|
İnsanlık ve insanlık durumları

Türkiye yakın zamanlarda iki mühim toplantıya ev sahipliği yaptı. Bunlardan ilki, G-20 Zirvesi; diğeri ise bir kaç gün evvel yapılan BM İnsânî Zirvesi idi. Bu iki toplantı kıyaslandığında ortaya ciddî bir farklılık çıkmaktadır. İlki ne kadar mutandandıysa; diğer en az o kadar cılızdı. Bu iki toplantı arasındaki fark, dünyânın hâl-i pür melâli hakkında yeteri kadar düşündürücüdür.



Herşeyden evvel bahse konu olan iki toplantının sâdece farklı değil; birbirine taban tabana zıt sâikleri olduğunu hatırlayalım. G-20 Zirvesi siyâsal ve ekonomik meselelerle yüklü bir gündeme sâhipti. Dünyânın tekmil liderleri bu toplantıya büyük bir iştah ile katıldı. Dünya İnsânî Zirvesi ise isminden de anlaşılacağı üzere, “siyâsal” ve “ekonomik” girişimlerin yarattığı “insânî” meselelere odaklanmıştı. Katılım ve temsilde, nedense ağırlıklı olarak “mağdurlar” en yüksek profili verdi. Gerek G-8 gerek G-20 devletleri bu toplantıyı âdeta görmezden geldi. O hâlde hemen Aristo mantığına başvuralım ve düz ayak çıkarsamamızı ifâde edelim: Demek ki insan hayâtı, ekonomik veyâ siyâsal değerler kadar değerli görülmüyor. İsterseniz bir adım daha atalım; demek ki insânî meselelerde siyâseten veyâ ekonomik olarak yapılacak bir şey kalmadı.



Aslında tabiî ki durum bu kadar basit değil. İşe esastan vaziyet edecek olursak, Kapital Dünyâ'dan fazlasını beklemek safdillik olur. Kapitâl Dünyâ'nın oluşturduğu maddî koşullar insan muhayyilesine tuhaf çarpıklıklar olarak geri döndü. 19.Asırda yaygın sanı ekonominin maddî ve insanı da maddîleştiren etkilerine karşı moral temelli “siyâsal” bir bilincin ayağa kaldırılmasıyla târihin düzlüğe çıkarılabileceğini öngörüyordu. Bu maddî tabloyla uyumsuzdu. Çünkü siyâset de en az ekonomi kadar maddîleşmiş, modern devletlerin reelpolitik gerçekliği , bahse konu olan siyâsal moral karşısında sert bir duvar oluşturmuştu. Sınıfsal ve ulusal davâlar olarak formüle edilen morâl siyâsetler, bu târihsel blokaj karşısında yenildi, dönüştü ve ehlileşti. 20.Asrın dünyâsı merkezden çeperlere doğru bu ehlileşmenin sayısız pratikleriyle yüklüdür.



Ehlileşme aynı zamanda, bürokratik ağı içinde kendi karanlık ve yozlaşmaya açık dünyâsını oluşturdu. Üstelik bu ehlileşmenin mâliyetleri o kadar fazlaydı ki, Keynes'in de ironik bir şekilde söylediği üzere orta vâdenin ötesine taşınamadı. Onun Denge Teorisini orta vâdeli bulup eleştirenlere Keynes ”Uzun vâdede zâten hepimiz ölüyüz” diyordu. Hâsılı uyuşum-yatışma ve ehlileşme çağı olan 20.Asrın gerçek yüzü; “yozlaşma” ve “mâliyet” eşiklerinin aşınması oldu.



21. Asırda ise , “Ekonomi-Dünya”, finansal ağırlıklı oligarşik yapılarıyla zuhur etti ve üst düzey bir dokunulmazlık kazandı. Bu aynı zamanda, ekonomik aklın siyâsal aklı dize getirmesiydi. Siyâsetin moral enerjisi, ekonominin kanunlarına çarptı ve dağıldı. Bugün siyâsal morâl enerjiyi doğuran ana şebekeler çökmüş ve her siyâsal dâvâ kendi mevzii jenaratörleriyle idâre eder hâle gelmiştir. Siyâsetin bu kadar büzüştüğü ve mevziî hâle geldiği başka bir târihsel zaman yaşanmış mıdır, bilmiyorum. Adını biraz daha berrak koyalım; adım adım, ekonominin küreselleştiği ve kendi acımasız kanunlarını dayattığı , siyâsetin ise alabildiğine parçalanıp ufalandığı, siyâset-öncesi kan dâvâlarına gömüldüğü zamanları idrâk ediyoruz.



Geçen çeyrek asırda, Türkiye'nin de içinde yer aldığı Yarı-Merkez Dünyâda başgösteren “muhâlif” yapılar önümüzdeki on senelerde ağır bir baskıya mâruz kalıyor. Burada bahse konu edilen hareketler de kendi aralarında, meselâ 20.Asırdaki “Bağlantısızlar” veyâ “Üçüncü Dünyâ” hareketlerinde olduğu üzere bir sinerji yaratamadı. Venezüella'dan Brezilya'ya Lâtin Amerika gözümüzün önünde paramparça ediliyor. Ağır bunalımlar yaşayan Lâtin Amerika'yı ekonomik kanunların kutsandığı ağır faşizmler bekliyor. Ortadoğu, Kuzey Afrika ve Mağrib, mezhebî ve etnik savaşlarla darmadağın, delik deşik edilmiş hâli ortada. İran yavaş yavaş çözülüyor. Rusya zar zor ayakta duruyor. Türkiye üzerindeki baskılar artıyor. Afrika'nın kara bahtı ise ağırlaşarak devam ediyor. Bu kaos sanıldığı gibi ârızî değil; bizzat ontolojik bir derinlik kazanıyor. Ama daha mühimi, bu kervâna yavaş yavaş Avrupa da dâhil oluyor.



Ya “insanlık” mı dediniz? Vallâhi ben içi boş kavramlardan meslekî olarak yeterince yıldım ve bütün âlâkamı kavramların durumsal karşılıklarına verdim. Beni “insanlık” değil; “insanlık durumları “ ilgilendiriyor.


#G-20 Zirvesi
#insanlık
#Aristo mantığı
8 yıl önce
İnsanlık ve insanlık durumları
İkiyüzlü dünyanın 200 günü
Garson nereye baksın?
İnsafsız takas!
Erdoğan’ı/AK Parti’yi Kürtsüz bırakma operasyonu…
Riyakâr Bey ile ‘Yamyam’ Biraderler