Türk Dili ve Edebiyatı’nın yumuşak karnı: Dil becerileri

Eğitim-öğretim bir bütündür. Birbirini destekleyip tamamlamayan eğitim- öğretim hedefine kesinlikle ulaşamaz. Dolayısıyla dört dil becerisini kazandırmak, bütün derslerin hedefi olmalıdır. Ders geçme sisteminde bütün derslerde dört dil becerisi gözetilmelidir.

İllustrasyon: Cemile Ağaç Yıldırım.

Kâmil Yeşil / 2015-23 Talim ve Terbiye Kurulu Üyesi

Maarif Modeli Türk Edebiyatı Programı'nın en önemli hedeflerinden biri, öğrencilerin dört dil becerisini geliştirmektir. Özel olarak ortaokullarda Türkçe, lisede Türk Dili ve Edebiyatı derslerinin hedefi olan bu dört beceri aslında diğer bütün derslerin de hedefleri arasındadır. Bu husus bütün programların girişinde açıkça belirtilmiştir. Elbette öyle olmalıdır. Okumaya teşvik, okuduğunu yazılı ve sözlü olarak anlamak ve anlatmak, alandan öğrendiği terimleri, kavramları, kelime hazinesinin kalıcı zenginliği haline getirdiğini konuşmalarında ve yazılarında göstermek bütün derslerin hedefi olmalıdır.

EĞİTİM-ÖĞRETİM BİR BÜTÜNDÜR

Yazılı olarak programlarda yer alan bu hedeflerin Türkçe ve Türk Edebiyatı dersleri dışındaki derslerde uygulamada, yani sınıfta gözetildiğini söyleyemiyoruz. Bunun en bariz ispatı Türkçe ve Türk Edebiyatı dışındaki derslerin sınavlarında; imla, cümle doğruluğu ve açıklığı, terim ve kavramların yerinde kullanılması hatta yazı güzelliği gibi hususların not/puan olarak değerlendirmeye tabi olmamasıdır. Türkçe ve Türk Edebiyatı dersleri dışında yaygın uygulama budur. Diğer derslerin öğretmenleri sınav kağıdında sadece verilen bilginin doğruluğuna bakıyor. Hatta sayısal derslerde sonuca bakmayan öğretmenler de var. Onlar sonuca değil “gidiş yoluna” bakıyor. Gidiş yolu, formül doğru ise öğrenci geçerli not alıyor.

Buradan çıkarılacak sonuç şudur: Eğitim-öğretim bir bütündür. Birbirini destekleyip tamamlamayan eğitim- öğretim (ve de öğretmen) hedefine kesinlikle ulaşamaz. Dolayısıyla dört dil becerisini kazandırmak, bütün derslerin hedefi olmalıdır. Ders geçme sisteminde bütün derslerde dört dil becerisi gözetilmelidir.

TEST USULÜ ÖLÇME-DEĞERLENDİRMEDEN VAZGEÇMELİYİZ

Dil becerilerinin gelişmesini önleyen diğer bir husus sınavların test usulü yapılmasıdır. Çok acı ki test usulü daha ilkokulda başlamaktadır. Bütün uyarılara rağmen ders kitabı dışında ‘kaynak kitap’ aldırmak nasıl devam ediyorsa; test usulü de aynı şekilde devam ediyor. Bu konuda kuralların öncelikle özel okullar tarafından çiğnendiğini biliyoruz. ‘Başarı’ odaklı özel okullar için başarının ölçüsü öğrencileri istedikleri okulları kazandırmak, hatta burslu kazandırmak olduğu için milli eğitimin duvarında ilk büyük gedik bu okullar tarafından açılmaktadır. Bu konuda öncelikle veliler ikna edilmelidir. Özel okullar bakanlığın bedava verdiği ders kitaplarını hiç kullanmıyor diyeceğim ama devlet okulları da aynı şekilde bu kitapları kullanmadığı için bir şey diyemiyorum.

