Gelişiyle memnun, gidişiyle mahzun edene sevgili deniyorsa eğer; Ramazan mü’mine sevgilidir. Dikkat buyurunuz herkese değil; mü’mine.
Ramazan geliyor diye sevinmek, gidiyor diye mahzun olmak iman alâmetidir buyurmuşlar. 1438 yılının Ramazan-ı Şerif’i alıp başını gidiyor ve biz kalbimizdeki hüzne bakıp imanımız hakkında bir fikir sahibi olabiliriz sanırım. Hassas terazi, müthiş muhakeme, ulvî mihenk: Ramazan!
Diyeceksiniz ki bayram geliyor diye sevinmeyelim mi?
Hatırlayalım, geçen sene bu vakitler olduğunda pek çoğumuzun dilinde bir dua vardı: “Rabbim nice Ramazanlara hayırla eriştirsin.” Ve unutmayalım bu duayı edenlerin bir kısmı ve “âmin” diyenlerin nicesi bu senenin Ramazan’ını göremeden göçüp gittiler dünyadan. Seneye bu zamanlar Ramazan yine gelir de biz de burada olur muyuz o belli değil. Şu son bir kaç orucumuzu işte bu hisle, sahur vakti kalbimize yüklendiğimiz mukaddes bir nur topu gibi taşıyalım kutlu iftar vakitlerine. Kırmadan, dökmeden, lekelemeden, incitmeden...
Bu telafi ediş bir talim olsun kalplerimize. Bırakın herkes bir şey olmayı isteyedursun. Bir şeylerim olsun diye çırpınadursun bırakın herkes. Biz birisinin bir şeyi olalım, ta ki 1439 hilâli nazlı nazlı görünene kadar.
İnsan birisinin bir şeyi olmalı, mutluluğu mesela...
Herkes mutlu olmak ister ama bazıları birilerinin mutluluğu olur. Biz bir başkasının mutluluğu olmakta bulalım sevinçlerin en hakikisini. Kimisinin elinde bir demet çiçek olalım tebessümden yapılmış, kimisinin yüzünde çiçekler açtıran bir tebessüm...
İnsan birisinin bir şeyi olmalı, dermanı mesela...
Dağına göre kar verirmiş Mevlam, rüzgâr yükseklerde daha sert esermiş. Bizim yaprağımızı yerinden oynatmayacak kadar hafif bir esinti, bir başkasının ocağını başına yıkacak bir fırtına oluverir. Yüzümüz sefasını sürmese ne olur o esintinin, göğsümüz siper oluverse o fırtınaya ne olur? Bir başkasına derman olma derdine düşünce fark edeceğiz belki de dert zannettiklerimizin aslında dert olmadığını, dermanın en güzelini belki de bir başkasının derdine deva olduğumuz gün bulacağız.
İnsan birisinin bir şeyi olmalı, vefalı dostu mesela...
İnsan birisinin bir şeyi olmalı, çalacak kapısı mesela...
Sıkıntılı zamanlarımızda, az mı teklifsizce çalabileceğimiz bir kapı aradık. Haydi hatırlayıverelim bir... Kiminin eşiğinden döndük o kapıların, kimi yüzümüze kapandı, kimisi de hiç açılmadı nice zaman çalıp durdukta. İnsan birisinin her daim yarı aralık kapısı olmalı, çalmaya hacet bırakmadan huzurla içeri buyur eden. Uzaktan bakınca kalbimizdeki davetin ışığı süzülmeli o kapının aralığından. Çalacak kapı ararken yolunu kaybedenler, o ışığın izlerini takip ederek gelebilmeli çalınmadan içeri girilebilecek o kapının eşiğine.
İnsan birisinin bir şeyi olmalı, nasihati mesela...
Diliyle değil haliyle sabrı ve hakkı tavsiye eden bir nasihati olmalı insan birisinin. Asra yemin edenin hatırına işleyeceği salih amellerle birisinin hüsranına perde olmalı. Şahsiyetiyle bir başkasının omurgası olmalı, duruşuyla bir başkasının şahsiyet remzi. Kendisi için yaşamanın ölmekten beter olduğunu anlamalı ki insan, bir başkası yaşasın diye ölebilmenin yaşamaktan güzel olduğunu fark edebilsin.
Diyeceğim o ki dostlar, Ramazan geldi ve geçmesin. Biz birisinin bir şeyi olalım bu bayramdan tezi yok ve Ramazan geçip gitmesin.
Kimsesizlerin bayramı olalım, mahzunların mutluluğu, dertlilerin dermanı, kalbi kırıkların dostu, dizlerinde takat kalmayanların çalacak kapısı, hüsrana uğrayanların sükût içre nasihati...
Biz birisinin güzel bir şeyi olursak belki de bir olanın bir şeyi olmakla güzelleşiriz. Belli mi olur?
Hiç olmazsa hiç kimsenin acısı, hüznü, derdi, düşmanı, umutsuzluğu, hüsranı olmayalım ki çirkinleşmesin güzel yanlarımız.
Hayırlı bayramlar...