Muhafazakârların son savaşı

90’larla birlikte alternatifsizliğini ilan eden liberalizm, kısa bir süre sonra siyasette sağ-sol diye iki farklı etiket taşımanın anlamsızlaşmasına yol açtı. Tek kutuplu dünyanın yönü de tekti. Nitekim zamanla din, gelenek, ahlak, aile gibi toplumsal değerler anlamını yitirdikçe sağ siyasetin bugüne kadar meşru görülen siyasi talepleri, çoğulculuk adına gündemden düştü veya üzerleri çizildi. Birey olarak insanların hakları genişlerken sahip çıktıkları değerlerin toplumsal ağırlığı azaldı.

Haber Merkezi Yeni Şafak
İLLUSTRASYON: CEMİLE AĞAÇ YILDIRIM

Numan Aka / Yazar

Parlamentoda meclis başkanının sağında oturan siyasi temsilcilerin temel duruşu olarak siyaset külliyatına geçmiş muhafazakârlık, mevcut toplumsal değerlerin korunmasını önceleyen bakışıyla modern siyaseti ayakta tutan iki dinamikten biridir. Çoğunlukla “sağcılık”, zaman zaman art niyetle “tutuculuk” olarak adlandırılmıştır. Dindarlık da bir alamet-i farikası görülmüş, yer yer “gericilik” olarak yaftalanıp aşağılanmıştır. Son yıllarda bu eğilimin daha da arttığına, muhafazakârlığın meşruiyetinin sorgulandığına, fikir ve siyaset hayatından tamamen def edilmeye çalışıldığına tanık oluyoruz.

90’larla birlikte alternatifsizliğini ilan eden liberalizm, kısa bir süre sonra siyasette sağ sol diye iki farklı etiket taşımanın anlamsızlaşmasına yol açtı. Tek kutuplu dünyanın yönü de tekti. Nitekim zamanla din, gelenek, ahlak, aile gibi toplumsal değerler anlamını yitirdikçe sağ siyasetin bugüne kadar meşru görülen siyasi talepleri, çoğulculuk adına gündemden düştü veya üzerleri çizildi. Birey olarak insanların hakları genişlerken sahip çıktıkları değerlerin toplumsal ağırlığı azaldı. Merkez sağ nam partileri solundakilerden ayıran, ismi dışında herhangi bir unsur kalmadı.

AVRUPA’DA DİNDARLIK SİZLERE ÖMÜR

Özellikle dindarlığın yitirilmesiyle başlayan süreçte, Batı’nın kendi üstünlükçü tarihinden ilham alan, sosyal liberalizme, çok kültürlülüğe, çok dinliliğe ve toplumsal anlamda küreselleşmeye karşı çıkan “alternatif sağ” adıyla bir takım yeni siyasi hareketler doğdu. Irkçılığın ve faşizmin doğduğu topraklar olarak Batı, İkinci Dünya Savaşı sonrası, bu eğilimleri belirli bir süre denetimi altında tutmayı başarmıştı. Fakat son yıllarda ortaya çıkan, beklentilerin aksine “ırkçı ve faşist” olarak tanımlanmayı kabul etmeyip kendini “vatansever ve demokrat” olarak tarif etmekte ısrarlı yeni sağın, halkta gördüğü ilgi karşısında bocalıyor.

  • Aileye, dine, vatana sahip çıkılması fikri etrafında toplanan günümüz Avrupa alternatif sağı içe kapanmacı, mülteci düşmanı, başka kültürlere, özellikle İslam’a ve Müslümanlara düşman bir çizginin ötesine geçebilmiş değil henüz. Polonya örneği dışında muhafazakârlığın baskın olduğu bir örnek yok. Din fiilen de fikren de öncü ve öncelikli değil. Yeni nesiller arasında kendini dindar olarak niteleyenlerin azınlıkta oluşu bunun en büyük kanıtı. Din bir rehber olarak değil yardımcı bir unsur, bir tür toplumsal yama veya uluslararası çıkar savaşında ihtiyati kuvvet olarak görülüyor. Aydınlanmacı köklere sahip çıkıldığı, seküler zihniyet korunduğu müddetçe adına ne derseniz deyin, gerçek bir açılım oluşturabilmeleri mümkün olmayacaktır.

