Türkiye-Katar iş birliğinin küresel etkileri

Türkiye ve Katar stratejik iş birliğinin iki ülkeye önemli kazançlar sağlamış olması diğer Körfez ülkeleri açısından da bir örneklik oluşturmuştur. ABD’nin bölgedeki etkisinin azalması sonucu Körfez ülkeleri güvenlik gerekçeleri ve ekonomik refahlarını sürdürme mecburiyetleri çerçevesinde; askeri ve ekonomik alanda Türkiye’yi kendileri için potansiyel bir partner olarak görmektedir.

Haber Merkezi Yeni Şafak
İLLUSTRASYON: CEMİLE AĞAÇ YILDIRIM

Enes Güneyli / Araştırmacı - Milletlerarası İlişkiler ve Diplomasi Merkezi (MID)

Körfez ülkelerinin tarihsel süreçlerine uluslararası ilişkiler disiplini çerçevesinde baktığımızda ön plana çıkan varoluşsal doğal dış politika reflekslerinin kısaca şu şekilde tezahür ettiği görülmektedir: Suudi Arabistan, Kuveyt, Katar, BAE, Umman ve Ürdün’ü de dahil edersek, Körfez ülkelerinin, dış politikada ortak hedefleri bağlamında planlı bir görev dağılımı uygulamaya yönelik bir anlayışları olduğu gözlemlenmektedir.

Bu politikalarında konjonktürel birtakım değişimler görülse de genel eğilimleri bütüncül bir dış politika stratejisi olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu stratejiye göre Kuveyt tüm bu ülkeler adına İran’la olan ilişkilerin tanzim edilmesinde aktif bir rol oynarken, Katar İslam ülkeleriyle ilişkilerin geliştirilmesinde ön plana çıkmaktadır. BAE aynı şekilde bu 5 ülke adına daha fazla Avrupa ülkeleri ve İsrail’le yoğun temaslar içerisindeyken, Suudi Arabistan’ın ABD ve İngiltere’yle daha yakın ilişkiler sürdürmesi varoluşsal bir dayanak noktasını oluşturmuştur. Umman ise Körfez ülkeleri arasında olası bir sorun durumunda arabulucu bir role ve tarafsız konuma sahiptir. Ürdün Krallığı Körfez ülkeleri arasında pek görülmese de tarihsel ve sosyolojik nitelikleri gereği çeşitli temsili özelliklere sahiptir.

PETROLÜN TAHTI SALLANIYOR

2030-2040 perspektifleriyle birlikte bölgesel bir projeksiyon tutarak analiz ettiğimizde önemli bir sermaye gücüne sahip olan Körfez ülkelerinin, ABD seçimleri sonrası dönem için yeni bir dış politika stratejisine yönelecekleri öngörülmekteydi. Buradaki en belirleyici faktörlerden birisi önümüzdeki yıllarda etkisini daha fazla gösterecek olan, enerji kaynakları başta olmak üzere, ekopolitik değişimler olarak karşımıza çıkmaktadır. Çünkü Körfez ülkelerin en büyük ekonomik gücü petrol ve doğalgaz gibi önemli enerji kaynaklarına dayalı olmasından gelmektedir.

Bu yeni duruma iyi bir örnek olması bakımından otomotiv sektöründeki yaşanan değişim gösterilebilir. Çünkü otomotiv sektöründeki değişim eşgüdümlü olarak enerji kaynaklarında doğal bir dönüşüm meydana getirmektedir. Yani motorlu araçlarda kullandığımız benzin ve petrolün yerini, bundan sonra elektrikli otonom araçlar için kullanılan piller alacak. Bunların en önemli ham maddesi ise lityumdur. Kullandığımız cep telefonları başta olmak üzere birçok teknolojik ürünün de ham maddesi olan lityumun önemi her geçen gün çok daha fazla artmaktadır.

