Kültürel mirasın sahafla imtihanı

Sahaflarda, müzayede evlerinde ve resmi kurumlarda değerli kitap ve evrakın alınıp satılması sürecini Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanı Prof. Dr. Uğur Ünal, Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanı Prof. Dr. Muhittin Macit, ülkemizin önde gelen sahaflarından Emin Nedret İşli, Bahtiyar İstekli, Lütfü Seymen, Lütfi Bayer ile müzayede evi sahibi Şükrü Oral Yeni Şafak Kitap’a anlattılar.

Halil Solak Yeni Şafak
Arşiv

Sahafların, antikacıların, koleksiyonerlerin başına polisiye olaylar sıkça gelir. Yakınlarda da sahafların ve müzayede evlerinin uğradığı baskınlar sosyal medyada ve gazetelerde kendine yer buldu. Güvenlik güçlerinin ülkemizin kültürel mirasının korunması bakımından gösterdiği bu hassasiyet son derece önemli. Ancak değerli eserlerin nesilden nesile aktarımında, kaybolup gitmesinin engellenmesinde en büyük etken de sahaflar. Bundan dolayı sahafların alıp sattığı malzemenin -yersiz şekilde- sürekli polisiye olaylara konu edinilmesi uzun vadede bu kültürel aktarımı olumsuz yönde etkileyecektir.

ÇÖPE ATMA SAHAFA VER

İşte tarihçi Dr. Hakan Erdem’in tanıklığı: “Toptaşı Bîmarhanesi’nin ıslahı üzerine bir rapor hazırlanmış bir zamanlar. Ruhiyatçı bir profesörün evrakı, yırtılıp çöpe atılmış. Yarısını buldum, geri kalan yarısını iki ay sonra bambaşka bir yerden buldum ve tamamladım. Kurumsallaşmanın olmadığı yerde anekdot birikiyor. Saatlerce konuşabiliriz bu konuda. Ailelerin öyküleri çok ilginç. ‘Hocam, dedemizin anıları ama aile çok büyük ve herkes yayınlanmasını istemiyor. Bir kopya vereyim size, uygun bir şekilde değerlendirirsiniz’ diyen var. Hassas ve bilinçli olan dar bir kitle bu. Bir de yazıyı okuyamadığı için mahrem birtakım bilgiler olmasından endişe eden insanlar var. Onlar yırtarak sokağa atıyor. Hâlbuki sahafa ulaştırılsa değerini bulacak. Sahafa vermek ayıp değil, o belgeyi kurtarmaktır. Sahafı çağırmayıp çöpe attıklarında kayıp büyük oluyor.”

BELGEYİ KURTARMAYA BAK

Evet, bir belgeyi, evrakı, kitabı, kütüphaneyi sahafa vermek, yok olmaktan kurtarmaktır. Bu kurtarma sürecinde pek çok kişi ve kurumun rolü var: Sahafa malzemeyi ulaştıran; malzemeyi satın alarak ilgilisine ulaşmasını sağlayan sahaf; malzemeyi alan meraklı, araştırmacı ya da akademisyen; kitap ve belge gibi kültür mirasının toplanması, korunması ve geleceğe ulaştırılmasından sorumlu devlet kurumları.

Peki bu kişi ve kurumlar arasında yaşanan sorunlara nasıl çözümler bulunabilir?

Ülkemizin önde gelen sahaflarından Emin Nedret İşli, Bahtiyar İstekli, Lütfü Seymen, Lütfi Bayer ve müzayede evi sahibi Şükrü Oral sorunlara çözüm önerilerini Yeni Şafak Kitap’a anlattılar.

Ayrıca Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanı Prof. Dr. Uğur Ünal ile Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanı Prof. Dr. Muhittin Macit kurumlarındaki malzeme satın alma ve bağış konularındaki süreçlere dair sorularımızı cevapladılar.

