Diriliş’in Can’ı

Hakkı Yanık
Hakkı Yanık
04:0015/02/2023, Çarşamba
G: 14/02/2023, Salı
Yeni Şafak
Karakalem: Hakkı Yanık
Karakalem: Hakkı Yanık

Sesi hâlâ Yeni Şafak koridorlarında yankılanan Hamit Can, yüzünden tebessüm eksik olmayan bir tevazu abidesiydi. Gönülleri fethetmeyi başarmış bir ‘Diriliş’ neferi...

Derbesiye Günleri
, nicedir gözümün önünde duruyordu. Bazen kitabı gören arkadaşlar, “Derbesiye de neresi?” diye soruyorlardı. Onlara, Derbesiye’nin Mardin’de, Kızıltepe’ye bağlı bir mahalle olduğunu söylesem de Derbesiye benim için Hamit Can demek. Hamit Can’sa, ‘tebessüm’ün gözümüze ulaşan en güzel hâli.
Yeni Şafak
emektarlarından olan Can,
Mardin
’in Ömerli ilçesi Fıstıklı köyünden. 1959 doğumlu. İki yaşındayken, babasının memuriyeti dolayısıyla, daha sonra adı -nedense-
Şenyurt
’a çevrilen Derbesiye’ye taşınırlar. Can, çocukluğunun en güzel yıllarını yaşadığı Şenyurt’ta başladığı ilkokulu Mardin’de tamamlar. Ortaokul ve liseyi de burada bitirdikten sonra üniversite imtihanı için geldiği (1976) İstanbul’a yerleşir. İstanbul’da kendini geliştiren Can, basın-yayın sektöründe çalışır; dergiler ve yayınevlerinde çeşitli görevlerde bulunur. Gelişinden iki yıl sonra
Ruhun Dirilişi
’nden başlayarak, bütün eserlerini okuduğu
Sezai Karakoç
’u ziyaret eder. Böylece, Karakoç’la ‘birlikte’ yürüyecekleri yolda ilk adımı atar. Can’ın ilk anlatı, şiir ve hikâyeleri
Diriliş
’te yayımlanır.

12 Şubat 2010’da ‘âniden’ hayata gözlerini yuman Can’ın vefatının ardından şunları söylemişim: Son karşılaşmamızda edebiyat konuşmuştuk. Edip Cansever’den Kırtipil Hamdi’ye; Orhan Okay hocadan Mustafa Kutlu ağabeye kadar birçok isim. Üstat Karakoç’tan da bahsettik elbet. Edebiyattan girdik, fukaralıktan çıktık. Derken Mardin’e uzandık. ... (Yeni Şafak, 21 Şubat 2010).

Mardin’den gelip İstanbul’da ve gönlümüzde yer bulmuş bir Diriliş neferiydi Hamit Can, suskunluğuyla konuşan bir tevazu abidesi. Okuma ve yazmayı asla ihmal etmezdi. “Gelecek Diriliş’in” derdi. Sesi güzeldi. Şarkı ve türküleri usulüne uygun söylerdi. Gazete binamızın koridorlarında onun sesinin yankılarını dinlerim hâlâ. Tebessümü, gözümün önünden hiç gitmez.

Diğer kitaplarını yazıp yayımlatmaya ömrü yetmeyen Can’ın, Derbesiye Günleri kitabını oluşturan ‘anlatı’ metinler önce
sanatalemi.net
sitesinde yayımlanır. Bu metinler,
Mekki Yassıkaya
yönetmenliğinde elden geçirilerek
Erguvan Yayınevi
tarafından kitaplaştırılır. Ortaya çıkan eser için ilk söyleyeceğim şey, bire-bir benzememekle birlikte,
Nusret Özcan
’ın
Sokak Sesleri
isimli eseriyl
e Mitat Enç
’in
Uzun Çarşı’nın Uluları
isimli kitabını hatırlatması.
Kitabın kapağına Mardinli ressam
İzzet Gül
’e ait güzel bir tablo konulmuş. Bana kalsa sol alt köşesinden Hamit ağabeyin gülümseyerek baktığı sararmış bir Derbesiye fotoğrafını tercih ederdim. Eserin içine 70’e yakın fotoğraf serpiştirilmiş. Sona konulan renkli çalışmaları içeride de görememek üzücü. Her haliyle yeni bir baskı istiyor bu eser.

