|
“Evet”, Türkiye’nin birliği ve dirliği güçlenecektir

Yarın Türkiye için, Türkiye halkının son sözünü söyleyeceği önemli bir karar günü. Yoğun ve sert geçen bir kampanya sürecinde özellikle “hayır” cephesinin propagandasını büyük ölçüde sık tekrarlanmaktan başka bir karşılığı olmayan algı vur-kaçları üzerinden yürüttüğüne tanık olduk. “tek adam”, “diktatörlük”, “bütün yetkilerin bir kişide toplanması”, “meclisin yetkilerinin azaltılacağı”, “yasama, yürütme ve yargının hepsini cumhurbaşkanının belirleyeceği”, “kendi çocuklarını askerden kurtarmak için milletvekili yapacakları” gibi her birini neresinden tutup düzelteceğinizi bilemeyeceğiniz türden ezberler.



Aslında büyük sorun şu ki, bilhassa CHP, belli ki, oylanacak sistemde Recep Tayyip Erdoğan'ın veya AK Partili bir cumhurbaşkanıın sürekli olarak sistemin başında kalacağını ve hatta her seçimde oyların salt çoğunluğunu daha ilk turda alacağı bir senaryo üzerinde kurmuş bütün tahayyülünü.

Öyle kurunca bu sistemde kendine hiçbir yer bulamıyor ve peşin peşin AK Partili bir Cumhurbaşkanının ilelebet aynı güçle iktidarda kalacağını varsayıyor.


Oysa bu değişiklikte her zaman Ak Partili bir Cumhurbaşkanı adayının ilk turda seçilmesi kaçınılmaz bir şey değil.

Hatta kuvvetle muhtemel olan senaryo Erdoğan dışındaki bir cumhurbaşkanı adayının ancak ikinci turda seçilecek olmasıdır.

Bu durumda kuvvetler ayrılığı ile ilgili dile getirilen hiçbir endişeye mahal kalmayan bir durum oluşmuş oluyor ki,

Kılıçdaroğlu malum gafını yaptıktan sonra kendini izah etmek için yaptığı açıklamada bunu son derece veciz (!) bir biçimde ifade etmişti. Diğer yandan, aslında bu işin asıl büyük çözümü ve eninde sonunda olması mukadder olan şey, CHP'nin de halka yaklaşması, halkla gerçek bir diyalog kurup halkla barışması ve halk düzeyinde yüzde ellilere talip olmasıdır.



Algı operasyonlarından biri de tam son günlerde ortaya saksağan gibi atılan ve anayasa değişiklik paketinin cumhurbaşkanına

“eyalet kurma

” yetkisi verdiği iddiasıdır. Deniz Baykal bunu söyledi ve bunda ısrar etti. Herkes doğal olarak paketin hangi cümlesinin, ifadesinin veya kelimesinin böyle bir şeyi hangi mesafeden, uzaktan veya yakından ima ettiğini aramaya koyuldu.

Tabi ki hiç kimse bulamadı, kendisi de sorulduğunda bunu gösteremedi, çünkü yok öyle bir şey.


Bir deli bir kuyuya bir taş atar da kırk akıllı çıkaramazmış ya. Deli rolü yapan bir akıllı bu taşı atıyorsa arkasından başka bir şey aramak lazım tabi.

Tam son kulvara girildiğinde bunun neyi hedeflediği, nasıl bir fitne ateşi yakmaya çalıştığı anlaşıldı.
O akıl sıra ülkenin istikrarı, güvenliği ve devletin milletin bekası için “evet” diyen çevreler arasında bir fesat yaratma niyeti sap gibi ortaya çıktı.


Daha önce defalarca dile getirildi:

Türkiye'nin rejim sorunu 1923 yılında çözüme kavuşturuldu.

I. Cihan Harbi gayyasından bize bir vatan kurtaran Gazi Meclisin üyeleri 29 Ekim 1923 tarihinde Türkiye'nin rejiminin ne olduğunu karara bağladılar. Bu konuda toplumsal bir konsensüs olduğu muhakkak.

Bu toplumsal konsensüsün üzerinde yükselen AK Parti'nin bu konsensüsün dışına çıkması, buna aykırı hareket etmesi akla ziyan bir durumdur

ve dolayısıyla sosyoloji ya da siyaset biliminin değil ruh hastalıklarının ihtisas alanına girmektedir.



Bu anayasa değişikliğinin hiçbir yerinde üniter devleti tehdit eden veya riske eden en ufak bir düzenlemeye bir ima veya geçit asla yoktur.

Tam aksine, yürütmenin bir elde toplanması, Türk tipi Cumhurbaşkanlığının gereği olarak bölmeyi değil birleştirmeyi amaçlamaktadır. Tam da bundan dolayıdır ki PKK bu referandumla birlikte kalan son heveslerini, umutlarını ve beklentilerini tamamen yitirmiş durumdadır. Yine bu sebeple

PKK kıyasıya ve can havliyle hayır kampanyası yürütmekte, “evet”i kendi sonu ve felaketi olarak görmektedir.

16 Nisan'da sandıktan çıkacak “Evet”, bölücü-emperyalist heveslere vurulacak en etkili darbe, Türkiye'nin birliğinin ve dirliğinin en net kararı olacaktır.



Hal böyleyken bu propaganda, bu tahrifat, dezenformasyon neden?

Son bir hafta içerisindeki benzer onlarca yayından birkaç tanesinin zikredilmesi esas hedefi ortaya koyacak belki de.

The Economist

adlı bir dergi “Türkiye diktatörlüğe kayıyor” diye bir başlıkla çıktı okuyucusunun karşısına.



Yaklaşık aynı günlerde ABD'deki bir gazetede yazan

Henri Barkey ise Türkiye'nin bu oylamadan sonra hiçbir zaman aynı Türkiye olamayacağını iddia eden bir makale yayınladı.

Barkey'e göre referandumda “evet” çıkmasının ardından Venezüela'da ne olmuşsa Türkiye'de de aynısı olacaktı.

100-150 senelik bir devlet geçmişi olan Venezüela ile Cumhurbaşkanlığı forsundaki yıldız kadar devletin siyasal ve sosyal sermayesinin üzerinde yükselen Türkiye'yi eşitleyen dil ile Ana muhalefet partisi liderinin dilinin birbirine bu kadar benziyor olmasını tesadüfle açıklamak mümkün değil.


16 Nisan referandumunda oylanacak anayasa değişikliği ile hükümet sistemi değişecek, üniter yapı güçlenecektir.

İnanıyoruz ki bir demokrasi şöleninin neticesinde karar alma süreçleri daha etkili hale gelmiş olacak, istikrar temin edilmiş olacak, en ufak bir toplumsal ya da siyasal hadiseden

kaos çıkarmayı amaçlayan çevrelerin siyaset dışı müdahaleleri tarihe karışacaktır. Tarihten bihaber Türkiye analizi yapan kerameti kendinden menkul, emperyalizmin emrindeki “araştırmacılar (!)” da onlarla aynı dili kullanan siyasetçiler de.

#Cumhurbaşkanı
#Recep Tayyip Erdoğan
#16 Nisan 2017
#Anayasa referandumu
7 yıl önce
“Evet”, Türkiye’nin birliği ve dirliği güçlenecektir
X’e kısıtlama an meselesi
Musevî bir yasadan Kızıl Düve miti üretmek
Sosyal çürüme yazıları 2: Her türden bağımlılıklar cumhuriyeti
Bir bu eksikti...
IBAN veren esnafın katli vacip mi?