ABD’DE KABUK DEĞİŞİMİ

Dünyacı görüşlerin ve eylemlerin bile bir şekilde dine bağlandığı, göçmenlerden müteşekkil, eyaletler şeklinde örgütlenmiş bir ülke olan ABD, sağcısı ve solcusuyla siyaseten dini önemsemiş ve toplumsal olarak her zaman baş üstünde tutmaya özen göstermiştir. Fakat bu durum hızla değişiyor; tarihinde ilk kez gençler arasında kendini dindar olarak nitelendirenler nicel olarak dinsiz olarak nitelendirenlerin gerisine düştü.

Muhafazakârlığın son versiyonu baba-oğul Bush dönemlerinde serpilen, neo-liberal politikalarıyla bilinen görkemli “Yeni Muhafazakârlığın” yerinde şu an yeller esiyor. ABD’de solu temsil eden Demokratlara teslim olmuş vaziyetteler.

  • Bir bakıma bu duruma tepki olarak, Donald Trump’ın 2016’da başkanlık seçimlerini kazanmasıyla başlayan süreçten bağımsız düşünülemeyecek yeni bir gelişme oldu. Son zamanlarda ortaya çıkan ve odaklarında “Hıristiyan ahlakının sahip çıkılması” olan ve geçtiğimiz yıl bir manifestoyla adlarından söz ettiren yeni bir hareket, “Milliyetçi Muhafazakârlar” doğdu. Nispeten küçük bir oluşum olan hareket, medya ve akademideki liberal hegemonyanın küçümseme bombardımanı altında ne kadar dayanabilir göreceğiz.

Son tahlilde Batı toplumlarının içten içe kaynadığını, toplumsal katmanların yer değiştirip fay hatlarının kırıldığını söyleyebiliriz. Bu gerilim Batıyı nereye sürükleyecek, kötü genlerine yenik düşüp yüzyıl önceki faşist ve ayrımcı köklerine geri mi dönecekler yoksa sağ siyasetin tamamen silindiği ve muhafazakâr değerlerin yargılanıp idam edildiği bir Batı ile mi karşılaşacağız; bir cevap vermek kolay değil. Fakat sağ ya da sol bugüne kadar Aydınlanma felsefesine ve sekülerizme bağlılığından vazgeçmemiş Batı’da, biz Müslümanların anladığı ve yaşamlarında öngördüğü manada dini değerlerin ve ahlâkın yaşayamayacağını varsayabiliriz.

Muhafazakârlık, muhafazakâr demokratlık Batı düşüncesinden mülhem olduğu için insan bu alanda hâlâ capcanlı bir fikir hayatı olduğu zannına kapılabiliyor. Batı muhafazakârlığı, bir dönem sosyalizme, bir dönem faşizme ve son olarak liberalizme yenildi. Bugün Avrupa sağı olarak nitelendirdiğimiz yapıların mutedil kısmı liberalizme teslim olurken muteriz (itiraz sahibi) olanları faşizme yakınsıyor.

MÜSLÜMANLIĞIN FARKI

  • Çin’den Rusya’ya, Hindistan’dan Macaristan’a, Fransa’dan ABD’ye muhafazakâr olduğunu iddia eden pek çok siyasi hareket ve lider var fakat büyük çoğunluğu ırkçılık ve ayrımcılıktan muzdarip. Kendi halklarını birleştirici, kültürel zenginliklerini koruyucu olmayı bırakın zorba bir devlet ve suni bir millet oluşturma derdindeler. Çıkarcılığın ana siyaset olduğu yeni bir hengâme sadece.

İslam tarihi, toplumu ırkçılaştırmayı başaramayanların mezarları ile doludur. Bir dönemin Emevilerinden tutun da son yüzyılın ulusçu diktatörlerine kadar hiçbir ırkçı veya üstünlükçü anlayış, ümmet olma şuurunu her daim muhafaza eden Müslümanlar arasında kabul görmedi. İzahı basit aslında; Müslüman olmuş herhangi bir kimsenin dili, ırkı, coğrafyası ne olursa olsun kardeş sayıldığı bir öğretide millet mefhumundan anlaşılan, bugün popülist siyasi hareketler olarak adlandırılan ırkçı hareketlerin anladığından fersah fersah uzaktır. Müslümanlar olarak aradaki farkı, neyin muhafızı olduğumuzu önce kendimiz anlamak, sonra tüm dünyaya anlatmak; daha da önemlisi adil ve huzurlu bir dünyaya giden yolu göstermek hepimizin sorumluluğudur.

Dijitalleşen dünyada idiyetlerimiz ve gençlerimiz