Emin Nedret İşli

SAHAFLAR BİRLİĞİ DERNEĞİ BAŞKANI

Türkiye’nin en büyük koleksiyoneri aslında devlet

-Öncelikle konuyla ilgili güvenlik güçleri alınıp satılan malzemeyi Türkiye’deki kanunlara göre değerlendirmelidir. Bunun için de -kitap ya da evrak etrafında konuşursak- mevcut eski malzemeyi okuyup anlayıp doğru dürüst bir hüküm verebilecek emniyet mensupları olmalı. Herhangi bir eski yazılı metni satan birini töhmet altında bırakmak doğru değil. Zaten eski harfli malzemeyi tanıyan, bilen, anlayan ve hangisinin nadir hangisinin bol olduğunu ayırt edebilecek insanlar çok az. Bu çok ciddi bir sorun. Ayrıca şu da var: Bu tür malzemenin alım-satımı sadece son yıllarda gerçekleşen bir işlem değil. Osmanlı’dan bu yana, yani eski harfli metinlerin kullanıldığı zamandan beri alınıp satılıyor, el değiştiriyor bu malzemeler. Kimi zaman bazı kütüphaneler dağılıyor, bazen malzemeler kazaen de olsa dışarı atılıyor. Dolayısıyla sahafların bütün bu malzemeyi bulup çıkarıp dükkânına taşıyarak, yok olmaktan kurtaran meslek grubu olduğunu söyleyebiliriz. Zaten bir de şu var: Türkiye’deki değerli yazmaların, kıymetli malzemelerin yüzde doksanı zaten devletimizin elinde, ya Topkapı Sarayı’nda ya Süleymaniye Kütüphanesi’nde ya da Milli Kütüphane’de… Türkiye’nin en büyük koleksiyoneri aslında devlet… Dolaşımda olan, sahafın alıp sattığı malzemeler artık devletin ya hiç ilgilenmediği ya da arşivinde olup da bir kopyasının ilgili kişiye suret olarak verdiği malzemeler. Genelde basında “Osmanlı’nın tarihini değiştirecek malzemeler bulundu” diye manşetler atılıyor. Ortalıkta dolaşan malzemeler böyle değil oysa ki. Mesela Lütfi Seymen’in başına gelen olayda, bir internet sitesinde “yıllardır aranıyor” diyordu. Başka böyle aranan malzemeler neyse, bildirirlerse biz de varsa hemen verelim, yoksa peşine düşelim. Bizim vazifemiz bu: Kayıp olan, yok olmakta olan malzemeyi bulup sunmak. Bunu yaparken de geçimimizi sağlayacak kadar bir ticaret yapmak.

Şükrü Oral

MÜZAYEDE EVİ SAHİBİ

Bu tür yaklaşımlar kayıt dışı satışları arttırır

-Öncelikle bu konunun gündeme taşınması kültür, sanat hayatımız için çok önemli. Buradaki en önemli detay bu eserlerin yurt dışına çıkışını engellememiz ve kültürel varlıkların şahıs ya da kurumsal koleksiyonlar aracılığı ile halkla buluşmasını sağlamak. Bir eser herhangi bir müzayede evine çıktığı anda otomatik olarak kayıt altına alınmış olur. Bu eser artık yurt dışına çıksa bile Türkiye’nin dava açma ve de geri alma hakkı olur. Bu sebeple müzayede evleri tarafından duyurulan her şey aslında koruma altına alınıyor. Bunu özellikle söylemek lazım çünkü müzayede evleri, koleksiyonerler bir toplumun kültürel mirasının korunmasında önemli görevleri olan unsurlardır.

