Afganistan tutanakları: Bu dereden bu kadar balık tutulur

Kâbil fatihi ve Özbek yardımcılarından haber beklememiz nafileydi. Genelkurmay başkanıyla da savunma bakanıyla da bizi görüştürmek için en küçük bir girişimleri olup olmadığı meçhulümüz olarak kaldı. Hareketin sözcüsü Zebihullah’a ve Kâbil fatihinin sözlerine güvenerek geçirdiğimiz haftalarda çekip çevirdiğimiz işler yanımıza kâr kaldı. Dünyanın en kirli ve kasvetli kentlerinden birine bu vaatler hatırına katlanmıştık ve artık yoldaşlarım benden o cümleyi duydukları için ferahlamışlardı: “Bu dereden bu kadar balık tutulur!”

Haber Merkezi Yeni Şafak
Kâbil fatihinin Özbekleri de ayrı bir âlemdi. Hepsi hemşerisiydi, Faryab’tandı. İçlerinde eski, sınanmış, bilenmiş savaşçılar vardı fakat önemli bir kısmı son yıllarda ve yakın zamanda harekete katılmıştı.

BÜLENT TOKGÖZ / AFGANİSTAN TUTANAKLARI-5

Türkiye’den gelen paralarla Raşid Dostum kendi hanedanlığını kurmuş ve uğradığı her şehre bir saray kondurmuştu. Asıl mekânı Cevzcan’daydı ve saray adını sahiden hak ediyordu. Mezarışerif’teki en eskisiydi, o günün şartlarında son derece lüks bir konuttu; onu da enine boyuna çekme şansı bulacaktık.

  • Kâbil’deki ise boydan boya kapatılmış geniş caddedeki diğer binalarla büyük bir külliyenin parçasıydı ve tek başına bir şatoyu andırıyordu. Geniş salonları ve botanik bahçesiyle Afganistan’ın en özgün yapılarından biri olduğuna şüphe yoktu. Duvarlar boyunca uzayan kocaman akvaryumlardaki cins balıklardan ise Hint Altkıtası’nda bile bulunmayabilirdi.

Afganistan tutanakları: Yaşasın ekmek!

ORTADOĞU’DAN BİLE GİRİFT

Kâbil fatihinin Özbekleri de ayrı bir âlemdi. Hepsi hemşerisiydi, Faryab’tandı. İçlerinde eski, sınanmış, bilenmiş savaşçılar vardı fakat önemli bir kısmı son yıllarda ve yakın zamanda harekete katılmıştı. Raşid Dostum’un şatosunu zapt etmişlerdi fakat içlerinde Dostum’a toz kondurmayanlar vardı. Bunlardan biri kayıtlara geçti de. Türkiye’de yıllarca kalmış biri, “Dostum çok iyi adam idi, kötü şeyler yaptı mı bilmiyorum; namaz kılmıyordu diyorlar, şarap içiyordu diyorlar, Özbeklere çok iyi davranıyordu” diyordu mesela. Bu türden skandal beyanların sadır olacağını sezen bir yetkili ise apar topar müdahale edip çekim yapmamızı engelliyordu.

  • Bir diğeri, idealinin Özbekçe eğitim veren lise ve üniversitelerin açılması olduğunu, Taliban içinde bunun mücadelesini vereceğini söylüyordu. Afganistan’ın kuzeyinden “Cenubî Türkistan” diye söz eden bu akademisyenin Taliban’da ne işi olduğunu anlamak hiç de kolay değildi. Taliban’ın kuzey halklarına muamelesini “Taliban bizi burasıyla seviyor, şurasıyla değil” derken önce ağzını, sonra kalbini işaret eden bir diğerinin de orada ne aradığını anlamak güçtü. Afganistan Ortadoğu’dan bile girift, cidden zorlu bir coğrafyaydı. Basmakalıp yargılarla gerçeğe nüfuz etmek muhaldi.

