Osmanlı’da çok değerli kumaşlar üretildi

Bugün Avrupa’daki en ünlü kilise müzelerinde Osmanlı’dan sipariş edilen kumaşlarla hazırlanmış papaz ve başrahip kıyafetleri sergileniyor. “Dünyanın en iyi kumaşlarını Osmanlı üretmiştir” diyen parçalı bohça sanatçısı Elisabeth Strub Madzar, 16. ve 17. yüzyılın bu işin tepe noktası olduğunu söylüyor.

Latife Beyza Turgut Yeni Şafak
Elisabeth Strub Madzar.

1957 yılında Paris’te doğan Elisabeth Strub Madzar, 1977 yılından beri Türkiye’de yaşıyor. 1989’dan beri geleneksel Türk el işlerinden biri olan “parçalı bohça” sanatıyla uğraşan Madzar, kurduğu “Hayat Ağacı” isimli grubuyla pek çok çalışmaya imza atıyor, sergiler düzenliyor. “Ben parçalı bohça ile İstiklal Caddesi’nde bir mağazada tanıştım sanıyordum. Ama hafızamı yokladığımda bu sanatla karşılaşmamın çok daha eskiye dayandığını fark ettim” diyor. Madzar, henüz 6-7 yaşlarında iken babasının işi dolayısıyla Türkiye’ye sıklıkla gelirlermiş. Bir gelişlerinde babası onları ailece Göreme’ye götürmüş. Orada yerli esnafın dükkânında ilk kez parçalı bohça ile karşılaşmasını şöyle anlatıyor: “Göreme’deki bir dükkânda, yerde Anadolu’daki esas haliyle parçalı bohçayı gördüm. Paçalı bohça balya balya sarılmış şekilde Amerikalı olduğunu düşündüğüm turistlere satılması için orada duruyordu. ‘Neden bu adamlar bunları satıyor’ diye düşünmüş, öyle üzülmüştüm ki. Düşünün 66 yaşındayım 60 yıl evvel oluyor bu.”

Geçtiğimiz haftalarda Türk İslam Eserleri Müzesi’nde açılan “İstanbul’da Tasavvufi Hayat” sergisinde de birbirinden değerli çalışmaları sergilenen Madzar ile parçalı bohça kültürünü ve bu kültürü yaşatmak için yaptığı çalışmaları konuştuk.

Paris doğumlu bir Fransızsınız ama bugün sizinle İstanbul’da, Türk kültürünün unutulmaya yüz tutmuş değerlerinden biri olan “parçalı bohça”nın sanatçılarından biri olarak konuşuyoruz. Öncelikle biraz bu yolculuğu konuşalım mı?

Dediğiniz gibi ben Fransa’da doğdum ama 1977’de Samsun’a gelin geldim. Çocukluğumda babamın görevi sebebiyle Türkiye’ye geliyorduk ama benim esas Türkiye’ye gelip yerleşmem 1977 yılında oldu. Evlendikten sonra birkaç sene Samsun’da yaşadık sonra eşimin işi dolayısıyla İstanbul’a geldik. Bir oğlum ve bir torunum var. Böyle bir hayat…

Parçalı bohça ile tanışmanız nasıl oldu?

Bu çalışma ile ben İstanbul’da tanıştım. Tekniğini öğrendim. Parçalı bohça, Anadolu’da yamalı bohça, “kırkpare”, “yüzpare”, “hanım dilendi bey beğendi” gibi birçok isimle biliniyor. Ama hepsinin zaten kökeni aynı. Ben daha çok parçalı bohça ismini kullandım afiş ve sergilerimde. Farklı isimler konsa da her biri kadının dönüştürme, kumaşı daha farklı şekillerde kullanma isteğinden doğar. İlk olarak kalan kumaşları değerlendirmek ve tasarruf etmek için kadınlarımızın Anadolu’da yaptığı bir çalışma. Artık kullanılmayacak elbiseleri veya parça kumaşları başka bir şekle dönüştürürler ki yeniden kullanılabilsin.