Son yaşanan olayda Türkiye’nin seçkin müzayede evlerinden birinin yaşadıkları açıkçası hepimizi ziyadesiyle üzmüştür. Bu müzayede evi ki aynı zamanda onlarca müzeye binlerce eser kazandırmış bir yerdir. Aynı zamanda da yüzlerce eseri yok olmaktan kurtarıp yurtdışına çıkışına mani olmuştur. Bu ve buna benzer olaylar telafisi mümkün olmayan hasarlara yol açıyor. Sağduyu ve de diyalog ile bu süreci atlatmamız çok önemli. Aksi takdirde binlerce eser ya değerinden habersiz kişilerin elinde yok olacak ya da yurtdışına çıkarak memleketimiz için geri dönüşü olmayan kayıplara yol açacaktır. Devlet kurumlarının öncelikli olarak koleksiyonlara erişim hakkı olduğu, koleksiyonerler aracılığı ile de birbirinden farklı konuların halkla buluştuğu bir zemin oluşturmak gayet mümkün. Kültür Bakanlığı, yetkilileri tarafından hazırlanacak bir ekip sektörün oluşturacağı bir heyet ile görüşerek bu konunun daha işlevsel bir forma dönmesini sağlamalı. Aksi takdirde bu tür yaklaşımlar sadece kayıt dışı satışları arttırır. En nihayetin de vergisini ödeyen, eserleri Türkiye’ye kazandıran kurumlardan bahsediyoruz. Umarım bir an önce bir adım atılır.

Lütfi Seymen

SAHAF

Bir kanunla bu işlerin netlik kazanması gerekiyor

-Öncelikle şunu söylemeliyim: Sahaflığın devlet tarafından bir meslek olarak algılanması gerekiyor. Sahaflığın kültür varlıklarını koruyan, onların alım satımı üzerinden yapılan bir ticaret olduğunu bilmeyen de yok. Ama otuz senedir ben de duran ve çöpten bulduğum Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde Kastamonu vilayetine ait bir klasör içinde 300 parça evraka el koydular, karakola gittim. İfade verdim. Dava hala sürüyor… Oysa ortada suç teşkil edecek bir durum yok ki… Ben 45 yıldan beri yapıyorum bu işi… Benim başıma gelen türünden şeyler başkalarının da başına geliyor. Gelmemesi için bir şekilde bir kanunla bu işlerin netlik kazanması gerekiyor. Sahaflar ne satar, ne satmaz? Bu sorunun açıklıkla cevaplanması gerekiyor. Bize çöpe atılan evraklar da geliyor, resmi kurumlardan bir şekilde çıkan evraklar da. Aileler de vefat edenlerin terekelerinden çıkan bazı evrakları getiriyor. Devlet, gerçekten bu kültür varlıkları korumak istiyorsa sahaflardaki bütün malzemeleri satın alarak bir kütüphanede toplasın, ne diyeyim… Ama bizim bu sorunlarımıza bir an önce bir çözüm bulunsun. Benim isteğim budur.

Lütfi Bayer

SAHAF

Asıl meselemiz insanlarda bir bilinç oluşturmak

-Cumhuriyet’in kuruluşundan bugüne kurumlardan pek çok kitap, evrak vs. tasfiye edilmiştir. Hurdacılardan yıllar boyunca buralardan çıkan malzemeler piyasaya aktı. Sahaflar vasıtasıyla da yeniden ilgililerine kazandırıldı. SEKA’ya gidip hamur olanların ne kadar olduğunu bilemiyoruz bile. Halen -az da olsa- çöpten, hurdacılardan değerli evraklar, yazışmalar, hatıratlar vs. çıkıyor. Bizim burada asıl meselemiz kültür mirasımıza karşı insanlarda bir bilinç oluşturmak. Bu olumsuzluklar ancak bu şekilde aşılabilir. Yani insanlara ellerindeki kitap, belge, obje vs. gibi malzemeleri satmaları ya da bağışlamaları için bir yerlere yönlendirmek, sağlıklı bir danışmanlık sunmak. Bir de devletin ilgili kurumlarıyla sahaflar ve müzayede evleri gibi meslek erbabıyla ciddi bir irtibatın olması gerekiyor. Piyasadaki kıymetli eserlerin resmi kütüphane ve arşivlere kazandırılabilmesi için bu gerekli. Çünkü şöyle bir durumla karşılaşılıyor: Elinde eski evrak ya da yazma kitap olan biri, alakalı kamu kurumuna gittiğinde çok düşük bir değer biçiliyor genellikle. Oysa piyasanın nabzını tutan sahaflardan danışmanlık alsalar, belki bir ortayol bulunacak ve o değerli eser herkesin kolaylıkla erişebileceği bir kütüphane ya da arşivin raflarında yer alabilecek. Temennim, devletin süratli bir şekilde kültür mirasımıza gerçek anlamda sahip çıkılmasını sağlayacak etkili politikalar geliştirmesidir.

