Kitleselleşme elitizmin düşmanı mıdır?

Elitizmi yeniden tanımlayan bir kitleselleşme, toplumu hem genişleten hem de yükselten bir dönüşüm üretir. Belirleyici olan, elitizmin varlığı ya da yokluğu değil; hangi ilkelere yaslandığıdır. Ayrıcalığa dayalı elit tasfiye edilirken, liyakate dayalı yeni bir elit inşa edilebilir.

İllustrasyon: Cemile Ağaç Yıldırım.

Mahmut Özer / Eski Millî Eğitim Bakanı

20.yüzyıl, dünya genelinde kitleselleşmenin belirleyici olduğu bir dönem olarak tarihe geçmiştir. Eğitimden sağlığa, ulaştırmadan altyapıya, kültürden sanata kadar kamusal hizmetlerin kapasitesi bu yüzyılda sistematik biçimde genişletilmiş; daha önce sınırlı kesimlerin erişebildiği hizmetler, büyük toplumsal kitleler için ulaşılabilir hâle gelmiştir. Bu süreç, yalnızca nicel bir kapasite artışı değil, aynı zamanda toplumsal yapının merkez–çevre ilişkisini dönüştüren derin bir yeniden yapılanmadır. Çeperde kalan geniş kitleler merkeze doğru akışkanlık kazanmış, sosyal hareketlilik artmış ve orta sınıflar güçlenmiştir.

Batı Avrupa ülkeleri ve ABD başta olmak üzere birçok gelişmiş ülkede bu dönüşüm, 20. yüzyılın ilk yarısında yaşanmıştır. Zorunlu eğitim sürelerinin uzatılması, yükseköğretimin yaygınlaştırılması, ulusal sağlık sistemlerinin kurulması ve kitlesel ulaşım ağlarının geliştirilmesi bu dönemin temel unsurlarıdır. Refah devleti anlayışı, kamusal hizmetlere erişimi bir imtiyaz olmaktan çıkararak vatandaşlık hakkı olarak tanımlamış; böylece kitleselleşme, sosyal adaletin ve ekonomik büyümenin başlıca taşıyıcısı hâline gelmiştir. Bu süreç aynı zamanda güçlü ve istikrarlı orta sınıfların oluşmasını mümkün kılmıştır.

Türkiye’de ise benzer bir kitleselleşme süreci, tarihsel olarak daha gecikmiş olmakla birlikte son yirmi yılda oldukça hızlı bir biçimde yaşanmıştır. Eğitimde okullaşma oranlarının artması, yükseköğretimin ülke geneline yayılması, sağlık hizmetlerine erişimin genişlemesi ve altyapı yatırımları, toplumun uzun süre sistemin dışında kalmış kesimlerini merkeze taşımıştır. Bu yönüyle Türkiye’nin deneyimi, gelişmiş ülkelerde daha uzun zamana yayılmış bir dönüşümün gecikmiş ve oldukça kısa bir süreye sıkıştırılmış bir versiyonu olarak da okunabilir.

ELİTİZM ORTADAN KALDIRILMALI MI?

Diğer taraftan kitleselleşme süreci, elitizmle ilgili tartışmaları da beraberinde getirmiştir. Bunun nedeni, modernleşme ve devletleşme süreçlerinde birçok hizmet alanının fiilen dar bir kesimin kontrolünde ve erişiminde olmasıdır. Eğitimden bürokrasiye, kültürden akademiye uzanan bu alanlar, zamanla kendini yeniden üreten kapalı elit yapılar oluşturmuştur. Kitleselleşme bu yapıları zorladığında, elitizmin bütünüyle reddi yönünde bir eğilim ortaya çıkmıştır.

