|

Sevilmek için yazıyorum

Selim İleri Türk Edebiyatı'nın önemli isimlerinden biri. 45 yıldır yazı hayatının içinde olan ama yazdığı kitapların sayısını dahi hatırlamayan Selim İleri, geçtiğimiz günlerde edebiyat dünyasının en büyük ödüllerinden birinin sahibi oldu. Aldığı ödüle şaşıran İleri, sevilmek derdiyle yazdığını itiraf ediyor.

Kübra Sönmezışık
00:00 - 9/12/2012 Pazar
Güncelleme: 22:26 - 8/12/2012 Cumartesi
Yeni Şafak
Sevilmek için yazıyorum
Sevilmek için yazıyorum

KÜBRA SÖNMEZIŞIK

Selim İleri, edebiyatın içinde barındırdığı kibri ve üstenciliği hiç bir zaman kabul etmedi. Büyüklenmeden, ince bir tevazuyla da iyi bir edebiyatçı olunabileceğini her kesime göstermiş bir yazar. Yazdığı kitapların sayısını bilmeyen, ödül aldığında şaşıran yazar İleri, nezaketinin ve mahçubiyetinin altında sevilme arzusunun yattığını itiraf ediyor. Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü'nün bu yılki sahibi Selim İleri ile yazma serüvenini, edebiyat dünyasını ve ödülün kendisi için ne anlama geldiğini konuştuk.

İlk kitabınız Cumartesi Yalnızlığı'nın üzerinden 45 yıl geçti. Neydiniz, ne oldunuz?

Geçmişe dönüp baktığımda kendimle özdeşlik kuramıyorum. Duygularım ve isteklerim şimdikinden çok farklıydı. 1967 yılında edebiyat dergisi Yeni Ufuklar'da ilk yazım yayınlandığında çok sevindiğimi anımsıyorum. Kendimi o zaman olmuş bitmiş bir yazar olarak görmüştüm. Heyecanım ve umutlarım çok farklıydı. Edebiyatla ilgili farklı görüşlerim vardı.

Nasıl?

Edebiyatın yaşamı değiştirebileceğine ve insanlara iyi bir hayat sunacağına dair. 1967'den 1980'li yıllara kadar böyle düşünüyordum. Sonra edebiyatın içine kapanık bir dünya olduğunun farkına vardım. Beni gerçekten okuyan insanlarla bağ kurabileceğimi farkettim. O günden sonra dünyayı değiştirmenin bir ütopyadan ibaret olduğunu anladım.

Edebiyata ilk adım attığınız dönemlerde yazarlar değişimi idealize ediyordu. Onlardan etkilenmiş olabilir misiniz?

Olabilir. Çünkü o yıllarda sağ ve sol ayrımı vardı. Bu görüşteki edebiyatçılar dünyayı değiştireceklerini umuyorlardı. Onların belirlediği bir rotadan ilerledim bende. Daha sonra sağ ve solun Türkiye için ne anlama geldiğini öğrenince o ayrımın büyük bir yanlışlık olduğunu farkettim. O dönemin şartlarının hakikate dayalı değil, dışarıdan dikte edilmiş haklar olduğunu öğrendim.

Kitaplarınızda bireyin zengin iç dünyasını ve bireyler arasındaki iletişimsizlikleri anlatıyorsunuz. Arasında politik kavgaları eleştiren yazılar var mı?

Evet. 1980 yılında Bir Akşam Alacası adında bir romanım vardır. Orada romanın anlatıcısı ve baş kahramanları sol eğilimlidir. Bir gün romanın anlatıcısı bir ülkücünün cenazesini görür. Bu benim yazdığım en iyi pasajlardan biridir. O kitapta memleketin kan akışı içine sürüklenişine ideolojilerin neden olduğunu anlatır.

Kaç kitabınız var?

Hiç bilmiyorum.

Merak etmediniz mi?

Bilmiyorum hiç saymadım. Sadece ellinin altı kırkın üstünde olduğunu düşünüyorum. Altmış adet kitabımın olduğunu söyleyen de var. Sanırım bazı kitaplarımın yeni basımları oldu onları da sayıyorlar.

MEHMET AKİF'İ YAZMAK İSTİYORUM

Zihninizde cümlelerin hepsini kitaplaştırabildiniz mi?

Hayır maalesef. Yazmak istediğim projeler var. Belki yazarım ya da yazamam bilmiyorum. Siyasetin uçta görünen insanların arasındaki bağları ve insani duyuşun ne olursa olsun kardeşliğe dönüşebileceğine dair bir şeyler yazmak isterdim. Mesela; Mehmet Akif'in macerasını tek kişilik bir oyun olarak yazmak istiyorum. Ayrıca Suat Derviş, Nihal Atsız ve Deniz Gezmiş'in yer aldığı Deniz Gezmiş'in asılacağı gecedeki hesaplaşmalarını anlatan üç kişilik bir oyun yazma hayalim var.