Kurulduğumuz günden bu güne 17 bin eser satın alındı

Kültür ve Turizm Bakanlığı Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanı Prof. Dr. Muhittin Macit ile konuştuk.

Ellerinde yazma ve nadir eser olanlar, bunları değerlendirmek üzere Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı’na başvurduğunda nasıl bir prosedür takip ediliyor?

Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı Eser Sağlama Kurulu 28/12/2010 tarihli ve 6093 sayılı Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunun 5 inci maddesi çerçevesinde Yazma ve Nadir Eserler Dairesi Başkanı başkanlığında, Başkanlığımıza bağlı üç bölge müdürü ve alanlarında uzman üç akademisyenden oluşuyor. Başkanlığımız taşra teşkilatı ile merkezde Yazma ve Nadir Eserler Dairesi Başkanlığımıza şahıslar vasıtasıyla getirilen eserler Eser Sağlama Kurulu tarafından değerlendirilmek üzere ilgili idare tarafından tutanak karşılığında teslim alınıyor.

Eserler nasıl bir değerlendirme sürecine tâbi tutuluyor?

Başkanlığımız Eser Sağlama Kurulu çalışma usul ve esasları hakkındaki yönetmelik gereği, hazırlık çalışma grubu tarafından eserlerin ön tespit çalışmaları tamamlanarak Eser Sağlama Kurulu üyelerine ön tespit raporu sunuluyor. Belirlenen tarihlerde Eser Sağlama Kurul üyeleri Başkanlığımız merkezinde toplantılara davet ediliyor. Söz konusu toplantılarda kurul üyeleri hazırlanan ön çalışma raporu ile eserleri bizzat inceleyerek değerlendirmelerini yapmakta ve belirlenen fiyat şahıslara bildiriliyor. Şahıslar tarafından satışı onaylanan eserler için alım süreci başlatılarak ilgili birimlerimize gerekli ödenek sağlanmakta ve alım işlemleri tamamlanmaktadır.

Yazma Eserler Kurumu, kitap dışında tarihe kaynaklık edecek mektup, gazete, fotoğraf vb. malzemeyle de ilgileniyor mu?

Yazma Eserler Kurumu Başkanlığının sorumluluk alanına giren her türlü eser, Eser Sağlama Kurulu marifetiyle değerlendirilmekte ve koleksiyonlarımıza kazandırılıyor. Ancak ilgi alanımız dışında herhangi bir materyal varsa da ilgisi gereği kamu kurum ve kuruluşlarına yönlendiriliyor. Örneğin arşiv niteliği taşıyan belgeler Devlet Arşivlerine, müzelik bir eser ise ilgili müze müdürlüklerine yönlendiriliyor.

Geçtiğimiz yıl satın alma ve bağış yoluyla ne kadar kitap koleksiyonunuza kazandırıldı? Bu eserlerden bazı örnekleri bizimle paylaşır mısınız?