Bu yazdıklarımdan sonuç çıkarayım. Dört dil becerisini geliştirmeyi bütün derslerin de amacı haline getirmek istiyorsak test usulü ölçme değerlendirmeden vazgeçmeliyiz.

ULUSLARARASI SINAVLAR KENDİMİZE AİT HEDEFLERİ BOŞA ÇIKARDI

Esasen dört dil becerisi dediğimiz hususlar yabancı dil öğretimi ile ilgili hususlardır. Yurt dışında eğitim görmek isteyen adaylarda aranan bu yeterlilik Türkçeye de taşınmıştır. Bu aslında Türkçeye yani ana dile yabancı dil muamelesi yapmak demektir. Türkçenin ayarını; diplomasiden akademiye Erasmus’tan TIMSS ve PİSA’ya kadar çeşitli isimler altında yapılan sınavlar bozmuştur. Kendi eğitim sistemimize, öğretmenlerimize, geleceğin teminatı olan gençlerimize güvenimizi kaybettik. Uluslararası sınavlar bizim kendimize ait bütün hedefleri, stratejileri bir sınav derecesi ile boşa çıkardı.

Bu sınavların sonucuna bakarak okuma yazması olmayan, kendini ifade edemeyen, konuşmayan ve konuşmasından bir şey anlaşılmayan gençler yetiştirdiğimize inandırdılar bize. Oysa yurt dışında uzun yıllar yaşamayan, dil pratiğinden uzak kalmış bütün akademisyenlerin, bürokratların da dört dil becerisi bulunmamaktadır. Fakat öz geçmişlerinde yabancı dil bildiklerini ifade ediyorlar. Dil biliyor dediğimizde; pratik, günlük hayatta temel ihtiyaçlarını karşılayacak kadar bir dil biliyor mu demek istiyoruz yoksa ilgili dilde bütün edebi, felsefi, soyut konuları da okuyup anlayıp başka dile çevirme derecesine sahip kişiden mi bahsediyoruz? Dil becerilerinden tam puan alanlar ilgili dilde şiir, öykü yazabiliyor mu? Sırf dil bildikleri için daha önce hiç bilgi sahibi olmadıkları konuları da mı anlıyorlar? Tabii ki hayır! Bizim öğrencilerin de haksızlığa uğradığı konu burası. Çünkü onlar okuduğunu anlamayan kişiler değil; konuyu yeterince bilmeyen kişiler.

ÖĞRENCİLERİN SÖZ VARLIĞI TESPİT ÇALIŞMASI AÇIKLIĞA KAVUŞMALI

Tek belirleyici ÖSYM tarafından uygulanan sınavlar olduğu müddetçe bu işin içinden çıkamayacağız . Diğer bir husus şudur: Milli Eğitim sisteminin uyguladığı sınavlardaki soru yapısı, kuruluş ile PISA ve TIMSS sınavlarındaki soru yapısı ve kuruluşlarını göz ardı ediyoruz. Buna sorulardaki çeviri dili de eklemeliyiz. “Türkçenin Türkçesi” ile karşılaşan bir öğrenci profiline haksızlık ediyor ve okuduğunu anlamıyor diyoruz.

Bu konuda en trajik olan şudur: Siyaset, akademi, medya dünyası bu sonuçlara öyle ‘takıyorlar’ ki sınavlarda anlamlı bir puan aralığında olsak, bütün eğitim sorunları çözülmüş kabul edecekler. Bakanlık da Türkiye’nin sırasını anlamlı bir seviyede ve sürekli tutmak için böyle tedbirler alıyor. Oysa görülüyor ki bu konu çok yönlüdür. Bunun için 10 yıldır bir türlü sonuçlandırılmayan “öğrencilerin söz varlığı tespit çalışması”nın mutlaka açıklığa kavuşturulması gerekir.