Oysa tarihi deneyim, elitizmin tamamen ortadan kaldırılmasının değil, yeniden tanımlanmasının kritik olduğunu göstermektedir. 20. yüzyılın ikinci yarısında birçok Batı ülkesinde yükseköğretim kitleselleşirken, aynı anda seçici ve araştırma odaklı üniversiteler korunmuş; bilim, sanat ve düşünce alanlarında yüksek standartlar bilinçli biçimde sürdürülmüştür. Benzer şekilde, kamu bürokrasilerinde geniş istihdam yaratılırken, üst düzey uzmanlık ve liderlik pozisyonları için sıkı liyakat mekanizmaları muhafaza edilmiştir.

KİTLESELLEŞME KALİTEYİ DÜŞÜRDÜ MÜ?

Son yıllarda dünyada gözlemlenen eğilim, bu dengenin bozulmasına ilişkin tartışmaları yeniden gündeme taşımaktadır. Aşırı kitleselleşmenin kaliteyi düşürdüğü, seçiciliğin zayıfladığı ve ortalama seviyenin belirleyici hâle geldiği yönündeki eleştiriler giderek artmaktadır. Buna karşılık, sadece dar gruplara hitap eden elitist modellerin de toplumsal meşruiyetlerini kaybettikleri görülmektedir. Dolayısıyla geniş erişim/kitleselleşme ile yüksek standartların aynı anda sürdürülebildiği hibrit bir yapıya yönelebilmenin imkânlarına odaklanmak gerekmektedir.

Kitleselleşme elitizme karşı bir hareket olarak kurgulandığında, toplumsal dönüşüm ilk aşamada kapsayıcılık üretse de orta ve uzun vadede ise yön, seviye ve derinlik kaybı riskini beraberinde taşımaktadır. Bu tür bir yönelim, başlangıçta eşitliği güçlendirmesine rağmen niteliği üretme kapasitesini zayıflatan kısa devre bir yola yönelimi zorlayabilir. Belki de bu yönelim başlangıç etkileri açısından cazipte olabilir. Çünkü ilk aşamada ortaya çıkan tablo genellikle oldukça olumludur. Erişim engellerinin kaldırılması, ayrıcalıklı yapıların çözülmesi ve kapalı devre elit ağlarının dağılması, geniş toplumsal kesimler için güçlü bir adalet duygusu üretir. Merkeze doğru bir akışkanlık oluşur, bastırılmış talepler görünür hale gelir ve sistem uzun süre dışarıda kalmış aktörlerle zenginleşir. Bu evre, meşruiyet açısından da gerçek bir kazanımdır.

Ancak kitleselleşme elitizmin havuzunu genişletmek değil de onu toptan tasfiye etmek üzere kurgulandığında ikinci bir evre başlar. Bu evrede seçicilik, derinlik ve ölçüt fikri sorunlu hale gelir. “Herkes için erişim” ilkesi, fark üretmeme baskısına dönüşebilir. En iyiyi, en nitelikliyi ve en yetkini ayırt etmeye yönelik mekanizmalar ya zayıflar ya da meşruiyetini kaybeder. Toplum yatay olarak genişlerken, dikey olarak niteliği yükseltme kanalları bulanıklaşır. Bu noktada dönüşüm, adil bir eşitlikten konforlu bir ortalamaya doğru kayabilir. Vasat, çoğunluk tarafından tehdit olarak algılanmadığı için norm hâline gelir. Başarı ile sıradanlık arasındaki sınırlar belirsizleşir; zorluk içeren yollar yerine en az direnç gerektiren güzergâhlar tercih edilir. Sistem, en iyiyi yetiştirmek yerine en çok sayıyı yönetmeye odaklanır. Bu da uzun vadede rekabet gücünü, yenilik üretme kapasitesini ve entelektüel derinliği aşındırır.