Satın alma yoluyla 2021 yılı haziran ayında gerçekleştirilen Eser Sağlama Kurulu tarafından değerlendirilmeye tabi tutulup ve başkanlığımız koleksiyonlarına 1260 adet eser bedeli karşılığında kazandırıldı. Ayrıca bağış yoluyla da 2665 adet eser koleksiyonlarda yerini aldı. İlaveten kurulduğumuz günden bu güne kadar satın alınan eser sayısı 17 bin ve bağışlanan eser sayısı 8 bindir. Bunlar arasında İbni Sina’nın “El-Kanun fi’t-Tıb” adlı eseri, hicri 770 tarihli Ebu Abdullah Muhammed b. İsmail el-Buhari’nin “Camiu’s-Sahih” adlı eseri, hicri 976 tarihli Akkoyunlu Ahmedi tarafından tercüme edilmiş olan Feridüddin Attar’ın “Esrarname” isimli eseri, hicri 972 tarihli “Tarih-i Taberi” tercümesi, hicri 1000 tarihli Muhammed Cafer b. Abdulkerim el-Bubakani’nin “el-Metanehfi’l-Meremmeh el-Hizane” adlı eseri sayabiliriz.

Resmî belgeler tek bir adet olmaz

Sahaflığı sadece basit bir ticaret işi gibi düşünmek hata olur. Ben sahafın bir tür kültür arkeoloğu olduğunu düşünüyorum. Harf inkılabından sonra Osmanlıca eserlerin alınıp satılmasını sağlayarak yok olmalarını engellemişlerdir. O dönemde olduğu gibi şimdi de sahaflar çok önemli bir vazifeyi yerine getiriyor. Mesela ellerinde dedelerinden kalma Osmanlıca yazılı-basılı eserler bulunanların çoğu içeriğini bilmiyor. Bu malzemeyi sahaflara getirdiklerinde biz onları inceliyoruz, tasnif ediyoruz, istifade edebilecek müşterilere sunuyoruz. Böylece sahaflar geçmişle günümüz arasında bir kültür aktarımı vazifesi görüyor.

Sahaflar da sadece kitap olmaz. Bir kişi vefat ettiğinde ondan geriye kalan belgeler, günlükler, hatıratlar, yazışmalar da çıkar. Bunlar sahaf yoluyla ehline, ilgilisine ulaşır. Yeni yayınlarla birlikte yeni bilgiler de böyle ortaya çıkar. Sahaflardan bu tür malzemeler temin edip orijinal yayınlar yapan pek çok araştırmacı var. Bazen Osmanlı döneminden bir paşanın, üst düzey bir bürokratın evrakı elimize geliyor. Biz de satışa sunuyoruz. Bazen “bunlar nasıl satılır” ya da “arşivden mi çıkarılıyor” şeklinde tepkiler alıyoruz. Resmî bir arşivden çıkan evrakta çeşitli kayıtlar, mühürler vs. olur. Oysa ailelerden bize gelen belgelerde böyle kayıt ve işaretler bulunmaz. Bu da bunların şahıslarda kalan kopyalar olduğunu düşündürür. Resmî belgeler tek bir adet olmaz, çeşitli kalemlerde çıkartılmış birçok kopyası bulunabilir. Hatta şahıslar bazen kendileri evraktan bir kopya çıkartarak saklayabilirler. Sahaflara gelen belgeler genellikle bunlardır. Tarihçilerimizin sahaflarla birlikte çalışarak tarihimize çok daha fazla katkıları olacağını düşünüyorum. Elimize geçen bu tür dokümanların herkesin istifade edebileceği arşiv ve kütüphanelere kazandırılması önceliğimiz. Böyle kurumlardan talep olduğunda her türlü kolaylığı gösteriyoruz.

Tarihi bir evrakın olması gerektiği yer arşivdir

Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanı Prof. Dr. Uğur Ünal ile konuştuk.

Ellerinde arşiv malzemesi bulunanlar değerlendirmek üzere kurumunuza başvurduğunda nasıl bir prosedür takip ediliyor?