Sanat sizde ego olarak değil, mahçubiyet olarak varlığını sürdürüyor. Bunu nasıl edindiniz?

Edebiyatçılar çevrelerine istemeden de olsa duvarlar örebiliyor. Mesela Cemil Meriç yaşadığı dönemde bir çığlık attı fakat o çığlıkları kimse işitmedi. Bugün okuduğumuzda Türkiye'yi aydınlığa çıkaracak ne kadar çok fikir ürettiğini görebilirsiniz. Fakat o çağda hiç kimse tarafından benimsenmedi. Müthiş bir yalnızlık duyuyordu. Cemil Meriç'in agresifliği bu yalnızlıktan kaynaklanıyordu.

Peki siz?

Ben de o yalnızlıktan çok uzak biri değilim. Benden önceki tecrübelerin bilgisine sahip olduğum için hayata karşı mülayimim. Yazar ve şairlerden gelen mesafeden uzak durmaya çalışıyorum. Hiç bir zaman yazar olmaktan dolayı kendimi diğer insanlardan üstün görmedim.

Anlaşılmadığınızda kırılıyor musunuz?

Zaman zaman evet. Fakat edebiyat konforla var olabiliyor. İyi bir okur olmanız için sıcak bir odanız, ışığınız ve yiyecek ekmeğinizin olması lazım. İnsanlar sizin çok emek vererek yazdığınız bir kitabı okurken kendi sorunlarıyla da başetmek zorunda olduğu için yazarı çok iyi anlayamayabiliyor. Bu yüzden okurları da anlayışla karşılıyorum. Sadece 'biraz daha dikkatli okunsaydı daha mı mutlu olurdum' diye de düşünüyorum.

EĞLENEREK YAZDIM ÇOK TEPKİ GÖRDÜM

Tevazu yazar için dezavantaja dönüşüyor mu?

Sanırım öyle. Ciddiye almadıkları oluyor. Beni sayan ve seven 45 yıldır birlikte yol aldığımız okurlarım var. O açıdan şikayetçi olmaya hakkım yok. Fakat bugüne baktığımızda yazarlar kendilerini pazarlıyorlar. Ben bunu yapamıyorum. Daha doğrusu bir yazara da yakıştırmıyorum. Yazar, sadece yazmalı ve bırakmalı.

Mahçubiyet ve nezaket sizin kendinizi sevdirme isteğinizden kaynaklanıyor olabilir mi?

Çok haklısınız. Bunu iki şey için yapıyorum. Herhangi bir insanın kalbini kırmaktan çok korkarım. Ayrıca çevremdeki insanların beni sevmesini çok isterim.

Hangisi daha ağır basıyor?

Kalp kırmaktan korkmak daha fazla ağır basıyor. Bazen yazarlığınızla ilgili sevilmediğinizi hissettiren yazılarla karşılaşabiliyorsunuz. Varolmaya çalıştığım yıllarda bana 'burjuva edebiyatının temsilcisi' gibi çok ağır ithamlarda bulunuyorlardı. O yazılar yayınlandığında kırıldığım zamanlar oldu. Bu eleştirilere yıllar sonra cevap verebilirdim. Fakat cevap verip insanları kırmaktan çekindiğim için vazgeçtim.

Benliğiniz ne zaman devreye girer?

Bütün bu tavrın altında belki bir benlik davası vardır. Çünkü bir süre sonra içgüdüleriniz felsefi bir duruşa dönüşüyor. Kendi kendinizi eğitiyorsunuz. Ben her zaman sevenlerim tarafından 'hüzünlerin yazarı' olarak anıldım. Aslında zannedildiği kadar hüzünlü birisi değilim. Fakat bunu yavaşça bir takım elbise gibi giyindim. O giysi üzerime oturdu ve onunla yaşıyorum artık. Tevazu sahibi olmam da iç dünyamdan geldiği kadar, belki zamanla giyinilip kuşanılmış şeylerdir.

Neşeli tarafınızı okurlara göstermiyor musunuz?

Yıllar önce Saz Caz Düğün adında

bir kitap yazmıştım. O kitabı güle oynaya yazmıştım. Herkes gülecek zannettim fakat hiç kimse

gülmedi, kitap hiç satmadı. Hatta okuyucudan delirdiğime dair söylentiler oldu. Has okuyucum onlara ihanet ettiğimi düşündü. 'Dünyayı bu kadar şenlikli nasıl görebilirsin' dediler. Ben de tekrar hüzünlere döndüm.

Peki sanıldığı kadar yalnız mısınız?

Değilim. Çok geniş bir dost yelpazem var. İnsanların bana gösterdiği ilgi ve sevgiden çok mutlu olmam gerekir. Bazen büyük hatalar da yaptığım olmuştur. İstemediğim halde kalp kırmışımdır. Bütün bu tavırlarıma insanlar hoş görüyle yaklaştılar.


11 yıl önce