|
Vakit o vakit değil…

17 Ağustos Marmara Depremi cumhuriyet târihimizin en büyük “tabiî afeti” ise, hiç şüphe yok ki 15 Temmuz darbe girişimi de en büyük “siyâsal âfeti”dir. İlkinden çıkarılması gereken çok ders vardı. Yeni yapılaşmalar üzerinde halâ pek çok açıdan tartışmalar devâm ediyor.. Ama 17 Ağustos bu memleketin insanlarına, en azından daha dayanıklı yapılarda oturmanın ne kadar gerekli olduğunu öğretti. Biliyoruz ki, artık yeni binâlar inşâ edilirken statik ve dinamik hesaplara dikkât ediliyor. 15 Temmuz âfeti ise daha çok tâze. Bu felâket de, gören gözlere kurumlar târihimizin, tıpkı 17 Ağustos Depremi öncesinde yapılmış olan binâlar gibi ne kadar “çürümüş” olduğunu gösteriyor.



Dergilerinin adı “Sızıntı”ydı. Çürük yapılara sızdılar. İşi “Zaman”a bıraktılar. Nihayet “Aksiyon”a geçtiler. Tabiî ki büyük ölçüde temizlenecekler. Son elli senelik bütün “yatırımları”nı kaybedecek; tamâmen yok olmasalar bile bir yerlerde “kireçlenip” kalacaklar. Düze çıktıktan sonra yapılacaklar elbette konuşulacak ve tartışılacak. Ama vakit o vakit değil. Vakit, artık bütün dünyâda karşılıklarının ne olduğu tartışmalı hâle gelmiş siyasâl teolojilerin ezberleriyle boşa geçirilmeyecek kadar kıymetli. Eğer sağlam bir demokrasi, bireysel hak ve özgürlükler târihsel amacımız ise, bunun yolu sağlam bir kurumsal kültürün inşâsından geçer. Hâlbuki Tükiye'de bunun tam tersi oluyor. Kurumsal çürümüşlüğün târihi ile siyâsal teolojilerin normları tuhaf bir seyir izliyor. Meslek ahlâklarının çok zayıf kaldığı, kurumsal kültürün gelişmediği bir ortamda, en ileri özgürlükçü talepler kurumsal bir karşılık bulamamakla kalmıyor, bu yolda atılan her adım, başlangıçta ne kadar iyiniyetli olsa da pratiğe geldiğinde, toplumsalda örtük olarak mevcûdiyetini sürdüren niyetlerinin o kadar da hâlis olduğundan asla emin olamayacağımız bir yanaşma ağının eline geçiyor. Sonra “sızılıyor” ve hiç ummadığımız bir anda bir aksiyoner felâket olarak karşımıza geliyor.



Olağanüstü hâl kararının alınmasına dönük “sızlanmalar” da dile gelen söylem işte bu realiteyi “bilinçli”, “bilinçsiz” ıskalıyor. Siyâsal skolastik ezberler devreye giriyor, “Canım biz de darbeye karşıyız; ama özgürlüklerimiz ne olacak?” gibisinden şikâyetler başlıyor. İlerleyen zamanlarda bunun dozu artacaktır. Şimdi, böyle yazıp çizen, artık pek çoğu eski dostlarımız olanlara söyleyelim: Lütfen ezberlerinizden bir lâhza olsun çıkın. Bu kritik dönemde biraz da, küçümsemeyi âdet hâline getirdiğiniz, arkaik bulduğunuz “adâlet” kavramını bir hatırlayın. Elyevm en fazla ihtiyacımız olan değer bu. Merak buyurmayın; eğer bir “cadı avı”ndan korkuyorsanız , bunu da geriletecek olan değer yine, bu topraklarda kâdim köklere sâhip ve derin katmanlar hâlinde varolan adâlettir. Ve yine unutmayalım ki; modernliğin kurduğu en çarpık moral ilişki, yücelttiği “haklar” ve “özgürlükler” dâiresini bencilleştirmek ve bunun karşısında adâleti iğdiş etmek olmuştur. Ne kadar adâletsiz düşündüğünüzü şu bâsit soruyu sorarak bir sağlamaya kavuşturabilirsiniz: “Gezi'de ağaçlara gösterdiğimiz hassasiyetin hiç değilse bir miktârını tanklar altında ezilen insanlar için gösteriyor muyuz?” Ağaçlar için ne kadar “koşulsuz” harekete geçmiştiniz, değil mi? Öyleyse neden şimdi “evet ama” larla düşünüyorsunuz?



***


Kalkışma başarısız oldu. Ama dikkât edelim; bu kalkışmanın birincil amacı tabiî ki mevcût iktidârı devirmekti. Ama yüzde ellilik bir kitlenin direneceğini biliyorlardı. Onun için daha başta katliâma girişmekten çekinmediler. Çünkü esas hedef her hâl-ü kârda bir iç savaşı başlatmak ve Türkiye'yi kaos âleminin bir parçası yapmaktı. Birinci tehlike bastırıldı. Ama ikinci ve daha esaslı hedefleri için bir B plânlarının olup olmadığından emin değiliz. Onun için çok dikkâtli olmak, ağzımızdan ve kalemimizden çıkacak her kelimeye dikkât etmek zorundayız.



Sürecin dış bağlantıları gözden ırak edilmemelidir. Gezi'de ilk belirtisini verdi. Ama esas kırılma 17 Aralık ve sonrasıdır. Bu kirli yapı, çok daha derinlerde küresel hegemonik güçlerin bir maşası olarak faaliyet gösterdi. Bu bağlantı asla atlanmamalıdır. Ya Türkiye siyâsetlerini revize edecekler; ya da Türkiye bâzı siyasetlerini revize edecektir. Görünen o ki, ortası yok…..


#Marmara Depremi
#Olağanüstü hâl
8 yıl önce
Vakit o vakit değil…
Araplar ve Kürtler-1
Mülâhaza etmek
Siyasetçileri bürokratlara kurban etmek
Musallada bir sosyolog daha… Vehbi Başer’in ardından
Taşkent’in öbür yüzü