Ellerinde arşiv malzemesi bulunan kişiler, bunları hibe etmek veya satmak istediklerinde doğrudan ya da yazılı müracaat edebiliyorlar. Ardından hızlıca süreç başlatılıyor. Öncelikli olarak uzmanlardan oluşan bir komisyon marifetiyle titizlikle incelenen bu belgelerin arşiv değeri belirlenerek raporu hazırlanıyor ve rapor doğrultusunda hareket ediliyor. Çünkü evrakın sahte mi gerçek mi olduğu, beyan edilen bilgilerin içerikle ne ölçüde uyuştuğu gibi hususlar ancak komisyonun incelenmesinden sonra anlaşılabiliyor. Raporda, ilgili evrakın arşiv malzemesi niteliğine sahip olduğu belirtilirse, kurum envanterimize kazandırabiliyoruz. Satmak amacıyla getirilen arşiv malzemesinde de yine komisyon tarafından yapılan değer tespiti üzerinden satın alma yoluna gidiliyor. Kurumumuza kazandırılan arşiv belgelerinin önce tasnifi yapılarak kimliği oluşturuluyor, restorasyon ihtiyacı olan belgeler ise Belge Şifahanemize gönderiliyor. Ardından özetleri yapılıp dijital görüntüleri sisteme yüklendikten sonra araştırmacılarımızın hizmetine sunuluyor. Bazen de sözgelimi Ali Paşa, Hasan Paşa, Osman Paşa vs. gibi üst düzey bir Osmanlı bürokratının torunları bize ulaşıyor ellerindeki evrak için. Öncelikle böyle bir tarihi figür var mıdır? Evrakın değeri, arşive kazandırılmasının gerekliliği ne derecedir? Diye değerlendiriyoruz. Sonra bir komisyon belgeleri yerinde gidip inceliyor. Bu grubun içinde başta Osmanlı Türkçesi’nin tüm tarihsel dönemlerine ve yazı türlerine hâkim personelimiz olmak üzere restorasyon uzmanlarımız ve belge patologlarımız da var. Evrakın arşiv malzemesi olduğuna karar verilirse hemen envanterimize kazandırmak için işlemlere başlanıyor. Öncelik bağış olmak üzere satın alma yoluyla da millet ve devlet hayatını ilgilendiren, arşivde bulunmasında fayda mülahaza edilen belgeler alınıyor. Bu tür belge grupları için arşivimizde müstakil bir fon da var: “Hibe Satın Alma Devir” fonu. Katalogdaki Ali Fuat Türkgeldi, Cavit Baysun, Sivaslı Ali Baba Zaviyesi, Hacı Adil Bey Evrakı bu aşamalardan sonra arşivimize kazandırılan belge serilerinden bazılarıdır.

Yakınlarda böyle bir alım yaptınız mı?

En son bu usulle envanterimize Hacı Adil (Arda) Bey Evrakı’nı kazandırdık. Serüveninden kısaca bahsedeyim: Hacı Adil Bey, Osmanlı’nın son dönemlerinde Meclis-i Mebusan Reisliği, Dahiliye Nazırlığı, Bursa Mebusluğu, Edirne Valiliği görevlerinde bulunmuş, Cumhuriyet döneminde ise Bursa ve Adana valiliği yapmış önemli bir devlet adamı. Aynı zamanda İttihat ve Terakki Cemiyeti’nde de önemli görevlerde bulunmuş. Hacı Adil Arda üzerine çalışan Gazi Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Dr. Togay Seçkin Birbudak, Hacı Adil Bey’in torunu Ali Arda’ya ulaşmış. Ali Arda Bey, kendisinde titizlikle muhafaza ettikleri dedesinden kalma bir evrak koleksiyonu olduğundan bahsetmiş. Togay Hoca ile görüşmelerinden sonra da evrakın daha iyi korunması ve ilmi sahada kullanılması için Başkanlığımıza hibe etme kararı aldılar. Bu süreçte bizzat Ali Arda Bey ile ben de görüştüm ve kendisinin evrak devri konusundaki hassasiyetine yakından şahit olma fırsatı buldum.Söz konusu evrakı kısa sürede hizmete açtık. Bir kez daha buradan Ali Arda ile Togay Seçkin Birbudak’a teşekkür ediyorum. Genellikle bu türden belgeler envantere girmediği sürece âtıl bir halde, ilmin dikkatinden uzak şekilde, bir köşede duruyor. Bir evrak envanterimize girdiği andan itibaren ise tabiri caizse araştırmacıların radarına giriyor. Ellerinde bu tür evrakı olan herkesten, Ali Arda Bey’in göstermiş olduğu yüksek hassasiyeti göstermelerini temenni ediyorum. Hem evrakın sıhhati hem de araştırma kolaylığı açısından tarihi bir evrakın olması gerektiği yer arşivdir.

