Nalan Güven’in “Gecenin Örtemediği Şehir Kudüs” kitabının devamı olan “Emanet” kitabı, geçtiğimiz günlerde okuyucusuyla buluştu. “Gecenin Örtemediği Şehir” kitabında Doktor Aslı’nın Kariye Müzesi ile başlayıp Kudüs’e varan bir serüvende kendi hikâyesindeki aşkı buluşunu ve Mescid-i Aksa’ya üç gün diye çıktığı yolda kendi benliğini buluşunu okumuştuk. Aslı’nın hikâyesi, “Gecenin Örtemediği Şehir Kudüs” ile başlamıştı, “Emanet” ile noktalanıyor. Emanet kitabında ise Aslı’nın Kudüs’ten Şanlıurfa’ya uzanan yolcuğunu okuyoruz. Doktor Aslı kendisini dönüştüren ve hayatında bazı kırılmalara yol açan Kudüs yolculuğundan sonra eşiyle ve sosyal çevresiyle arasında açılan mesafenin etkisiyle yeni bir döneme girmiştir. Yaşadığı derin kayıp duygusuyla mesleğini dünyanın mazlum çocuklarına hizmet etmek için kullanmaya karar verir ve bir yola çıkar. Ancak öncesinde sahibine teslim etmek istediği bir emanet vardır. Hz. Eyyûb ve Hz. İbrahim makamlarına, Urfa’nın manevi iklimine, Harran’a ve hayatının dönüm noktasına doğru giden yolculuk onu insanoğlunun yüklendiği en büyük emanetin bilgisine yaklaştırıyor. Nalan Güven ile “Emanet” kitabını konuştuk.
“Gecenin Örtemediği Şehir Kudüs” kitabından sonra “Emanet” kitabında Doktor Aslı’nın Kudüs’ten Şanlıurfa’ya uzanan yolculuğunu okuyoruz... Öncelikle her iki kitapta da Kudüs’ten etkiler görüyoruz... Kitabı yazmaya nasıl karar verdiniz?
Gecenin Örtemediği Şehir Kudüs kitabımdaki en büyük ilham kaynağım tabii ki Kudüs. Kudüs’teki yaşanan zulmü gördükten sonra bizzat Kudüs’e gittim ve orayı gördükten sonra artık oradan sorumlu olduğumu ve bir şeyler yazmak zorunda olduğumu anladım ve bu sorumluluğu yerine getirebilmek adına kitabımı yazdım. Kudüs kitabını yazarken de ayetlerle bu kitabın hikâyesini örgüledim çünkü buradaki amacımda aslında kitabımızın Kuran-ı Kerim’in bizim hayatımızın içerisinde her anımızda ne kadar yön gösterici bir rehber kitabı olduğunu gösterebilmekti. Kudüs hikâyesi aslında bende bitmemişti, kitabı bitirdiğimde devam eden bir hikâyeydi. Çünkü Kur’an-ı Kerim kitabımızdan sonra Peygamber Efendimiz’in (sav) hadisi şerifleri ve sünnetimizde bizim hayatımız içinde dahil olması gereken bir rehber. Emanet kitabımı da hadisi şerifle örgülemek istedim ve aynı zamanda Doktor Aslı karakterimiz Kudüs’ten sonra Şanlıurfa yolculuğuna, hakikat arayışına devam etti.
GERÇEK HAYATTAN ESİNTİLER VAR
Emanet kitabınızda neyi anlatmak istediniz? Olay örgüsünü nasıl kurdunuz?