ÖĞRENCİLER BİRBİRİNİ DİNLEMİYOR

Türk Edebiyatı Programının, dil becerileri ve anlama-yorumlama üzerine kurulmasında bir sorun yok. Sorun, Programın sahada uygulanmasında görülecek. Çünkü Program, öğretmenlere yeni sorumluluklar ve iş yükü getirmektedir. Öğretmen, dil becerilerini kazandırmak için sınıf ortamına hakim olmalıdır her şeyden önce. Yılların alışkanlığı ile toplum önünde konuşmaya mesafeli olan öğrenciler için diğer önemli engel, dinlemeye de mesafeli olmalarıdır. Sınıfların kalabalık olması, meslek liselerinde öğrencilerin konuşmadan, yazmadan, okumadan ziyade “yapma”ya yatkın olmaları zorluğu artıracaktır. Çünkü Fen Liseleri bile sözel olarak gördükleri bu etkinlikleri kendilerini sınava hazırlıktan alıkoymak olarak görüyor. Meslek liseleri de bir ihtiyaç olarak hissetmiyor dil becerilerini. Okullarda birçok öğretmenin de isteksizlik göstereceğinden eminim. Öğrencilerin birbirlerini dinlemek gibi bir “alışkanlığı” yok veya çok zayıf. Bu tür sınıflarda, öğretmenler, sınıfa hakim olmak için devamlı not tutturma yolunu seçerler. Fakat öğrenciler fotokopi, tahtadaki notları cep telefonu kamerası ile çekmek yolunu buldular. Bir çıkış yolu olarak yazayım: Dil becerilerinin etkinliklerini o derste hemen not-puan olarak değerlendirmek çare olur mu acaba?

EDEBİYATTAN ÖDÜN VERMEK DİL BECERİSİNİ KAZANDIRABİLİR Mİ?

Bu konuda diğer önemli soru şudur: Dil becerileri Türk Dili ve Edebiyatı dersinin Türk Edebiyatı kısmına mı dahildir yoksa Kompozisyon dersleri kısmına mı? Sınıfı geçmek için hangisi baraj ders olacaktır? Her iki ders tek ders mi oldu acaba? Bölgeler ve okul türleri, okulların imkanları bu konuda ne kadar belirleyici olacaktır. Dört dil becerisinin içinde diğer becerileri besleyen, ilerleten öncelikli beceri hangisidir? Okumak mı yazmak mı? Konuşmak mı dinlemek mi? Bu becerileri birbirinden ayıramayız demek sorunu çözmüyor. Ancak bu becerilerden birinde daha iyi, diğerlerinde “yeterince iyi değil” olan çok öğrenci olacaktır. Ders geçmede hepsi de aynı ağırlıkta mı olacak? Türk Dili ve Edebiyatı; haftada 3 saat edebiyat, 2 saat Kompozisyon olarak işleniyor. Bu ayrım Maarif Programına uygun mudur? Dil becerilerinin en önemli desteği “okumak” eyleminden gelecek olmasına rağmen; ilan edilen programda Türk Edebiyatının zengin tarihi mirasını (akımları, anlayışları, belli başlı şahsiyet ve eserleri) “sadeleştirmek” adına kültürel zincirin kırıldığını görüyoruz. Dolayısıyla Türk Edebiyatından ‘vererek’ dört dil becerisini kazandıramayız.