2030-2040 yıllarına kadar olan periyotlarda bu dönüşümün gerçekleşmesi doğal bir gereklilik olarak görülmektedir. Gelecek yıllarda bu alanda önemli yatırımları bulunan başta Türkiye, Çin, Almanya gibi ülkelerin otomotiv sektörünün önde gelen aktörleri olacağı ön görülmektedir. Türkiye’de ciddi miktarda bulunan ve çeşitli sektörlerde kullanılmaya başlanan bor vb. stratejik öneme sahip ham madde kaynağı niteliğindeki bazı ürünler üzerinde gerekli Ar-Ge çalışmaları yapıldığında ciddi kazanımlar elde edilebilecektir. Bu kazanımlar, Türkiye’nin jeostratejik konumu ve genç nüfus potansiyeliyle birleştiğinde avantajlı bir konuma geçmesini sağlayacaktır. Enerji alanında yaşanan bu değişimler sonucunda finans sektörü eşgüdümlü olarak etkilenecektir. Özellikle de ABD Doları’nın gelecek yıllarda uluslararası bir para birimi olma özelliğinin giderek zayıflamasını beraberinde getirebilecek olmasıdır. Çünkü günümüzde dolara değer katan en önemli unsurlardan biri petro–dolar endeksidir. Yani petrol gibi önemli bir enerji kaynağının dolara dayalı olarak satılması ABD açısından önemli bir avantajdır.

DÜNYAYI TESLİM ALAN EKONOMİK BUHRAN

Elektrikli otonom araçlarda petrolün kullanılmayacak olması nedeniyle lityum, bor vb. yeni enerji kaynaklarına sahip olan ülkelerin avantajlı hale gelebileceği önemli finans çevrelerinde yoğun alarak tartışılmaktadır. Dolayısıyla global sistemin yeni kurallarına uygun olarak sanal paralar üzerinden yeni finansal formüller buna uygun çözüm önerileri yoğun olarak ortaya çıkabilecektir. 2011 Wall Street olaylarından sonra bazı ekonomistler kapitalizmin beyin ölümü gerçekleştiğini ifade etmişti. ABD 2008 krizini atlatmak için 200 yıllık tarihinde bastığı paranın dört katını basmıştı. Piyasalar böylece 10 yıl daha ayakta tutuldu. Yani beyin ölümü gerçekleşen kapitalizmin 2020 pandemi süreciyle artık tamamen fişi çekilmiş oldu ve globalizme geçiş süreci gecikmeli de olsa başlamış oldu.

Otomotiv sektörünün en büyük markaları, karbon emisyonundaki fosil yakıt payını sıfırlamak amacıyla, AB yasaları ve Paris İklim Anlaşması kapsamında elektrikli araç yatırımlarını her geçen gün artırmaktadır. Otomotiv devi Almanya 2030 yılına kadar ülke genelindeki trafiğe kaydı yapılacak araçların yüzde 80’inin elektrikli araçlardan oluşacağını ifade etmektedir. Diğer ülkelerde de durum farklı değil. Önde gelen otomotiv firmalarının büyük çoğunluğu Paris İklim Anlaşması’nın çevre konusundaki bağlayıcı hükümleri gereğince, içten yanmalı motorlu araçların üretimini 2030 yılına kadar durduracaklarını, yerine ise elektrikli otonom araçları üreteceklerini açıkladı. Pandemi süreci bu değişim sürecini hızlandıran en önemli unsur olarak gösteriliyor. Önemli finans uzmanları dünya genelinde yaşamakta olduğumuz bu değişimi 1929 buhranına benzetmektedir.

Ekonomi alanında önemli çalışmaları bulunan kuruluşların ve ekonomistlerin araştırmalarını incelediğimizdeki ortak kanı; krizlerle gelen fırsatların ülkeler, firmalar ve bireylerin lehine sonuçlanmasında belirleyici en önemli faktörlerden biri de kendileri için uygulayacakları doğru bir SWOT analizdir. 1929 büyük buhranından bu yana yaşanan tüm krizlerde ülkelerin elindeki tüm imkanları masaya yatırarak kendileri için en uygun modelle hareket etmeleri halinde krizleri nasıl fırsata çevirebildiklerini görebiliriz.