Bu hakikat yolculuğunda özellikle şehirli bir kadının gerek kendi yakın çevresinden gerek iş hayatında yaşadığı yaşam zorluklarını dile getirdim ama her şeye rağmen bunun olabileceğini gösterdim. Dünyadaki özellikle Müslüman din kardeşlerimize yapılan zulme bir kez daha romanımda dikkat çekebilmek istedim. Aynı şehirde yaşadığımız bize sığınmış ve sığınacak kardeşlerimizin de özellikle Sefaköy’de şu anda yaşamakta olan Uygur Türklerinin ve onunla birlikte mülteci kardeşlerimizin yaşadıkları zorlukları dile getirmekti amacım. Emanet kitabı bir hatırlatma kitabı. Aynı zamanda Müslümanlara sünnet ve Kur’an-ı Kerim’in de emanet olarak bırakıldıklarını bu kitapta işlemek istedim. Emanet kitabı, Gecenin Örtemediği Şehir Kudüs kitabıyla birlikte okunursa lezzeti daha farklı olabilir ama ayrı okunan hikaye, her ikisi de ayrı mekânlarda geçen hikâyeler. Ama şunu söylemek istiyorum: Biz, bize bırakılan emanetlere sahip olmak zorundayız ve bize bırakılan emanetleri unutmamamız lazım. Bize bırakılan en büyük emanet tabii ki Kur’an-ı Kerim ve Peygamber Efendimiz’in (sav) hadisi şerifleri, sünnetleri bize emanet ve aynı zamanda Kudüs Müslümanlığa bırakılmış emanettir. Bunlara sahip olmamız lazım.
Sohbet öncesi Kudüs’e gittiğinizi söylemiştiniz. Siz Kudüs’e gitmeye nasıl karar verdiniz? Sizden izler var mı?
Gerçek hayattan, birebir yaşanmışlıklardan çok büyük esintiler var. Özellikle kendi hayatımın gelişiminde de, kendi kapanma sürecimden izler var. Ben aslında Kudüs’te dört gün kaldım ve dört gün çok kısa bir süre. Oraya gittiğiniz anda zaten hissiyatın içerisindesiniz. Dört gün değil dört yılda kalsanız Kudüs’ü tanımak için yetmez. Bir kitapta anlatmak, zamana sığdırmak yeterli değil. Benim oradaki en büyük hissiyatım buradaki zulmü göstermem lazımdı ve bunu duyurmam lazımdı. Aslında ben giderken de bana çevremden “Gitme orada savaş var” dediler. Ben de aynısını yaşadım ama oraya gidince öyle olmadığını gördüm. Oradaki insanların bize ne kadar çok ihtiyaçları olduğunu gördüm. Filistin’in, Müslüman halkın varlığımızdan güç aldıklarını gördüm ve bu amaçla da bu kitabı yazdım. Roman yazmak için Kudüs’e gittim. Romanı yazabilmek için yerine gidip yaşayıp hissedip yazmak istedim. Çok iyi bir karar verdiğimi gördüm.
Ben de Aslı gibi zor süreçlerden geçtim
Peki, siz Aslı gibi o zor süreçlerden geçtiniz mi? Kitapta, Aslı’nın Kudüs’ten döndükten sonra giyim tarzını değiştirmesi, örtünmesi üzerine gerek eşinden gerekse arkadaş çevresinden görüşmeyi kesenler vardı...
Çok zor. Ben de hacca gidip döndükten sonra örtündüm. Ama şunu gördüm: Eğer her ne zorluk olursa olsun, eğer gönlünüzde aşk varsa ve o işi yapabiliyorsanız üstesinden geliyorsunuz. Gerek yakın çevreniz, gerek uzak çevre olsun, gerek sosyal baskı olsun size alıştıkları şeyin dışında görmek istemiyorlar ve kabullenmiyorlar. Siz onların istedikleri gibi olmadığınız taktirde sizi dışlayabiliyorlar. Bunu bizzat kendim yaşadım. Ama eğer aşk ile o sevgi ile işi yapıyorsanız da zaten o işe hiçbir şey engel olamıyor.
Kitaptaki yüzük metaforu bize neyi anlatmak istiyor peki? Aslı, Ahmet Dursun hocanın ona üç yıl önce verdiği yüzüğün peşinden Şanlıurfa’ya kadar gidiyor...
Hem konuyu iyi anlatabilmeye, ilerletebilmeye hem de eşyanın hakikatini orada anlatmaya çalıştım. Bazen suret olarak gördüğümüz her şeyin arka planı var, onların bir geliş sebebi var. O gözle görebilmek. Yani gönül gözüyle bakabilmek. Yüzük burada bir simgeydi, bu bir yüzük olabilir, kitap olabilir, bir mekân olabilir bunu çok değiştirebiliriz. Ben yüzüğü kullandım.