ANADOLU UÇSUZ BUCAKSIZ BİR KUYU

Parçalı bohça ile uğraşmaya başlamadan önce sanata ilginiz var mıydı?

Sanat ve tarihe hep ilgim vardı. Çocukken resim yapardım ama bir eğitim almamıştım. Kendimi özel yetiştirdim. Öncesinde dikiş dikmeyi bile bilmiyordum. Hâlâ da düğme bile dikmek istemem. Aslına bakarsanız ben hep arkeolog olmak isterdim, olamadım. Hem genç evlendim hem de babam bu konuda çok açık değildi, Fransızca hocası olmamı istiyordu. Arkeoloji o zamanlar için kadınlara uygun bir meslek gibi gelmiyordu.

Sizinle yaklaşık olarak aynı dönemlerde Türkiye’ye gelen Avrupalı özellikle Alman arkeologlar var. Türkiye o zamanlar Avrupalılar için keşfi cazip bir yer olmalı?

Tabii ki, Anadolu olağanüstü bir yer. Hem gizem var hem müthiş bir tarih var. Üst üste iz bırakan medeniyetler var… Bu yüzden Anadolu, tarihe ve geçmişe meraklı olan insanlar için uçsuz bucaksız bir kuyu. Avrupalılar olarak bizleri de gerçekten etkiliyor. Burada yaşamaya başlayınca Türkiye’nin pek çok yerini gezdim, gördüm. Köylerde de yaşadım. Oradaki insanların yaşamıyla da ilgilendim. Buradaki insanlarla derler ya “haşır neşir oldum”. Gençliğimde gerçekleştiremediğim arkeolog olma hayalimi bir şekilde giderdim.

Peki ilk başladığınızda da yine tamamen arkeolog olmanın isteğiyle böyle antika kumaşlar üzerine mi çalıştınız?

Bende eski kumaş merakı hep vardı. En büyük üzüntüm gittiğim yerlerde bu çok eski kumaşların yıpranmış bir şekilde, bir taraflara dağıtılması ve atılmasıydı. Gördüğüm kumaşların bir kısmı öyle değerli ne nadir ki bir kez daha dokunamaz. Ama gerçekten her tarafı yıpranmış olduğunda kullanılamayacak durumdalar. Onları dönüştürme, onların hayatlarını uzatmak gibi bir arzu hissettim. Hem arkeoloji hem de sanata olan ilgimi öğrendiğin bu teknikle birlikte tekstile karıştırarak kendime böyle bir yol çizdim.

Bu sanatı yıllar önce dikiş dergilerinin arka sayfalarında gördüğümü hatırlıyorum o zaman ismini “patchwork” olarak öğrenmiştim…

Doğrudur. Bugün yaşadığımız çağda parçalı bohça, “patchwork” adıyla bize Amerika’dan gelen bir hobi olarak tanıtıldı. Dergilerde tarifleri vardı, daha çok satın alınan kumaşlarla yapılmaya başlandı. Bugün Amerika’ya gittiğiniz zaman bizim burada bazı seccadelerde gördüğümüz bir motif vardır. Anadolu’da, Nevşehir tarafı da o çok görürsünüz o motifi. Bizde o motifin adı yok anonimdir. Anadolu’da 100-150 sene evvel kadınların yaptığı bir çalışmadır. Bugün o motifin Amerika’da adı “sarayın merdivenleri”. Kumaşıyla malzemesiyle çok güzel kit olarak satılır. Ticari bir şeye dönüşmüştür. Ama benim seçtiğim yol, bizim Anadolu’da kaybolmakta olan artık atılacak durumda olan kumaşları kurtarmak ve dönüşümünü sağlamak. Üzülerek söylüyorum ki bu kumaşların çoğu da atıldı zaten yani bizim kurtardığımız ne ki… Ama hiç olmasa eserlerde onları kullanarak bir kartela oluşturmak istiyoruz. Küçücük bir parça bile olsa bir daha o kumaşı bulmayacaksınız veya o kumaşları hiçbir yerde göremeyeceksiniz. Amacım o kumaşın yaşamını, bir sergide devam ettirmek.