Peki bu gibi malzemelerin bulunduğu sahaflar ya da müzayede evleriyle bir işbirliği yapıyor musunuz?

Şu anda sahaf ve müzayede evleriyle herhangi bir iş birliğimiz bulunmuyor. Ancak bunların elinde Arşivde bulunması gereken malzeme olduğu bilgisi alındığında veya bu tür malzeme ile ilgisi bulunan diğer resmi kurumlardan ulaşan bilgiler üzerine bunların Başkanlığımıza kazandırılması için yasal yollardan gerekli işlemler yapılıyor. Bu durum yurtdışı için de geçerlidir. Bu hususta da Dışişleri Bakanlığımızla etkin bir iletişimimiz var. Eğer arşivimizde olması gereken bir belge varsa bunun arşivimize kazandırılması için tüm yasal şartların devreye sokulduğunu söyleyebilirim.

Kurum tarihe kaynaklık edecek mektup, gazete, fotoğraf vb. malzemeyle de ilgileniyor mu?

Tarihi yönden arşiv değeri taşıyan her türlü yazılı ve görsel materyal bizi yakından ilgilendiriyor. Kişisel mektuplaşmalardan ziyade devlet adamlarının birbirine yazdığı mektuplar önemli tarihi kaynaklardır. Gazeteler müstakil olarak kütüphane malzemesi olarak değerlendirilmektedir. Ancak belirli bir konu ile ilgili gazete haberlerinden oluşan dosya veya resmi bir yazının eki mahiyetindeki gazete veya gazete kupürleri ile fotoğraflar arşiv materyali olarak değerlendiriliyor. Gazete ve dergi konusunda ise bunlarla görev tanımı itibariyle daha çok Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürlüğü (Milli Kütüphane) ilgileniyor. Dergi ve gazete koleksiyonlarına dair bilgi geldiğinde onlarla işbirliği yapıyoruz. Görüş alışverişinde bulunuyoruz. El yazmaları gibi edebi, sanatsal, tarihi değeri yüksek kitaplar konusunda da işbirliği yaptığımız yetkili kurum Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı. Farz edelim Ali Paşa diye bir bürokratın terekesinden 3 divan, 2 mesnevi, 2 kronik, 150 sayı Servet-i Fünun, 3 bin resmi evrak, 50 kare fotoğraf kuruma intikal ettiyse dergi ve gazeteleri Milli Kütüphane’ye, yazmaları Yazma Eserler Kurumu’na, evrakları da kurumumuza alıyoruz. Ayrıca yetkili kurumların veri tabanlarının ortak bir şekilde kullanımı, erişimi, akademik bilgi belge paylaşımı gibi konulardaki alt yapı geliştirme çalışmalarında da epey mesafe aldık. Sayın Cumhurbaşkanımızın Millet Kütüphanesi ihdası, tüm arşivleri ve kütüphaneleri bir biriyle irtibatlandırma vizyonu da her daim bizleri motive ediyor. Kendilerine burada bir kez daha şükranlarımı arz ediyorum.