KILAVUZ: ANKARA – DOHA İŞ BİRLİĞİ

Körfez ülkeleri; enerji kaynakları, finans, güvenlik vb. alanlardaki bu değişimleri çok yakından takip etmektedir. Çünkü başlangıçta bahsettiğimiz gibi Körfez ülkelerin nüfus oranları Suudi Arabistan dışında çok azdır. Körfez ülkeleri son 50-60 yılda elde ettikleri kazanımların devamlılığını dünyada yaşanan bu yeni değişimi de görerek başka sektörlere yatırımlar yapmak suretiyle sürdürmek istemektedir. Tam bu aşamada günümüzde Körfez ülkelerinin çok daha yoğun bir şekilde Türkiye’ye yöneleceklerini gösteren önemli gelişmeler meydana gelmektedir. Dünyada yaşanan değişimle birlikte Körfez yatırımının önemli ölçüde Türkiye’ye yönelecek olmasında bazı önemli sebepler bulunmaktadır. Bunun en önemli ve tetikleyici unsuru Türkiye’nin son yıllarda Katar ile geliştirdiği stratejik iş birliğidir.

Türkiye ile Katar arasındaki ekonomik ve ticari ilişkiler, son yıllarda büyük bir gelişme kaydederek, Haziran 2017’de Doha’ya uygulanan abluka ve ambargonun ardından daha da arttı. Türkiye, Katar sermayesi için birçok sektörde en ön plana çıkan ülkelerden biri haline geldi. Katar ve Türkiye arasındaki Ortak Yüksek Stratejik Komite 2014 yılında kurulmuş, ilk oturum bir sonraki yılın aralık ayında gerçekleştirilmiştir. 2015 yılından bu yana iki ülke arasında dönüşümlü olarak 5 oturum düzenlenmiştir.

Türkiye, Katar iş dünyasını yatırım yapmaya teşvik etmek amacıyla 2017 yılında Doha’da ticari bir ofis açtı. Türk Yatırım Destek ve Tanıtım Ajansı, Türkiye’de faaliyet gösteren Katarlı şirket sayısının çeşitli sektörlerde 130’a yakın olduğunu söyledi. Türkiye Müteahhitler Birliği verileri, Türk şirketlerinin 2000-2017 yılları arasında Katar’da 14,1 milyar dolar değerinde 128 projeyi tamamladığını gösteriyor. Türkiye Cumhuriyeti Odalar ve Borsalar Birliği’ne göre 15 yıl önce 15 milyon dolar aralığında olan ticaret borsasının hacmi şimdi 60 kat artarak 900 milyon dolara ulaştı.

Geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’nın Doha ziyareti kapsamında, Türkiye-Katar Yüksek Stratejik Komite 7. Toplantısı’nda, Katar Emiri Şeyh Temim bin Hamed Al Sani ile gerçekleşen ikili görüşmelerinin ardından iki ülke arasında 12, toplamda 15 önemli anlaşma daha imzalandı. Türkiye ve Katar stratejik iş birliğinin iki ülkeye önemli kazançlar sağlamış olması diğer Körfez ülkeleri açısından önemli bir örneklik oluşturmuştur. Türkiye dış politikasında ilişki kurduğu tüm ülkelere mütekabiliyet ilkesiyle muamelede bulunmaya özen göstermektedir.