YENİ KUMAŞ KULLANMIYORUZ

Kullandığınız kumaşları nereden temin ediyorsunuz?

Çalışmalarımızın ana kumaşları zaten eski kumaşlardan oluşuyor. Onlar da ya koleksiyonerlerden ya eskicilerden ya da çevremizdeki kişilerin sandıklarından çıkıyor. Nadir bulunan kumaşlar için özellikle bende çok geniş bir birikim var. Çünkü yıllardan beri atılmasın diye hep toplamışım. Arkadaşlarım da aynı şekilde 20 senedir bu işle uğraşıyorlar, onların da bir birikimi var. Bir de Ayvalık’ta yaşayan ve rahmetli olan bir İnci Hanım vardı. Benim nasıl çalıştığımı bildiği için kendisi için antika parçalar toplarken benim kullanabileceğim kumaşları da toplardı. Normalde satılamayacak halde oldukları için kimsenin yüzüne bakmadığı o kumaşlardan benim neler yapabileceğimi bilirdi. Biz toplanan o kumaşları şöyle yapıyoruz: Kalan kumaşları alarak, bu bir kol olabilir, bir arka olabilir, bir kaftanın önü olabilir ya da bir işlemenin köşesi olabilir. Onları tekrar bir restorasyondan geçirerek bir tema çerçevesinde tasarladığımız çalışmaların içerisine yerleştiriyoruz. Ana kumaşlarımız dışında bir de tamamlayıcı kumaşlarımız var; muare, şantuk, kadife gibi. Onlar için arkadaşlarla kumaş pazarlarını gezeriz. Kumaşçılardan aldığımız çok nadirdir. Çok yeni kumaş kullanmayız ancak çok zor bir ton tutturmamız gerektiğinde satın alırız.

Çalışmalarınızda kumaşları türlerine göre mi ayırıyorsunuz?

Türlerine göre ayırmaya dikkat etmekle birlikte tarihlerine daha çok dikkat ediyoruz. Ne zaman üretildiği kumaşın dikişe dayanıklılığı için önemli. Bizim bulduğumuz kumaşlar diyelim 100-150 senelik. Ancak daha ileriye gidemiyoruz. Yoksa müzelerde çok güzel kumaşlar var, çok değerliler. Ama bu tarihten geriye gittiğimizde kumaşın dikiş tutmadığını görüyoruz. 150 seneden eski bir kumaşı dikmeye kalkarsanız eridiğini görürsünüz. Onun için biz genelde 100-150 senelik kumaşları ya da eskiden etek, elbise, kaftan ya da şalvar olarak kullanılmış parçaları değerlendiriyoruz. Kullandığımız kumaşlar olabildiğince birbirine yakın tarihli. İlk başladığımız zamanlarda tüm antika kumaşlar değerlensin diye hepsini kullanmaya çalıştık. Ama zamanla tecrübemiz arttı. Her kumaşın dayanmadığını gördük. Örneğin, siz bugün 20-30 senelik bir kumaşla çalışıyorsunuz. Ama bu çalışma bittiğinde gelecek yıllara o kumaşın nasıl kaldığı da önemli. Biz artık tecrübemiz sayesinde o eserin gidişatını, nasıl dönüştüğünü de görebiliyoruz. Renklerin nasıl solduğunu, bazı yerlerin kendi kendine yıprandığını görebiliyoruz.

ANTİKA KUMAŞLARDAN HEYKEL YAPIYORUM

Peki, dikiş tutmayan ama değerli kumaşları da saklamanın, değerlendirmenin bir yolu yok mu?

