|
Dün bugün yarın

Koyu duman renginde çuval bezi gibi dayanıklı tek tip elbiseleri olan iriyarı adamların ellerinde rozetler vardı. Yıl 1974 falan olmalı. Miting mi vardı seçim mi bilmiyorum. Cebeci'de Emniyet Düğün Sarayı'nın altındaki Emniyet Ambarı'nın çalışanı hamallardı. İğneyle benim yakama da tutturdular bir tanesini. Dağa taşa 'Karaoğlan' yazılan yıllar olmalı.



Mahallenin bebeleri olarak düğün salonuna girip Ankara gazozlarından içmemiz tabii ki fazlalıktı ve kapıda dikilip sıkı sıkı davetsiz misafirleri önlemeye çalışanlar hep başarısız oldu; dönemin berbat ses düzeni ve havalandıramama sistemiyle iyice dinlenmez hale gelen türküler şarkılara katlanarak tahta kasayla dağıtılan gazozu, denk gelirse leblebi tabağını kovalamaca halinde kapar sonra çıkardık.



O sırada karşı apartmanların ancak balkonuna sürülmüş bateri takımlarıyla bir şeyler çalardı genç, saçları yeni yeni uzayan çocuklar.



Dikimevi Postanesi'nde de benzer kaçakçılıklar eksik olmadı; “uçakla” yazan arkası yapışkanlı küçük etiketlerin mavili ve kırmızılı olanlarından alıp sık sık okulda birbirimizin sırtına yapıştırırdık eğlencesine.



Aynı postanenin önünde o yaştayken bitmeyecekmiş gibi gelen uzun upuzun geçit töreni izlerdik ara sıra. Köşeden dönüp Kızılay'a yönelirdi belki on binlerce genç ön saflarda kocaman pankartlarıyla.



Bölgenin yaygın yapılanmasına uygun olarak bahçe içinde yapılmış oturduğumuz küçük apartmanın demiryolunun kenarında olması ancak haftasonu hayatımıza renk katan düğün salonunun aksine hafta içi büyük meşguliyetlerimizdendi. Pancar yüklü katarlar ilerideki büyük istasyonda durup son vagonlar önümüzde kalınca Eskişehirli komşuların bildiği sevdiği bir tatlı için kocaman açık sarı köklerden üç beş tane sebepsiz toplardık. Çivileri, gazoz kapaklarını raylar altında ezdirip bıçak gibi yapmak türü küçük merakları ara ara tren yolunda o yaşta anlaşılması imkânsız intiharları gölgeler sonra geçer giderdi tekrar Şehir Hatları da Doğu Ekspresi de yük katarları da.



Henüz buluşma değil, oyalanma mekânlarından biri olarak hayatımızda yer alan postanenin önünden bir gün ellerinde tek tip yontulmuş sopalarla belki iki yüz üç yüz genç Abidinpaşa tarafına gitti gözümüzün önünde.



Ne olduğunu ertesi gün babamın düzenli olarak eve getirdiği ve muhtemelen bir hafta Karaoğlan bir hafta Tarkan çizgi roman eki verdiği için tercih ettiği Günaydın gazetesinden okumuştum; sağcı öğrenciler solcu öğrencilere saldırdı diyordu haber. Epey yaralı vardı.



Bütün bunları dünkü 1 Mayıs gösterilerine dair haberlere bakarken hatırladım.



Bir yarım ömre sığacak kadar kısa zamanda dünyanın nasıl inanılmaz şekilde değiştiğini görmenin şaşkınlığıyla hatırladım.



Türkiye'nin o hep anlatılan 12 Eylül ve belki biraz daha geriye gitsek 12 Mart'tan önce yaşadıklarının ülkeyi sürüklediği yerler hakkında yeniden düşünmeyi zorladığı süreçler üzerine yapılan analizlerin en azından benim açımdan yetersizliği daha görünür oldu.



Kanlı sokak çatışmaları olmasa darbelere yol açmasa Türkiye nasıl bir ülke olurdu, ütopya veya distopya yazma becerisi zayıf edebiyatçılarımız bize gösterse belki daha anlamlı tartışmalarımız olurdu. Olmadı.



Türkiye demokratikleşme, siyasal kampların birbiriyle ilişkisi, Kürt meselesi başta olmak üzere temel sorunlarında belki de çoktan ortak aklıyla bulduğu, kabul ettiği bir çözüme ulaştırmıştı ve bugün tartıştığımız, zorlandığımız sorunların çoğunu kalem kağıtla yazılan mektupların postaya verildiği o zamanlarda çözülmüş olacaktı.



Bizim bulacağımız ve hayata geçireceğimiz her çözüm tabii ki bütün bölgeyi de yine olumlu etkileyecekti.



Sorunlarımızı çözme meselesini tarih içinde hiç bize bırakmadıklarını da görüyor o zaman insan.



İster Cihan Harpleri ister Soğuk Savaş ister bölgesel paylaşımlar… Hiçbiri yakamızdan düşmüyor.



Bugün yaşananlar da bundan başka bir şey değil aslında.



O dev mitinglerden, kağıt rozet ve iğnelerden, kalın abalı hamallardan robot işçilere evrilen dünyada yüz yıllık sorunlarımızın sürüyor olması bir çok şeyi tarihsel süreçlerle yeniden düşünmemizi belli ki zorunlu kılıyor.


#1 Mayıs
#Demokratikleşme
#12 Eylül
#Kızılay
7 yıl önce
Dün bugün yarın
"Recim Yoktur" demiştim
X’e kısıtlama an meselesi
Musevî bir yasadan Kızıl Düve miti üretmek
Sosyal çürüme yazıları 2: Her türden bağımlılıklar cumhuriyeti
Bir bu eksikti...