ULUSLARARASI BİR SALGIN

Alev Alatlı’nın da çok önceden işaret ettiği gibi elitizmi karşıt olarak gören bir kitleselleşme nihayetinde sıradanlaşmaya yol açmakta, dahası üstün veya özel yeteneklilerin horlandığı ve aşağılandığı bir ortam oluşturmaktadır:

‘Popülist dogma’ dedikleri, 21.yüzyılda dünyayı etkisi altına aldığı gözlemlenen “anti-elitist” akımın çıktısı oluyor. Hemen ifade edelim ki, burada “elit”ten murat, toplumun üretim araçlarını elinde tutan varsıl kesim ya da ülkemizdeki “Beyaz Türkler” yakıştırmasının ima ettiği ayrıcalıklar manzumesi değil; belirli bir alanda titiz çalışma yürüten, zahmetli bir konuda uzun soluklu liyakat sergileyen, tıp, hukuk gibi özellikli alanlara adanmış, derin eğitimleri, disiplinleri, başarıları veya erdemleri ile öne çıkmış kişilikler. “Anti-elitism” bu kesimi hedef alırken, emek, adanmışlık, süreklilik sonucu ulaşılan kazanımları küçültmeye, genç kuşaklara “rol modeli” olması beklenen ehil dehaları sıradanlaştırmaya yöneliyor. “Picasso da kimmiş, ben de onun kadar çiziktiririm” ya da “Itrî de kimmiş, uykumu getiriyor” ya da “Halil İnalcık da kimmiş, Osmanlı tarihini bilsem ne yazar?” şeklindeki ruh halinin yaygınlaşması, farmakolojiden fiziğe, felsefeden matematiğe hemen her alanda akademisyenleri, eğitimcileri, kültürel etkinlikleri baskılayan mukavemetle sonuçlanıyor. “Anti-elitism” ülkemize özgü değil, uluslararası bir salgın. “21.yüzyıl filistinizmi” deniyor, üstün zekâların, sıra dışı vasıfların hor görüldüğü ortam, gelişmiş ülkelerin tümünde “sıradanlaşma”yı yüceltiyor.

Oysa dönüşümün başka bir ihtimali daha vardır. Elitizmi yeniden tanımlayan bir kitleselleşme, toplumu hem genişleten hem de yükselten bir dönüşüm üretir. Belirleyici olan, elitizmin varlığı ya da yokluğu değil; hangi ilkelere yaslandığıdır. Ayrıcalığa dayalı elit tasfiye edilirken, liyakate dayalı yeni bir elit inşa edilebilir. Alatlı, bu yeni elitistin tanımını da yapmaktadır: “Belirli bir alanda titiz çalışma yürüten, zahmetli bir konuda uzun soluklu liyakat sergileyen, tıp, hukuk gibi özellikli alanlara adanmış, derin eğitimleri, disiplinleri, başarıları veya erdemleri ile öne çıkmış kişilikler.”

Yeni dönüşümde elitizm böyle kurgulandığında kitleselleşme elitizmin düşmanı olarak konumlandırılmaz, tam tersine kitleselleşme elitizm insan kaynağı havuzunu büyüten bir işleve sahip olur ve bu geniş havuz içinden nitelikli ve yön verici kadroların ortaya çıkması sağlanır. Kitleselleşme olmadan elitizm daralır ve kopuklaşır; elitizm olmadan da kitleselleşme yönsüzleşir ve vasatlaşma riskini artırır. Bu nedenle elitizm, kitlelere kapalı bir alan değil; kitleler için ulaşılabilir bir hedef olarak kurgulanmalıdır. Böylece toplumsal dönüşüm hem adil biçimde genişler hem de nitelik üretebilir.

Özetle, başarılı bir toplumsal yapı, kitleselleşme ile liyakata dayalı elitizmi birlikte düşünebilen yapılardır. Eski, kapalı ve ayrıcalıklara dayalı elitizm biçimlerinin tasfiye edilmesi ne kadar önemliyse, nitelik, derinlik ve sorumluluk üreten yeni elit yapıların inşa edilmesi de o kadar hayati önemdedir. Kitleselleşme tabanı güçlendirir, elitizm ise yön ve derinlik kazandırır. Bu iki sürecin eş zamanlı ve dengeli biçimde yürütülmesi, hem toplumsal adaletin hem de kalitenin birlikte üretilebilmesinin ön koşuludur.