Bir zaman sonra yıpranacak, sökülecek kumaşları dikmiyoruz çünkü parçalı bohça işi tamamen el dikişi ile uzun bir sürede yapılıyor. Çok emek veriyoruz. Birkaç sene sonra kumaşın akması veya kendi kendine yırtılması bizim için çok üzücü oluyor. Fakat bu kumaşları değerlendirmek adına benim kendi tecrübelerime dayanarak geliştirdiğim bir tarz var. Bu teknik ile kumaş bir parmak kadar bile olsa onu değerlendirebiliyorum. Kolaj tekniği ile heykeller veya panolar yaparak kalan kumaşları değerlendiriyorum. Dikiş tutmayacak kadar hassas olan kumaşları tutkal ile sabitleştiriyorum. Yani dikiş olmadan o kumaş gerçekten çok güzel bir görsel olarak elinizde kalıyor. Tutkallandığı için artık parçanın yıpranması veya yırtılması da mümkün değil tabii. Bazı heykellerim 10 seneyi geçmesine rağmen ilk günkü gibi duruyor.

Koleksiyonları oluştururken kafanızda bir tema var, bu temayı motiflerle mi oluşturuyorsunuz? Nasıl kurguluyorsunuz?

Genellikle ben kumaşları önde tuttuğum için elimdeki kumaşı değerlendirmek için çalışıyorum. Yani aslında tasarımın bir teması var evet ama onu çalışırken de amaç elimizdeki kumaşları değerlendirebilmek. Bana yol gösteren kumaştır. “Bu kumaşı burada nasıl değerlendiririm?” sorusuyla tasarımı hazırlıyorum. Çünkü o nadir kumaşlardan metrelerce yok. Tüm motifler önce kağıda çiziliyor. Hangi kumaşı kullanacağımızı da çiziyoruz. Ben kendi çalışmalarımda kendi biriktirdiğim kumaşları kullanıyorum. Beraber çalıştığımız arkadaşlarım da kendi kumaşlarını getirirler. Ne yapmak istediklerini söylerler. Ben o zaman çalıştığımız temaya göre onları yönlendiririm. Anadolu ve İslam sanatları ile ilgili pek çok temayı çalıştık. Tasarımı yaptıktan sonra eğer arkadaşım kendine bir şey yapacaksa o zaman onun getirdiği kumaşlarını ona göre renklendiriyorum o yaparken de işini takip ediyorum.

Çalışmalarınızda kumaşları değerlendirmenin yanında bir eser ortaya koyuyorsunuz. Hatta bir çoğunda semboller ve mesajlar var…

Elime geçen bu kimi zaman eski, kimi zaman değerli kumaşlarla tasarımlar yaparken onların Anadolu’nun içinden gelen bir kültürü yansıtmasını istiyorum. Bu kültür Osmanlı olabilir, Selçuklu olabilir, Hitit olabilir… Bütün o dönemlerin sanatından faydalanarak, esinlenerek onlara bir tasarım hazırlıyorum ve bu kumaşları o tasarımların içine yerleştiriyorum. Bu şekilde hem hayatları uzuyor, hem de çok güzel bir hizmet ediyorlar. Örneğin, Selçuklu’yu çok severim ve sanatını gerçekten çağdaş bulurum. Osmanlı, bambaşka bir değer. Bu değerleri incelemek çok büyük bir lütuf. Onun için çalışmalarımda, temalarımda her türlü yerden etkilenirim. Çünkü nerede sanat veya geçmişten kalan iz varsa benim için konuşuyor ve bize ne olduğumuzu hatırlatıyor. Bunu 1989 yılından beri bu şekilde yapıyorum.

HER ESERİMİZ BİR KUMAŞ KARTELASI

Türkiye’de üretilen neredeyse tüm kumaş türleri bu vesile ile elinizden geçmiş oluyor. Böylece gemiş bir kumaş arşivinizde oluşuyor. Nadir bulunan kumaşlar sizin için daha değerli oluyor değil mi?

Tabii kıymetli çünkü bir daha o kumaş bulunamayacak. Bu çalışmalarla bizim amacımız zaten o kumaşların yaşamını uzatmak. Çünkü onlar zaten bir yok olma sürecine girmişler. Çalışmalarımla yer aldığım Dokuma Atlası da bu anlamda önemli bir çalışmaydı. Bizim de her eserimiz aslında bir kumaş kartelası.

Bizim eskiye dair bildiğimiz Osmanlı’da üretilen kumaşlar olduğu gibi Orta Doğu’dan gelen kumaşlar da var. Hatta daha sonraki yıllarda Avrupa’dan ithal kumaşlar daha değerli bulunuyor. Bu kumaş yolculuklarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Zaman zaman etkilenmeler olmuştur ama dünyanın en iyi kumaşlarını Osmanlı üretmiştir. 16. ve 17. yüzyıl bu işin tepe noktasıdır. Yani dünyada en güzel, en değerli ki bence daha değerlisi yapılmamıştır. En değerli kumaşlar arasında saray tezgahlarında padişahlar için dokunan kemalar vardır örneğin. Osmanlı’da müthiş bir kumaş üretimi var. İşleme de aynı şekilde. Organze üzerine altın sim işlemesi bir tek Türkler’de var. Ve Avrupa’da müthiş revaçta o dönem. Bu kumaşlarda kendi içinde kemalar, seraserler böyle birkaç tane daha değerli kumaş türü var. Aynı şekilde III. Selim Dönemi’nde Selimiye’de dokunan çizgili kumaşlar çok değerlidir. Çatmalar, simli kadifeler bunlar sadece Osmanlı’da dokunmuş şeyler Avrupa’da yok. Buradan Avrupa’ya gönderilmiştir. 16. ve 17. yüzyıldan sonra kumaş üretimi de düşüşe geçiyor çünkü gittikçe her şey pahalanıyor. Bildiğim kadarıyla Topkapı Sarayı’ndaki nakkaşların kaç gram altın kullanacağına, ipin hangi kalınlıkta olacağına karar veren kanunlar var. 18. yüzyıla gelindiğinde ise daha çok ithal etmeye başlıyorlar.

Bugün, “Avrupa’daki Türk kumaşlarını ben nerede bulacağım?” diye soracak olursanız. Size Avrupa’nın büyük kilise müzelerine gitmenizi tavsiye ederim. Rusya’da da var. Bu müzelerde sergilenen papaz kıyafetleri, başrahip kıyafetleri Osmanlı’dan sipariş edilen kumaşlarla hazırlanmıştır. Osmanlı kumaşlarını tabii başka yerlerde bulmak mümkün. Örneğin, bizim Fransa’da çok eskiden beridir en büyük ipek dokumacıların olduğu yerlerden biri. Ama orada da yine Osmanlı’dan gelen kumaşlar var.

HER SERGİM BİR HİKAYE

Yaptığınız işler daha çok nasıl değerlendiriliyor? Bunların bir satışı var mı?

Ben yaptığım çalışmaları satmıyorum. Çünkü bu çalışmaları bir amaç doğrultusunda yapıyorum. Amacım yurt dışında ve yurt içinde Anadolu’daki bütün kültürel değerleri çalışmalarımla yansıtabilmek. Yurt dışına gittiğimiz zaman hem bir el sanatı gösteriyoruz hem de aslında Türkiye’nin bir görüntüsünü sunuyoruz. Bu bir kültür alışverişi oluyor. Sergiye gelenler arasında sohbet ediliyor, konular açılıyor. Bu diyaloglar amacımıza çok güzel hizmet ediyor. Benim amacım da bu zaten insanlar birbirini tanımaları, saygı duymaları, birbirlerinin kültürlerini anlamaları. Bu benim kendime edindiğim bir misyon. Bu misyondan dolayı ben kendi eserlerimi satışa koyamam. Bir de benim eserlerim bir hikâyenin parçalarıdır. Bir eseri altı ayda yedi ayda yaptığınızı düşünün mesela ben o eseri satsam, bu eserden sonra ben hikâyemi nasıl yazacağım? Çünkü benim her sergim bir hikâyeyi anlatır. Hikâye olduğu için de bana eser lazım.

