|
Eğreti kahramanlık
1970'li senelerde “düşünce özgürlüğü” sol siyâsetlerin başat gündem maddesiydi. Sağ ise, herhâlde bazı düşünceleri kendisi için “zararlı” veya “tehlikeli” bulduğu için olsa gerekir, kânunların koyduğu bazı faşizan yasakları karşılamak adına, sâdece “inanç hürriyeti”nden dem vuruyordu.

Kânunlar dairesinde bu durumun simgesel karşılıkları da mevcuttu. Meselâ sol Türk Ceza Kânununun “141-142” ve “146”. maddelerini dert edinmişken, sağ “163”. maddeden şikâyet etmekteydi.

1973'de kurulan CHP-MSP Hükûmeti yasaklar konusunda anlaşamamıştı. 141 ve 142. Maddeleri kaldırmak isteyen CHP, için için, lâikliğin güvencesi olarak gördüğü 163.Maddeyi korumayı istiyordu. MSP ise komünist tehlikeyi engelleyen 141 ve 142.Maddeleri muhafaza ederek, 163.Maddenin kaldırılmasından yanaydı. Hâsılı anlaşamadılar. Mal ortada kaldı.

141-142 ve 163.Maddelerin tasfiyesi ancak 1991'de sağlanabildi. Yerine TM (Terörle Mücadele) Kânunu kondu. Biliyoruz ki, kânunlar hayâtı belirlemez. Ortada bir uygulanabilirlik meselesi vardır. Yâni kânun yaparak veya bozarak, hayâtta istediğimiz sonucu almak her zaman mümkün değildir. Bir defâ “kelâm”ın tabiatı gereği durum böyledir. Basit bir hermenötik prensiptir:

“Kelâm”, praksiste yorumlanarak sapar. Dolayısıyla “kelâm”ı değiştirerek, mutlak bir kazanım elde etmek kolay olmuyor. Yorumlar, “kelâm”ın gizli çatlaklarına sızıyor ve onu niyetlere göre dönüştürüyor. Böylelikle de “kelâm” mârifetiyle ortadan kaldırmak istediğiniz durumlar süreklilik kazanabiliyor. (Nitekim 163.Madde kalkmıştı kalkmasına, ama 28 Şubat buna rağmen yaşandı). “Kelâm” ancak, kendisiyle tutarlı bir “niyet”le bütünleşip, destek aldığı zaman sonuç alabilir. Niyetlerden ise hiçbir zaman emin olamayız.

Başka meseleler de mevcut: Meselâ, hukûkî akıl yürütmelerle yapılmak istenen; şiddet yüklü “eylem” ile “düşünce”nin ayrıştırılmasıydı. Bu ayrışma kağıt üzerinde kolay görünüyor. Ama realitede durum yine bu değil. En başta sınırları net olarak çizmek o kadar da kolay görünmüyor. Meselâ şiddetin övülmesi, hattâ propagandasının yapılması hususu başlıbaşına bir mesele olarak ortada duruyor. Elbette şiddetin övülmesi ve propagandasının yapılması, şiddetin bir parçasıdır ve suçun kapsama alanına girecektir. Ama, bunun sınırları ne olacaktır? Bu konuda, yine niyetlerle bağlantılı olarak sınır tâyin etmek kolay olmuyor. Ne tarz ifâdeler bu kapsama sokulacaktır? “Açık” olan ile “örtük” olan;” doğrudan” olan ile “dolaylı” olan nasıl ayrıştırılabilecektir? Hâsılı; durum hukuk tekniğinin inceliklerine doğru dallanan budaklanan tartışmaları da berâberinde getiriyor.

Herhâlde en mâkul olan, şiddeti “doğrudan” ve “açık” bir şekilde öven, destekleyen ifâdelerle yetinmektir. Benim düşüncem budur. Dolaylı ve örtük ifâdeler ise hukûkî bir kovuşturmaya uğratılmamalıdır. Değilse içinden çıkılmaz durumların doğması kaçınılmazdır.

Diyarbakır Baro Başkanının, katıldığı bir TV Açık Oturumunda, PKK ile ilişkili yapmış olduğu değerlendirmeler, cezâî bir kovuşturmanın konusu oldu. Bu programı izlemiştim. Baro Başkanının konuşmaları, son derecede insicamsız, dengesiz ve savruktu. Söyleminin dayandığı terminoloji açısından başkası beklenmezdi zâten. HDP'li çok sayıda siyâsetçinin de diline pelesenk olan bir söylem bu: Garip bir şekilde “öz” hattâ “uyduruk” Türkçe kelimelerle, tercüme akılla elde edilmiş; sindirimsiz, savruk “sol” bir terminolojinin; hukûkî emperatiflerle keyfî harmanlanmasından doğuyor. “Köşeli”, “katur kutur”, derinliği olmayan bu söyleme; benim neslim son derecede âşinâdır.. İddialı laflar edilir; ama içeriği tam takırdır. Sayın Baro Başkanı o gece tam da bu izlenimi veren bir profil çizdi. PKK'nın eylemleri için “terörvâri” gibi karman çorman bir değerlendirme yaptı. İfâdelerinin yan ve alt katmanlarında, PKK'yı desteklediğini, terörden medet umduğunu düşündüren çok şey söyledi. Elbette, terörü, şiddeti son tahlilde olumlayan bu zavallı söylemi herkes kendi niyetleriyle dinleyip; payına düşeni aldı.

Mesele, terörle, şiddetle bağını koparamamış bu plâstik söylemin kendi hâline bırakılsa söneceğinden eminim. Çünkü, kendi kendisini tekrarlamaktan başka yapacağı bir şey yok. Bu sebeple de; Unamuno'nun Falanjist militana dediği gibi “asla inanç yaratamaz”. Ama öyle olmuyor. Bu zavallı “solcu” söylemin üzerine; kaba bir “sağcı” devlet refleksiyle gidiliyor. Bu zavallı söylemin sâhibi olan kişi, ite kaka bir “kahramân” hâline getiriliyor. Benim “eğreti kahramânlık” dediğim bir durum bu. Buradaki eğretilik; “kahramân”ın, kahramân olmak adına yaptığı bir şeyden değil; ona “yapılan” bir şeylerden kaynaklanıyor. Herhâlde sorgulanmak üzere Diyarbakır'dan İstanbul'a getirilirken; uğurlanmasıyla, karşılanmasıyla hayâtının en mes'ud yolculuğunu yaptırdılar ona. Hiç hakketmediği bir şey sunuldu kendisine. Kendi hâline bırakılsa ömrünü, zihnini tutsak almış kaba söylemiyle hikâyesiz kapatacak olan birisine; yarın torunlarına anlatacağı bir hikâye armağan edilmiş oldu.
#sol siyâset
#pkk
#solculuk
9 yıl önce
Eğreti kahramanlık
İnsan hakları insanına göre değişir
Kovit-19’un globalleşmeye etkisi nasıl olacak?
Kara dinlilerle milletin savaşı
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek