|
İnsanlar ve hayvanlar…

ABD'de bir hayvanat bahçesinde bir çocuk; ihtimâl ailesinin dikkâtsizliği yüzünden iri bir gorilin muhafaza edildiği ve sergilendiği bir bölüme düştü. Çocuğun hayatından endişelenen görevliler gorili öldürdü ve çocuğu kurtardı. Buraya kadar bir şey yok. Ama sonrasında hayvan sever dünya kamuoyu hareketlendi. Gorili öldürenlere karşı sert kampanyalar başlatıldı. Bu kampanyalar büyüyerek devam ediyor. Bu aşırılık fenomeni, insan-tabiat veya tabiat-uygarlık ilişkilerini gözden geçirmeyi kışkırtıyor.



Bu toprakların ontolojik kültüründe “tabiat”ın “özerk” bir yeri olmadığını söyleyebiliriz. Bu “tabiat”ın hiçbir “özel” manâsı olmadığı anlamına gelmiyor. Yerleşik veya geleneksel zihniyetin en incelikli ürünlerini ihtivâ eden ister dîvan, ister halk edebiyâtında olsun, meselâ Yûnus'dan Karacaoğlan'a; Karacaoğlan'dan Nedim'e, tabiat temalarının ağırlıklı olarak işlendiğini biliyoruz. Ama bunlar tabiata husûsî bir manâ yükleyerek yapılmaz. Tabiattan daha mühim olan, tabiatın neleri gösterdiği, neleri işâret ve veya sembolize ettiğidir. Tabiat içerdikleriyle değil, gösterdikleriyle manâ kazanır. Hâsıl-ı kelâm; “Vahdet” düşüncesi, cümle varlıkları İlâhî varlığa bağladığı için hiçbir varlık alanına özerk bir manâ yüklenmez.



Tabiat ile olan ilişkimize gelince; bunun ağırlıklı olarak bir “üretim” ve “tüketim” ilişkisi olduğunu söyleyebiliriz. Tabiatın dengeleri ve çevrimleri içinde sürdürülen bir hayat düşünüldüğünde insanların ona araçsal baktığını söyleyebiliriz. Burada ekme, biçme, besleme faaliyetleriyle yakım, yıkım gibi eylemler iç içe geçer. Bunların cümlesi tabiata müdahaledir. Ama tabiat bütün bu müdahalelere rağmen kendisini yeniler. Yine bütün faaliyetlere tabiat tanrıları veya tanrıçalarına dönük pagan âyinler eşlik eder.



Modernlik ise tabiata yönelik müdahalelerin ağırlığını arttırmış ve onun genel çevrimlerini ve kendisini yenileme imkânlarını zora sokmuştur. Garip olan husus, bütün bunlar daha başlangıç evresindeyken, tabiat düşüncesinin özel bir ontolojik değer kazanmış olmasıdır. Analitik Batı düşüncesinin bâzı târihsel ve geleneksel endişelerden arınmış olduğunu biliyoruz. Meselâ kadim bir kavrayış olan çevrimselliğin yerine düzçizgisel ilerleme; diyalektiğin yerine ise analitik (ayrıştıcı çözümsellik) düşünceyi koyduğunu biliyoruz. Tabiat ile ilişkiler düzeyinde bu yeni bakışlar ve yönelişler artık her türlü aşırılığa meşrûiyet kazandırmaktadır. Tahribâtı bu kadar ileriye götüren de budur. Bu, tabiat ile ilişki içinde çevrimsel bir yaşayıştan, ondan uygarlık iddiası üzerinden bir ayrışmayı, kopuşu ve yabancılaşmayı ifade eder. Analitik düşüncenin gereği olarak artık kendi çevrimleri içindeki tabiat, kendisine düzçizgiler vehmetmiş olan modern uygarlığın her şekilde anti-tezidir. Tabiat, nihâyet ontolojik bir değer kazanmıştır kazanmasına; ama bu değer bağsız bir ontolojinin eseridir. Sorun da buradadır.



Tabiatı bir varlık alanı olarak tanımlamak, onun kültürelleştirilmesi yolunda animist düzeydeki spekülatif düşüncenin imkanlarını arttırıyor ama tabiatın geleceğini kurtarmıyor. Uygarlığın aşırılıklarını doğrudan uygar hesaplara sokamıyoruz. O zaman analitik düşüncenin yanılsaması üzerinden bunları tabiat soyutlamalarına taşıyoruz. Bu sanki adı konmamış bir din gibi işliyor. Tabiat adeta büyük bir günah çıkarma ayin alanı hâline geliyor. Uygarlıktan yana her türlü şikâyet, bıkkınlık, hattâ nefret duygusu, tabiat tapınağında yankılanıyor. Tabiata dönüş arzusu esaslı bir modern arzudur. Bunu yapanlar yok değil. Tabiatta kendisine manastırlar inşa edip bir tür modern zühd hayatı yaşamak isteyenler çıkıyor. Bir kısmı paganlıktan medet umuyor. Tabiat varlıklarını kutsamak, uygarlığın onlara verdiği zararlar karşısında tabiat varlıklarının avukatlığına soyunmak geç-modernliğin incelme ölçüsü, hattâ fetişi hâline geldi.



İstiyoruz ki bir yandan uygarlığın bütün nimetleri bizim olsun; bir yandan da tabiatı kendi hâline bırakalım. Bu olmayacak bir duadır. Artık ok yaydan çıkmıştır. Çevrimsel tabiat ile düzçizgisel uygarlık arasındaki çelişki uzlaşmazdır. Uzlaşmazlık aşırılaştırma iç içe geçiyor. Modern uygarlık bir aşırılaştırmaydı. Bu tepki olarak, başka bir aşırılığı; tabiat varlıklarını uygarlığın varlıkları karşısında önceleyen, uygar sorumlulukları erteleyip uygarlık karşısında tabiatın sorumluluğunu üstlenen; yeri geldiğinde de hayvanları insanlardan daha değerli gören bir tabiat fetişini doğurdu. Ne tuhaf değil mi?


#Tabiatın dengeleri
#Modernlik
#Çözümsellik
8 yıl önce
İnsanlar ve hayvanlar…
Tevradî bir mitin Kur’anî bir kıssa ile tashihi
i-Nesli anlaşılmadan siyaset de olmaz, eğitim de…
İç talebe ilişkin öncü göstergeler ilave parasal sıkılaştırmaya işaret ediyor!
Enerjide bağımsız olmak
Târihin doğru yerinde durmak