Bizim sergi amacımız satışla ilgili değil. Bizim sergi amacımız bir kültürü tanıtmak ve insanlar arasında çok güzel bir ilişki kurmak. Benimle beraber çalışan, bana çok inanan benimle birlikte bu işe gönül koyan pek çok arkadaşım var. Onlar da kendileri için bu işleri yapıyorlar. Aileden sandıkta kalan veyahut ellerine geçen eski kumaşları benimle beraber değerlendiriyorlar. Anneannenin seccadesi, babaannenin başörtüsü veya başka birinden kalmış bir yatak örtüsü… Bunların yıpranmış halini görüp tabii çok üzülüyorlar. Bana getirdikleri zaman ben onları tasarım içine yerleştiriyorum ve bu babaanneden toruna kadar hizmet ediyor. Şöyle ki babaannenin bir seccadesi gelini tarafından çalışılıyor ve torunun çeyizine konuyor. Böylece o babaannenin daha sonra bulunamayacak değerli bir eşyası sandıktan çıkıp yaşamasını sağlıyoruz. Babaanneden toruna bir aracı, köprü oluyor. “Elden ele yadigar” dediğimiz bir olayı yaşatıyoruz. Yoksa o sandığın içinde kalmış, çürümüş bir işlemenin kimsenin gözünde bir değeri olmuyor. Biz onu değerlendirdiğimiz zaman bir tablo, bir örtü bir pano olabiliyor.

BEN KUMAŞLARI YAŞATMANIN DERDİNDEYİM

Artık çok kişi evinde dantel, örtü gibi aksesuarlar tercih etmiyor. Oysa sizin ürettiklerinizin bir farkı var, pek çok tarza uyum sağlayabileceğini söyleyebilir miyiz?

Bizim eserlerin bir özelliği, güzelliği var. Eviniz modern de olsa, klasik de olsa nasıl bir tarz içine koyarsanız uyar. Çünkü işin içinde öyle bir gönül işçiliği, araştırma ve yansıma var ki mutlaka her eve uyuyor. Evinize gelen misafirin gözü tablolarda, panolarda oluyor.

Şu an çoğumuz artık sentetik kıyafetler giyiyoruz, lateks aksesuarlar kullanıyoruz. Bundan sonra siz kumaşın gidişatına nasıl görüyorsunuz?

Çok acıklı. Dünya genelinde bir değişime girdiğimizi düşünüyorum. Biz eskiler, bu değişime biraz karşı duruyoruz. “Bizim günlerimiz güzel geçti ama çocuklar ne olacak?” gibi bir düşüncemiz var. Gelecek için korkuyoruz. Suların kirlenmesi, havanın değişimi maalesef bizim davranışlarımızın sonucu. Artık dönemeyeceğimiz bir yola girdik. Giyim de farklılaştı. Tekstil sektörü sentetikten vazgeçmeyecek gibi gözüküyor. Ben şu an bu kumaşları yaşatmanın derdindeyim ama belki torunlarımın böyle bir kaygısı olmayacak. Onlar da yaşadıkları koşullara uyumlanacak diye düşünüyorum. Gelecekte ne olacağını tahmin etmemiz artık eskisi kadar kolay değil. Çünkü insanların da değiştiğini düşünüyorum.

DEĞERLİ KUMAŞLARINI BANA EMANET EDİYORLAR

Sohbetin başında köylerde de yaşadığınızı söylediniz. Köylerde yaşayanlar zaman zaman şehir hayatına olan özen ile evlerini de şehirdeki gibi dekore ediyor. O eski geleneksel işlemeler, örtüler eskisi gibi kullanılmıyor. Bu sizi üzüyor mu?