Afganistan tutanakları: 'Burka'dan perde

Özbeklere has olmayan bir diplomatik kıvraklık tüm Afganlarda bilhassa kuzeylilerde standart bir davranış kalıbıydı. Sizin Batılı kıyafetler içinde bir Türk olduğunuzu anlayan muhataplarınız Taliban yanlısı olma ihtimalinizin düşüklüğünden ötürü evvela Taliban aleyhinde verip veriştirirken sizin hiç de beklenen tipte bir Batılı olmadığınızı sezdiklerinde derhal çark edip aslında Taliban’ın gelişinin ne kadar hayırlı olduğundan, nasıl kısa sürede asayişi sağladıklarından dem vurabilmekteydiler. Bu kadar keskin çark edemeyenler dahi muhalefet dozlarını düşürüyor, daha uzlaşmacı bir pozisyona çekiliyorlardı.

TALİBAN’DAN MEDET UMAN ŞİİLER

  • Önceki asır veya çağlara kadar geri gider miydi bilinmez fakat bu diplomatik kıvraklığın 40 küsur yıllık savaşların öğrettiği bir tür hayatta kalma sanatı olduğunu kavramak o kadar da zor olmasa gerekti. Bir nevi herkesin herkese takiyye yaptığı bir toplum modeliyle karşı karşıya olduğumuz hükmüne varıyordum kimi zaman. Bunu en çarpıcı biçimde yaşadığım yer ise Kâbil’in batısında Deşti Berçi semtindeki bir Şiî kız okulunun yöneticilerinin Taliban komutanı karşısında el pençe divan durdukları sahneydi.

Yirmilerinin başındaki azametli militan Şii mahallesine bakan karakolun komutanıydı ve okulun güvenliğinden de sorumluydu. Okulun cidden bir güvenliğe ihtiyacı vardı çünkü mayıs ayında bir DAİŞ ölüm arabasının hedefi olmuş ve en az 70 talebesini kaybederken 165’i de yaralanmıştı. Kaybın 100’den fazla olduğunu söyleyenler de vardı. DAİŞ’e karşı Taliban’dan medet uman Şiiler Taliban’a karşı kimden medet umabileceklerine dair bir karamsarlığa duçar olmuşçasına cansızlaşmışlardı. Yine de Taliban’dan “İmaret-i İslamî (İslamî Emirlik)” diye bahsediyor ve hürmette kusur etmiyorlardı.

Afganistan tutanakları: Bir polis devletine doğru

  • Genç Taliban komutanı da bir hürmetsizlikte bulunuyor değildi fakat bıçkın ve mütehakkim tavrıyla Şii muhataplarını orantısız biçimde eziyordu. Sadece o simsiyah kıyafeti, sarığı, kıyıcı suratı ve elinde taşıdığı kayışsız tüfeğiyle dehşet saçması işten bile değildi. Varlığının bizatihi kendisi dehşet vericiydi, bunu kast etmesine gerek yoktu.

Taliban komutanının bilmediği, şu iki okul yöneticisinin saygı duruşuyla sakladıkları sırra ben kaşla göz arası vakıf olmuştum. Karakol komutanı okulun demir kapısını bir elinde Kaleşnikof, yumruğuyla küt küt çalıp müstahdemle konuşurken bahçenin içindeki ikinci kapı birkaç saniyeliğine kazara açıldığında koşuşan bir grup kız görmüştüm. Bunlar lise son sınıf öğrencisi olacak yaşta, iri kızlardı. Taliban’ın geldiğini işitince saklanmaya çalışıyor, bodruma, ardiyeye, kim bilir nereye kaçışıyorlardı. Çünkü Taliban kız okullarına henüz izin vermemişti, kaçak köçek eğitimlerine devam ediyorlardı.

BELGESELDEKİ EN İYİ SAHNELERDEN BİRİ

  • Bu manzaraları görünce çok utandım. Taliban adına, Sünnîler adına, kendi adıma. Büyük bir yanlışın içindeydik. Ümmet olarak çuvallamıştık. Şiî-Sünnî savaşına yuvarlandığımız zamanlardan itibaren hep birlikte kaybetmiştik; birbirimize bu şekilde eza cefa ederek de bu kaybedişi kalıcılaştırıyorduk. Şiîlerin Taliban’a karşı en ön safta savaşan unsur olmalarına rağmen yaklaşan mağlubiyeti öngördükten sonra herkesten önce barış anlaşması yapıp savaşlarını bitirmelerini, yeni dönemde varlıklarını güvenceye alacak bir esnekliğe yönelmelerini buraya geldiğimden beri takdirle karşılıyordum.