Güzel bir anlatımla başlayalım:

Derbesiye, çocukluğumun ilk yıllarının geçtiği şirin kasaba. Suriye’yle göz göze. ... dikenli tellerle ikiye bölünmüş, bir kısmı ‘hattın’ öbür tarafında kalmış. ... Derbesiye sanki bir varmış, bir yokmuş. (s. 9-11). Evlerinin bahçesini şiir güzelliğinde aktarıyor: ...bahçemiz, ... diri bir şiirdi (s. 15).

“Geceleri, damda parlak yıldızların altında yatardık” diyor 17. sayfada. Çocuk olmasam da ’90’lı yıllarda, Mardin’de, damda yatıp onun baktığı yıldızlara bakma bahtiyarlığına erişmiştim.

“Göklerden sevinç yüklü bir rüya indi. Bahçeye bir düğün. Ağaçlar ak duvaklar giyindi. Nar ağacı ortalarında çıtıpıtı bir gelindi. (s. 35). Anlıyoruz ki mevsim kış ve Derbesiye’ye kar yağdı.

Bayram bir başkadır o zamanlar. Özellikle çocuklar için. Şeker toplanır; panayıra gidilip deniz kızı ve maymun görülür; tüfekle balona atış yapılır, halka atılıp, langırt oynanır. Günümüzde hangi çocuk bu bayramları görebilir artık. Hangi çocuk, “Bir yaz sabahı, mavi çaydanlığı (muhtemelen çinko) kapıp, parkın içindeki tulumbadan çay suyu almaya gittim.” (s. 103) diyebilir?

Şairane yaşayan ve gönülleri fethetmesini bilen Can ağabeyimizin kaleminden dökülmüş satırlardan bazılarının altını çizip, defterime kaydetmişim: İçine çekilmiş bir öksüz(dü Derbesiye. s. 102), Kökü gökte olan ağaçlar... (s. 16), Yayıldıkça koyulaşan, kızıla çalan, alacalı ve süslü bir perde olan akşam... (s. 16), Kuşlar, sanki gökyüzüne dökülmüş siyah tespih taneleri... (s. 19), ...kara tren gelir... istasyona bir türkü gibi girerdi. (s. 56).

Bana çocukluğumu tekrar yaşatan bu nahif eseri okuduğumda şunu diledim:

Keşke herkes kendi Derbesiye’sini yazsa!

Hamit ağabeyin yer yer masallaştırdığı ‘anlatı’sı, “I. kitabın sonu” ibaresiyle bitiyor.

Bense koca
Yunus
’a kulak veriyorum:

Ölür ise ten ölür, ‘can’lar ölesi değil.

Bir hatıra:

Hamit Can anlatıyor:

‘Henüz yedi-sekiz yaşlarındaydım. Koyu kahverengi bir oğlağım vardı. Haşarı bir çocuk gibiydi. Çok hareketliydi. ... Ona o dönemin meşhur eşkîyalarından Koçero’nun adını vermiştim. … Öğle vakitleri sundurmada yattığımda gelip ayaklarımın altını yalar ve beni uyandırırdı. Kalkıp onunla oyun oynamamı isterdi. ... Günler, aylar geçti. Bir gün ... onu kasap Abdurrahman’a satmışlar. Nefes nefese çarşıya koştum. Koçero’nun kafasını tezgâhta görünce, ... çılgınca çığlıklar attım. Saatlerce ağladım. ’

(Mehmet Nuri Yardım, Hamit Can konuşması, YeniSiirt.com)

#Hamit Can
#Yeni Şafak
#Derbesiye Günleri