ABD’nin bölgesindeki etkisinin her geçen yıl azalma trendinde olması sonucu Körfez ülkelerinin kendi güvenlik öncelikleri ve ekonomik refahlarının devamlılığını sürdürme mecburiyetleri çerçevesinde; askeri, ekonomik vb. nitelikleri sebebiyle bu ülkeler için partner olma potansiyeli taşıyan en önemli ülke Türkiye’dir. Türkiye’nin Afrika’da yaptığı çok yönlü açılımlar ve bunların bir devamı olarak son yıllarda Asya’da önemli bir yere sahip ülkelerin, Türk Birliği’nin kurumsal markasının güçlendirilmesine yönelik olarak ortak atılan önemli adımlar, Türkiye’yi bir cazibe merkezi haline dönüştürmektedir. Katar, BAE, Kuveyt, Suudi Arabistan, Umman başta olmak üzere Körfez sermayesinden Türkiye’ye şimdiye kadar gelen yatırım miktarından çok daha fazlasının gelebileceği artık net olarak anlaşılmaktadır.

KRİZDEN ÇIKIŞ YOLU TÜRKİYE’DEN GEÇİYOR

Pandemi sebebiyle birçok sektördeki tedarik zincirin kırılması Avrupa Birliği’ni de olumsuz yönde etkilemektedir. AB ülkeleri Çin’den tedarik edilen çok sayıda üründe direkt veya dolaylı olarak sorunlar yaşamaktadır. AB bu ürünlere daha hızlı ve kolay ulaşmak istemekte bu yönde çeşitli yatırım paketleri konusunda Türkiye’yi işaret eden açıklamalarda bulunmaktadır. Körfez sermayesinin kat ve kat üzerinde AB ülkelerinden önemli miktardaki yatırımların kısa ve orta vadede Türkiye’ye yöneleceği ön görülmektedir. AB ülkeleri bir takım basit siyasi kazanımlar elde etmek için bir süredir Türkiye’ye yönelik yatırımları yavaşlatmıştı. Ancak pandemi süreci gösteriyor ki; 1929 buhranı gibi, belki biraz daha fazla olağan dışı koşullarda bir geçiş yaşanıyor. AB ülkelerinin kendi çıkarları açısından ve bahsetmiş olduğum tüm sebeplerden dolayı Türkiye’ye olan yatırımlarını önümüzdeki yıllarda daha fazla ve kalıcı olarak artırması kaçınılmaz bir gerçektir.

Türkiye’nin Katar ile izlediği çok yönlü ve kararlı stratejik iş birliği diğer Körfez ülkelerinden yatırımları çekmesine sebep olurken, Türkiye’nin Azerbaycan’la olan stratejik iş birliği Asya’da önemli bir alana sahip devletlerin bir araya gelmesiyle Türk Birliği markası altında çok yönlü olarak ilişkilerin güçlenmesi sağlamaktadır. Aynı şekilde Türkiye’nin Libya, Somali, Sudan başta olmak üzere kurduğu kalıcı alt yapı sayesinde tüm Afrika ülkeleriyle derinlikli ilişkilerin gelişmesine böylece önemli bir hinterlanda sahip olmasına yol açmaktadır. Türkiye için diğer önemli bir hareket alanı ise Balkanlar’da Arnavutluk’la kurulan ilişkilerdir. Karşılıklı fayda üreten stratejik iş birliği çalışmaları bölge ülkelerine örnek bir model teşkil etmektedir.

Pandemi sürecinin zorlu koşullarını yoğun olarak yaşayan AB ülkelerinin toplumsal yapısı da göz önüne alındığında bu tip ekonomik kriz süreçlerine direnme kabiliyetlerinin zayıf olduğu tarihsel arka planlarına bakıldığında görülebilecektir. Avrupa Birliği’nin en güçlü ülkesi Almanya’nın Türkiye ile olan güçlü ekonomik ilişkilerinin bu süreçte ne kadar kazançlı olduğunu karşılıklı olarak bir kez daha göstermiştir. Diğer AB ülkeleri için de bu krizden çıkış yolunun Türkiye ile sağlıklı bir iş birliğinin geliştirilmesi olduğunu göstermesi bakımından da çok önemli bir örnektir. AB’nin kısa sürede Türkiye’ye yönelmek durumunda olacağı gerçeği ise aslında tüm bu değişimin kaçınılmaz bir sonucudur.