Kızlarını okutma, donatma yönündeki dirayetlerini de görünce onların tarihsel direncinin arkasında yatan mizacı daha iyi anladığımı düşünmeye başlamıştım. Kızların hatırına şurada titrek sesle konuşan hocalara derin bir saygı duymaktan kendimi alamamıştım.

  • Şiî banliyösündeki Taliban karakolunda geçirdiğimiz bir gün, belgeselin en orijinal kısımlarından biri olarak anılacaktı, buna emindim. Tüm belgeseldeki en iyi sahnelerden biri ise Taliban’ın kontrol noktalarında yaptığımız çekime arabasından inerek katılan makine mühendisinin medenî tavrıydı, bunu da sahne yaşanırken hissetmiştim.

Gayet iyi giyimli ve düzgün bir görünümü olan adam kameranın karşısına büyük bir özgüvenle geçti ve İslamî Emirlik’e asayişi sağladığı için teşekkürlerini bildirdikten sonra kızların 9’uncu sınıftan sonra da okula gitme izninin verilmesini beklediklerini mertçe ifade etti. Kontrol noktası komutanının Şiî babanın tavrını memnuniyetle karşılaması, onu tasdik eder beyanlarda bulunması, hazırlık çalışmalarının yakında biteceğini söylemesi, Afganistan’la ilgili ümidimi tazeleyen anlardan biri olacaktı.

KLİKLER VE EKİPLER YARIŞI

  • Yeniden Özbeklerimize dönersek Gözlerimiz önünde bir rejim ihdas olunuyordu. Düne kadar dağda taşta bombalar altında hayatta kalmaya çalışan veya ölümün üstüne atılan insanlar şimdi mevki makamları kendi aralarında üleşiyorlardı. Gözle görülür bir itiş kakış yoktu fakat kapalı kapılar ardında klikler ve ekipler kıyasıya yarışa tutuşmuştu. Sözgelimi Özbeklerin bir meclisinde geleceğin Ankara büyükelçisi olarak genç bir komutan takdim edilmişti, başka bir mecliste ise başka bir Özbek Talip’ten aynı sıfatla söz edilmişti. İkisi de birbirinden haberdardı ve olan bitenden bihabermiş gibi davranmanın en doğrusu olacağına dair aynı terbiyeyi çok eski bir tarihte almışlardı.

Kâbil fatihi ve Özbek yardımcılarından haber beklememiz nafileydi. Genelkurmay başkanıyla da savunma bakanıyla da bizi görüştürmek için en küçük bir girişimleri olup olmadığı meçhulümüz olarak kaldı. Hareketin sözcüsü Zebihullah’a ve Kâbil fatihinin sözlerine güvenerek geçirdiğimiz haftalarda çekip çevirdiğimiz işler yanımıza kâr kaldı. Dünyanın en kirli ve kasvetli kentlerinden birine bu vaatler hatırına katlanmıştık ve artık yoldaşlarım benden o cümleyi duydukları için ferahlamışlardı: “Bu dereden bu kadar balık tutulur!”

  • Özbeklere has olmayan bir diplomatik kıvraklık tüm Afganlarda bilhassa kuzeylilerde standart bir davranış kalıbıydı. Sizin Batılı kıyafetler içinde bir Türk olduğunuzu anlayan muhataplarınız Taliban yanlısı olma ihtimalinizin düşüklüğünden ötürü evvela Taliban aleyhinde verip veriştirirken sizin hiç de beklenen tipte bir Batılı olmadığınızı sezdiklerinde derhal çark edip aslında Taliban’ın gelişinin ne kadar hayırlı olduğundan, nasıl kısa sürede asayişi sağladıklarından dem vurabilmekteydiler. Bu kadar keskin çark edemeyenler dahi muhalefet dozlarını düşürüyor, daha uzlaşmacı bir pozisyona çekiliyorlardı.