Şer ittifakı ateşle oynuyor

Doğu Akdeniz’de Türkiye ve KKTC’nin haklarının yok sayıldığı hiçbir denklem kalıcı olamaz. Türkiye çatışmayı zorunlu görmese de, hakkaniyet sınırının aşılması halinde bunun karşılıksız kalmayacağını net biçimde ortaya koymaktadır.

İllustrasyon: Cemile Ağaç Yıldırım.

Faruk Önalan / Yazar

Doğu Akdeniz, son on beş yılda yalnızca zengin hidrokarbon kaynaklarıyla değil, aynı zamanda yoğunlaşan bölgesel güç mücadeleleriyle jeopolitik bir fay hattına dönüşmüştür. Bu süreçte İsrail, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) ve Yunanistan arasında kurumsallaşan üçlü iş birliği, Türkiye açısından salt diplomatik bir yakınlaşma olmanın ötesinde, Doğu Akdeniz’de Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni (KKTC) dışlamayı hedefleyen stratejik bir kuşatma girişimi olarak okunmaktadır. Bu ittifak, enerji güvenliği, deniz yetki alanları, askeri denge ve siyasi meşruiyet gibi unsurları iç içe geçiren karmaşık bir tablo yaratmaktadır.

Üçlü iş birliğinin temelinde, Leviathan, Aphrodite, Tamar, Zohr gibi sahaların keşfiyle öne çıkan Doğu Akdeniz hidrokarbon rezervleri yatmaktadır. Bu rezervler, bölgeyi küresel enerji arzında alternatif bir havza haline getirmiş olsa da, Ankara bu iş birliğini, uluslararası hukukun eşitlik ve hakkaniyet ilkelerini göz ardı ederek Türkiye ile KKTC’nin meşru haklarını yok sayan maksimalist bir yaklaşım üzerine kurulu görmektedir. EastMed Boru Hattı projesi, bu bağlamda sembolik bir örnek olmayı sürdürmektedir. Teknik, ekonomik ve çevresel sürdürülebilirliği hâlâ tartışmalı olan proje, tam anlamıyla hayata geçirilmemiş olsa da, Türkiye’yi bypass etmeye yönelik siyasi bir girişim olarak değerlendirilmektedir. Türkiye, coğrafi konumuyla Doğu Akdeniz gazının Avrupa’ya taşınmasında en rasyonel ve ekonomik rota olmasına rağmen, bu tür projelerde bilinçli olarak dışlanmaktadır.

KRİTİK BOYUT: DENİZ YETKİ ALANLARI

İsrail-GKRY-Yunanistan iş birliğinin en kritik boyutlarından biri, deniz yetki alanları meselesidir. Yunanistan ve GKRY›nin, adalara anakara ile eşdeğer yetki tanıyan maksimalist yorumları, Türkiye tarafından uluslararası deniz hukukunun (UNCLOS) ruhuna ve hakkaniyet ilkesine aykırı görülmektedir. Özellikle Meis Adası gibi küçük adalar üzerinden çizilen haritalar, Türkiye›yi Antalya Körfezi›ne hapsetmeyi amaçlayan bir strateji olarak algılanmakta ve Ankara›nın güvenlik algısında ciddi tehdit oluşturmaktadır. Bu çerçevede üçlü ittifak, yalnızca enerji odaklı değil, Türkiye›nin denizlerdeki hareket özgürlüğünü daraltan bir siyasi bloklaşma niteliği taşımaktadır. Türkiye›nin 2019›da Libya ile imzaladığı Deniz Yetki Alanları Sınırlandırma Mutabakatı ise bu dışlama girişimine karşı geliştirilen etkili bir karşı hamle olarak kalmaya devam etmektedir.

NATO İÇİ DENGELERİ ZORLAR

Son yıllarda üçlü ilişkiler; ortak askeri tatbikatlar, savunma anlaşmaları ve istihbarat paylaşımıyla belirgin şekilde derinleşmiştir. En güncel gelişme, 22 Aralık 2025’te Kudüs’te gerçekleştirilen 10. Üçlü Zirve›dir. Zirvede Netanyahu, Miçotakis ve Hristodulidis güvenlik, savunma ve askeri iş birliğini güçlendirme konusunda mutabakata varmış; terörle mücadele, acil durum müdahalesi ve kritik altyapı koruması gibi alanlarda ortak adımlar atmayı taahhüt etmişlerdir. Yayınlanan bildiride, Doğu Akdeniz’de enerji güvenliğinin bölgesel istikrarın anahtarı olduğu vurgulanmış; ABD’nin katılımıyla Kasım 2025’te düzenlenen enerji bakanları toplantısına atıf yapılmıştır. Ankara açısından bu gelişmeler, iş birliğinin ekonomik olmaktan çıkıp askeri bir boyut kazandığını göstermektedir. GKRY’nin Kıbrıs meselesi çözülmeden fiilen askeri bir aktör haline getirilmesi, statükonun tek taraflı değiştirilmesi olarak değerlendirilmekte; NATO içi dengeleri zorlayan bir güvenlik mimarisi yaratmaktadır.