KEM ÂLÂT İLE KEMÂLÂT OLMAZ

Bakanlığın açıklamasından anlıyoruz ki önümüzdeki yaz mevsiminde öğretmenleri hizmet içi eğitim bekliyor. Dolayısıyla bu hususları göz önünde tutmakta fayda var. Hatta bir adım daha atayım. Bu toplantılarda en önemli husus örnek ders anlatımı ve ölçme değerlendirme örnekleri olmalıdır. Madem ÖSYM sınavları bu müfredat ve ders kitaplarından hareketle hazırlanacak; o zaman öğretmenlerin yeterliliği, beceriler, sınav standartlarına uygun sorularla ölçülmelidir. Kurul Üyeliğinden biliyoruz ki öğretmenler ve öğrenciler sınav sorularını hazır bekliyor. Ders kitabındaki ölçme değerlendirme soruları ise çok yetersiz. Her öğretmen iyi soru hazırlama becerisine sahip değil. Bundan dolayı ya yardımcı kitap almak tercih ediliyor ya da ÖSYM sorularına uzaktan yakından benzemeyen sorularla ölçme (!) yapılıyor. Türk öğrencilerin uluslararası sınavlarda başarılı olmamasının diğer bir sebebi, sorular arasındaki bu büyük farktır. Çünkü öğrenciler tek kelimelik cevap ile ‘başarılı’ sayılırken okulda; ÖSYM ve diğer kurum sınavlarında sayfalarca soru ile karşılaşıyor.

Özetle; K12 Programları çok boyutlu, girişik yapılı, devamlılığı mental olarak gözeten Programlardır. Bu Programların sonucunu, önümüzdeki yıl okul öncesi programına göre eğitim alan öğrenciler 12 yıl sonra (2036) mezun olduklarında göreceğiz. Niyet hayır akıbet hayır, diye bir söz var. Bu sözü bence “Kem âlât ile kemâlât olmaz” kaidesi ile birlikte düşünmeliyiz.

KUŞ TEK KANATLA UÇAMAZ

Türk milli eğitiminin en büyük eksiği müfredat değil; öğretmen eksikliğidir. Öğretmen eksikliğinden kastımız her branştan öğretmenin sayısal olarak eksikliği değildir. Herkes teslim eder ki halihazırdaki öğretmenler ve atanacak öğretmenler Maarif Programına göre yetiştirilmiş değildir. Bu durumda öğretmenlerin hizmet içi eğitime alınması gerekiyor. Bunun hem fiziki hem pratik olarak mümkün olmadığını biliyoruz. Maarif Modeli’nin 1, 5, 9. Sınıflarda uygulamaya geçilecek olmasını göz önünde bulundurarak öncelikle branş ölçeğinde gruplandırılmış öğretmenleri eğitmek daha doğru görünüyor. Maarif Modeli’nin öğretmeni yok derken esasen bunu da kastetmiyoruz. Öğretmenlerin bu programları benimsemesi başarının temeli olacaktır. Ancak sendikal bölünmelerden de açıkça görülüyor ki bugün eğitimin en önemli paydası öğretmenler siyasi ve ideolojik gruplara ayrılmış durumdadır. Peşin yargılarla Maarif Modeli’ne karşı çıkan öğretmenler, programları işlevsiz hale getiremeseler de istenilen kıvamı tutturmak zor olacaktır. Maarif Modeli programların iş yükünü de göz ardı etmemek gerekir. Bu noktada öğretmenlerin işini kolaylaştıracak dokümanlar, bol miktarda ölçme değerlendirme sorusu, görsel ve işitsel malzemeler de hazırlanmalıdır. Dil becerilerinin dinleme ve izleme kısmı için bu aciliyet göstermektedir. Tecrübe ile biliyoruz ki öğretmenler sahiplenirse başarılı olmamak mümkün değildir. Bu konuda velilerle iş birliği içinde olunması gerektiği aşikârdır. Eğer 1, 5, ve 9. Sınıfları iyi izleyip değerlendirebilirse Bakanlık, daha sonraki adımlar daha kolay ve daha verimli olacaktır. Özetle Maarif Modeli programların başarısı ‘Maarif öğretmeni’ne bağlıdır. Gerekirse bu konuda başarı gösteren öğretmenler onore edilmeli, ödüllendirilmelidir. Programların yanına öğretmen yeteneğini, gücünü ve fedakarlığını da eklemek gerek. Yoksa Maarif Modeli, kuş tek kanatlı kalacaktır. Kuş, tek kanatla uçamaz.

DÜŞÜNCE GÜNLÜĞÜ
Türkiye Filistin için neler yaptı?