Elbette Ben eski olan her şeye değer veririm. Mesela zamanında çok bakır toplardım, şu an atölyede de görebileceğiniz gibi. İnsanlar melamin tabak için o çok değerli bakırlarını satarlardı. O kadar üzülürdüm ki. Bu bahsettiğim kırk sene evvel. Bugün modern eşyalar ile kültürümüzde olan çok şeyi geride bıraktık. Benim 10 sene evvel hem İngilizce hem Fransızca olarak yayınladığım bir kitabım var. Bilhassa Anadolu’daki kullanımını anlattım. Parçalı bohçalar hem bir iletişim aracı hem bir koruyucu olarak kullanılıyor. Örneğin bir ilk evladını kaybetmiş bir anne ikinci çocuğu için uğurlu gördüğü yedi aileden yedi kumaş parçası alıp onunla çocuğunu koruyacağını düşündüğü bir zıbın yapıyor. Parçalı yamanın böylesine antropolojik, sosyal yapısı yapısı var. Tabii bu dediğiniz gibi gittikçe bu özellikler yok oluyor. Aktarılmıyor ve insanlar unutuyor.

Unuttukları bu değeri sizin sergilerinizde gördüklerinde nasıl tepki veriyorlar?

Genelde hanımlar gelip sergimizi geziyor. Ertesi gün bir gazete kağıdına sarıp bana “Siz bunun değerini bilirsiniz” diyerek eski bir kumaş getirdikleri çok oluyor. Sergide zaman zaman seccadeleri, bohçaları da sergiliyorum. Bunlardan etkilenen bazı hanımlar kendi evlerinde babaannelerinden kalan seccadeleri getirip bana emanet ediyorlar. “Bizim çocuklar kıymet bilmez en azından sizin elinizde değerlensin” diyorlar. Bu şekilde bana çok değerli emanetler verildi. Ben de bazen bu eserleri sergiliyorum. Çalışmanın yanına da yapan hanımın fotoğrafını ve künyesini koyuyorum. Benim sergimi gezenler, “Bizim evimizde de böyle bir şey var, sergileniyor. Demek ki bu değerliymiş” diyor. Bu bilinci uyandırabilirsek ne mutlu bize.

OSMANLI’DA ERKEKLER DE EL İŞİ YAPARDI

Bildiğim kadarıyla bu el işinde bir de yorganlama tekniği kullanılıyor?

Aslına bakarsanız parçalı bohçada biz yorganlamayı Amerikalılar kadar çok kullanmıyoruz. Mesela Anadolu’daki seccadelere bakın sadece astarlanmış ve astarı kaymasın diye birkaç yerinden tutturulmuştur. Ama elyaflanarak yorganlama bizim parçalı bohça geleneğinde pek yaygın değildir. Çünkü biz parçalı bohçayı yalnızca örtünmek için kullanmayız. Oluşturulan kumaşları seccade, bohça veya giyside kullanırız. Amerika’dan gelen patchwork’te bizdeki saten yorganların mantığında daha çok yorganlama kullanılır.

Pek çok sanat ve zanaatta usta-çırak ilişkisi olur. Sizin için de bir öğretici-öğrenci ilişkisi oldu mu?

Biz bu çalışmada aşama aşama gideriz. Önce basit motifleri önce sonra daha karmaşık motifleri çalışırız. Mesela arabesk dediğimiz Osmanlı motifleri var, iç içe geçen yıldızlar, onların arasından geçen çubuklar var. Bir kere bunu oturtabilmek çok kolay bir iş değil. Böyle aşamalardan geçtikten ve ustalaştıktan sonra işin içine zorluk katıyoruz. Başlarda parçalı bohçalar üzerine aplikelerle hat yazıları tutturuyorduk. Ancak tecrübe ilerledikçe hattı da parçalı bohçanın bir parçası olarak kumaşların arasına yerleştirmeye başladık. Osmanlı’da da aplike vardır. Adı “kıvırmalı oturtma”dır. Osmanlı döneminde erkeklerin yaptığı bir çalışmadır. Özellikle sultanların çadırlarında keçelerden derilerden motifler yapılırdı.

Doğadan ilhamla dokundular: Geleceğin tekstil ilhamı