|
BM’deki bir çığlık üzerine çeşitlemeler

Siyâsetin en mühim meselelerinden birisinin “meşrûiyet” meselesi olduğunu biliyoruz. Meşrûiyet, veri bir târihsel momentte, hegemonik güçlerin tâyin ettiği ve bütün dünyâya dayattığı bir değerler manzûmesine oturur. Bu hegemonyanın dayatılması bir dizi ince ayar kültürel işçiliğe dayanır. Öylesine “ince” bir ayardır ki bu, reddedilmesi hemen hemen imkânsızdır. Dünyâda boşluğa düşmek veya periferiye itilmek de, artık bir norm hâline getirilmiş olan bu değerlerden uzak düşmekle doğru orantılıdır. Elbette bunun tersi; yâni “dünyâya entegre olmak” ve “merkeze yakınlaşmak” da bahsedilen meşrûiyet örüntülerini olumlamak ve onlarla uyumlulaşmakla doğru orantılıdır.



Modern dünyânın hâkim meşrûiyet normları; denilebilir ki bir “dünyâ özlemini” ve “tasarımını” eş anlı olarak belirliyor. Bunların teorik kaynakları büyük ölçüde Amerikan Bağımsızlık ve inşâ süreçlerinde ortaya çıkan; meselâ “Federalist Papers”, olarak bilinen liberâl metinlere kadar geri götürülebilir. Elbette kronolojik olarak onu tâkip eden ve “Eşitlik, Özgürlük ve Kardeşlik” mottosu ile anılan Fransız Devrimi'nin katkısını inkâr edecek değiliz.



Bir niyet okuyucusu değilim. Bu metinleri kaleme alanların “iyi niyetinden” de şüphe duyuyor da değilim. Ama metinler hayâta doğru orantılı olarak aktarılmıyor. Târih bir bakıma “metinsel” beklentilerin “bağlamsal” ve “olgusal” olarak “çarpıtılmasının” doğurduğu tuhaflıklarla ve sorunlarla yüklü .



Dün Obama'nın BM Genel Kurulu'nda yaptığı konuşmanın haberini dinlerken aklımdan tuhaf düşünceler geçti. Karamsar bir konuşmaydı bu. İklim bozulması, terör; gelir, fırsat, ırk ve cinsiyet eşitsizliği, göçmen meselesi, savaşlar gibi artık herkese mâl olmuş gerçeklerin altını çizdi Obama. Bunları anlatırken, yüz ifâdesinin çok rahat olduğunu gördüm. Rolünün hakkını veren bir oyuncunun rahatlığıydı bu. Bir kere daha anladım ki, hâl-i hazırda maharet sorunlardan kaçmak ve onları yok saymak değildir. Bu, belki de Soğuk Savaş Dönemi'ne yakışan çok demode bir siyâsal tercihtir. Artık mahâret, insanlık durumlarının mufassal ve teferruatlı tablolarını çizmek ve bu tablonun karşısına geçip “sızı duyma” numarasını başarmaktır. Bu siyâsal showu izleyenler “N'apsın adamcağız? Bak uğraşıyor. Ama olmuyor” diyeceklerdir. Bilmek, farkında olmak “sorumluluk ahlâkının” başladığı yerdir. Adamcağız dünyânın gerçeklerini biliyor ve farkında mı? Evet..Sorunları reddedip onlardan kaçıyor mu? Hayır… Umutsuz mu? Hayır.. Pekiyi bu parlak söylemde “sorumluluk ahlâkının” kendisini tamamlamasını boşa çıkaran; eksik parça ne? Söyleyelim ; “fâil”den söz etmemesi… Kim iklimi bozuyor? Kim terörü üretiyor? Kim savaşların müsebbibi? Kim göçmenlere sâhip çıkmıyor? Kim?.. Sanki bu sorunlar “uzaylıların” yerküreye musallat edip, bırakıp gittikleri sorunlar. Pekiyi , Obama'yı fâiller konusunda zorlasak bize ne diyebilir? İklim mi? Ah bu iklimi düşünmeden “kirli” yatırımlar yapan “kötü” girişimciler…Terör mü? Ne var bunu bilmeyecek; “kötü teröristler”…Göçmenler mi? Onları yerlerinden yurtlarından eden “kötü” yöneticiler”?.. Pekiyi; onlara bütün kapıları kapamaya ve durumlarını düzeltmek için kılınızı bile kıpırdatmamaya ne diyeceksiniz? Evet çok üzülüyorum. Hele o Aylan bebeğe ben ve Michelle nasıl ağladık anlatamam… Arada bir güzeller güzeli Angelina'yı sizin oralara gönderiyoruz ya.. Siz Türkler ne diyorsunuz; yarım elma gönül alma… Cinsiyet ayırımcılığı mı? Homofobikler… Biz de onlara inat eşcinsel evliliklere izin verdik. Çatlasınlar…Savaşlar mı? Vallahi biz değiliz. Baksanıza savaş bölgelerinde Amerikan postalı var mı? Bütün yaptığımız, savaşta denge sağlamak. Güç dengelerinin kötülerden yana değişmesini engellemek. Arada bir de, “kötülerin” hakkından gelmek için istemeye istemeye müdahil olduğumuz bir durum… Pekiyi bunca silâh yatırımı ve üretimi? Vallahi biz de istemiyoruz. Ama güvenli bir dünyâ için bunu yapmak zorundayız. En ileri silâhlar biz “iyilerde” olmalı ki “kötüler” fırsat bulamasın…



Artık anlaşılıyor ki, modern dünyânın meşrûiyet örüntülerinin içi bomboş. Sâdece kodlar var. İstediğinizi bu kodlara sokup mahkûm etmek; bu kodlara tastamam oturanları ise başka bir kodu öne sürüp aklamak mümkün. Sisi ne yapacaktı? Adam İslâmî fundamentalizm tehlikesi karşısında Mısır'ı kurtarmak için darbe yaptı. PKK mı? Terör örgütü demiş bulunduk…PYD mi? Vallahi sırma saçlı, kurtuluşa erdirilmiş makyajlı kızlara bahar yaşatan , çevreci bir kurtuluş örgütü. Sağolsunlar ISLE'a karşı yaman mücadele veriyorlar. FETÖ mü? Bir din âlim ve feylozofunun önderliğinde dünyâ barışı için çalışan, sivil alanda büyük küresel girişimlere imzâ atan bir girişim. Türkiye ve Erdoğan mı? Büyük bir hayâl kırıklığı. Biz ne dersek yapar sandık. Ama öyle çıkmadı. Bir diktatöre dönüştü. Gezi'de hakkından gelecektik olmadı. 17-25 Aralık'ta “kirli çamaşırlarını” döktük. Olmadı. Nihâyet “özgürlükçü bir darbeyle” ondan kurtulacaktık. Halkı sokağa döktü. Gene beceremedik. “Dünyâ 5'ten büyüktür” gibi akıl almaz şeyler söylüyor. Siz Türkler buna “ciğerden konuşmak mı” diyorsunuz? Hiçbir diplomatik üslûba sığmayan ne konuşmaydı ayol o öyle? Ay aman bana ne? Kasımda gelecek olan düşünsün….


#Meşrûiyet
#FETÖ
#PKK
8 yıl önce
BM’deki bir çığlık üzerine çeşitlemeler
Mülâhaza etmek
Siyasetçileri bürokratlara kurban etmek
Musallada bir sosyolog daha… Vehbi Başer’in ardından
Taşkent’in öbür yüzü
‘Korkuluk’…