TÜRKİYE’SİZ BİR DENKLEM KURULAMAZ

Türkiye, İsrail’in bu eksendeki konumlanmasını ideolojik değil, çıkar temelli pragmatik bir tercih olarak okumaktadır. Tel Aviv, Türkiye ile geçmişteki gerilimleri fırsata çevirerek Yunanistan ve GKRY üzerinden manevra alanını genişletmeyi hedeflemiştir. Ancak Ankara’da hâkim görüş, İsrail’in uzun vadede Türkiye’siz bir bölgesel mimariyi sürdürülebilir görmediği yönündedir. Bölgesel kapasitesi yüksek bir aktör olan Türkiye’yi tamamen karşısına almanın maliyetleri, İsrail için ağır olabilir.

Türkiye, bu yakınlaşmaya karşı yalnızca sert güç unsurlarına dayanmamakta; diplomasi, enerji iş birlikleri, deniz hukuku hamleleri ve askeri caydırıcılığı eş zamanlı kullanmaktadır. Libya mutabakatı, Karadeniz gaz keşifleri, yerli savunma sanayii ilerlemeleri ve Doğu Akdeniz sondaj faaliyetleri bu stratejinin temel parçalarıdır. Ankara’nın ana hedefi, Doğu Akdeniz’de Türkiye’siz bir denklemin fiilen ve diplomatik olarak sürdürülemez olduğunu kabul ettirmektir. Çatışmayı kaçınılmaz görmeyen Türkiye, aksine hakkaniyet temelinde kapsayıcı, çok taraflı bir iş birliği modelini savunmaktadır.

“PİŞİRİLMEK İSTENEN ŞEY BAŞTAN SONA RADARIMIZDA”

Üçlü iş birliği, Ankara perspektifinden Doğu Akdeniz güç mücadelesinin geçici bir evresini temsil etmektedir. Türkiye›yi dışlama iddiasına rağmen, bölgenin jeopolitiği Türkiye›siz kalıcı bir düzene izin vermemektedir. Ankara, askeri caydırıcılık ile diplomatik esnekliği birleştirerek bu yapının denge iddiasını karşı dengelerle yeniden şekillendirmeyi sürdürmektedir. Temel gerçek değişmemiştir: Doğu Akdeniz’de Türkiye ve KKTC’nin haklarının yok sayıldığı hiçbir denklem kalıcı olamaz. Türkiye çatışmayı zorunlu görmese de, hakkaniyet sınırının aşılması halinde bunun karşılıksız kalmayacağını net biçimde ortaya koymaktadır. Kalıcı istikrar, dışlayıcı ittifaklardan değil; tüm aktörlerin –özellikle Türkiye ve KKTC’nin– meşru haklarını tanıyan kapsayıcı bir mimariden geçmektedir. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın “Güney Kıbrıs’ta pişirilmek istenen şey baştan sona radarımızda” uyarısı, İsrail–GKRY–Yunanistan yakınlaşmasının Ankara perspektifinden nasıl okunduğunu kristalize eden bir ifadedir. Fidan’ın sert üslubu tam da bu noktada devreye girmektedir. “Pişirilen” şeyin, yalnızca masada konuşulan projeler değil; sahada denenecek askeri ve siyasi hamleler olabileceği mesajı verilmektedir. Ve Fidan’ın çıkışı, Türkiye’nin caydırıcılığının yalnızca söylem düzeyinde olmadığını, gerektiğinde sahaya yansıyabileceğini ima eden bilinçli bir diplomatik dildir.

Gazze bağlamındaki “ateşkes” süreci nispeten olumlu olsa da, Doğu Akdeniz’deki stratejik planlar yakından izlenmeye devam etmektedir. Bölge, sürprizlere kapalı; her hamle karşılık bulabilecek bir stratejik saha niteliğindedir.