürüyüşün zamanlaması 15 Temmuz Şehitlerini Anma Haftası’nda tamamlanacak olması itibariyle fazlasıyla manidar değil miydi?
Yürüyüşe destek vereceğini açıklayanlar kafamızı biraz daha karıştırmaya başladı. DHKP-C de adalet istiyordu HDP de kendilerini farklı bayrakların arkasına ‘tedbiren’ saklayan FETÖ artıkları da... Bu işte bir gariplik vardı. Kılıçdaroğlu’nun tamamen Gandhi yakıştırmasını hak etme arzusu içinde, safiyet ve iyi niyetle yola çıktığını varsaysak bile, provoke ve manipüleye bu kadar meraklı ve müsait gruplarla aynı hedefe yürümesi neyle ve nasıl izah edilebilirdi?
İkinci bir Gezi’nin tohumları inceden atılıyordu ve ‘mesele sadece adalet değildi’ de yine, biz mi anlamıyorduk?
Dış politikada da enteresan işler yaşanmaya başladı bu arada: Yunanistan’ın yersiz ve gereksiz akla ziyan tahrikleri, birden kaşınan Afrin meselesi, ABD’nin teamül ve teemmülden mahrum açıklamaları, G-20 zirvesi öncesinde Almanya’ya verilmek durumunda kalınan nota, bunlardan sadece bir kaçı.
-Bir ara not olarak şunu söylemeliyim: Tarihî tecrübemizle sabittir ki; ya bizi içeriyle oyalayarak dışarıda adım atamaz hale getirdiler ya dışarıyla meşgul ederek içeriye dönüp bakamaz… Şu anda ikisiyle birden üstümüze yürüyorlar diyeyim, gerisini siz anlayın.-
Diyebilirsiniz ki; “Kimsenin vergisiyle iş yapan bir kurum olmadığım için rahatlıkla söyleyebileceğim ifade ile basit bir -sözüm ona- adalet yürüyüşünü bu kadar olayla irtibatlandırıp abartmanın ne alemi var?” Yürüyecekler, gelip cezaevi önünde bir açıklama yapacaklar ve dağılacaklar, hepsi bu. Bütün dertleri Enis Berberoğlu’nun haksız yere(!) tutuklanması! Hatta diyebilirsiniz ki, belki de devlet bir babalık yapıp Enis Berberoğlu’nu Sinop Cezaevi’ne nakletme lütfunda bulunur, o da Karadeniz’e karşı; “Aldırma gönül aldırma” türküsünü çığırırken, Kılıçdaroğlu da avenesiyle birlikte Sinop’un yolunu tutar, huzuru bir kaç ay daha garantiye almış oluruz böylece, fena mı?
Sizin haklı olmanız arzusundayım ama korkarım mesele sadece “ADALET” değil!
Vesselam...