Sergiden müzeye: Edebiyat Müzesine önsöz

Türk edebiyatının beş büyük ismi Behçet Necatigil, Cevdet Kudret, Turgut Uyar, Tomris Uyar, Edip Cansever ve Sevim Burak’ın aileleri tarafından bağışlanan özel eşyaları okurla ilk kez Edebiyat Müzesine Önsöz adlı sergide buluştu. Okurlar yazarın mutfağında ağırlanırken bağışta bulunan yazarların aileleri edebiyat müzesinin bir an önce hayata geçirilmesini heyecanla bekliyor.

Ayşe Olgun Yeni Şafak
Edebiyat Müzesi.

İrtaokul ikinci sınıftaydım. Bir gün Türkçe öğretmenimiz derste “Kim güzel şiir okur?” diye sorunca sınıftakiler beni işaret etti. Hocamız da önüme elindeki kitabı bırakıp “Hadi yüksek sesle oku” dedi. “Yaş otuz beş! yolun yarısı eder/ Dante(l) gibi ortasındayız ömrün.” Hocamız: Dantel değil Dante diye düzeltti. Sınıfta bir gülüşme yayıldı ve ben şiiri okumaya devam ettim.Dante ile Dantel arasındaki farkı o gün bu şiirde fark ettim. Bir de Cahit Sıtkı Tarancı’yı.

Bu anımdan yaklaşık 5-6 yıl sonra Diyarbakır’a gittiğimde ilk görmek istediğim adreslerden biri Cahit Sıtkı’nın müze evi oldu. Yine lise ikinci sınıftayken ilk kez gittiğim bir mikap fuarından aldığım Yahya Kemal’in “Çocukluğum, Gençliğim, Siyasi ve Edebi Hatıralarım” kitabı da İstanbul’a yolumun düştüğü ilk haftada beni Beyazıt’taki Yahya Kemal Müzesi’ne götürdü. Ardından gittiğim müze evlerinde, sergilerde ve yaptığım röportajlar sırasında pek çok yazar ve şairin yaşadığı evi, çalışma ortamını, bilgisayar ya da daktilosunu görme fırsatım oldu.

Bunlar içinde beni en çok etkileyen iki isim var: Biri, 1994 yılında vefat eden Türk edebiyatının ustalarından Tarık Buğra’nın, eşi Hatice Bilen Buğra tarafından olduğu gibi muhafaza edilen kitaplığı, çalışma masası, daktilosu başta olmak üzere çalışma odası. Diğeri ise Üsküdar Doğancılar’daki Osmanlılar İlim ve İrfan Vakfı’nda Mehmet Akif’in muhafaza edilen gardırobu, Mısır’dan dönerken elindeki bastonu, gece lambası ve kilim seccadesi oldu. Yine 2018 yılında yaptığım bir röportajda “Efendibabamız” Ahmet Midhat Efendi’nin Basın Müzesi’ne ailesi tarafından bağışlanan çalışma masasının kaybolduğunu öğrenmiştim. Yaptığımız haberden sonra masa müzenin deposundan çıkmıştı.

BEŞ YAZARLA YOLA ÇIKILDI

Yazarın çalışma masası, yazdığı mektupları, günlükleri, bilgisayarı, daktilosu, kalemi velhasıl eserin ortaya çıkmasına tanıklık eden her nesne, eser kadar okur için merak konusudur. Hepimiz okuduğumuz şiirlerin, romanların, öykülerin izini sürmek isteriz: Bu mısrayı şair acaba nerede yazdı, ilk not düşüldüğü kağıt nerede şimdi, el yazısı nasıldı? Şu roman karakterini kimden ilham aldı, şu öyküde geçen kahvede gerçekten oturdu mu? Kurgu bir eserin gerçek hayatta izini arayan her okur için yazarların yaşadığı evler, kullandıkları eşyalar, yazdıkları mektuplar, günlükleri büyük önem taşır.

Geçtiğimiz haftalarda Tophane-i Amire Kültür Sanat Merkezi’nde açılan Edebiyat Müzesine Önsöz Sergisi de işte tam anlamıyla böylesine meraklı okurlarını ağırlıyor. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi ile Tanpınar Araştırma ve Uygulama Merkezi’nin hayata geçirdiği sergideki eşyaların hikayesi de tıpkı uzun zamandır hayali kurulan edebiyat müzesi gibi geçmişe uzanıyor. Sevim Burak, Turgut Uyar, Tomris Uyar, Edip Cansever ve Cevdet Kudret’in mutfağını okura görme fırsatını veren sergi aynı zamanda nasıl bir edebiyat müzesi olmalı sorusuna da hazırlanmış yazılı panolarla cevap veriyor. “Bir Edebiyat Müzesi Hayal Ettik” başlıklı panoda şu ifadelere yer veriliyor:

“Yazara değil Türkçeye ait bir müze. Türkçenin sanat eserlerine dönüştüğü bütün metinleri, o metinleri kurgulayan yazarı, o yazarı yetiştiren toplumu, kesintisiz akışla gösterecek bir müze. Yüzyıllık belgeleri, yazmaları, fotoğrafları, ses kayıtlarını, film uyarlamalarını, besteleri, notları, arşivleri bir tuşla önümüze getirebilecek dijital bir müze. Masası, daktilosu, imzalı kitapları, kalemi, defteri ile zaman zaman yapılacak sergilerle yazarın özel dünyasını da gösterebileceğimiz görsel bir müze. Türkçenin edebiyata dönüştüğü yolu adım adım izleyen bir müze. Bu küçük önsöz o büyük kitabın hayaliyle yazıldı.” Ardından da “Nasıl Bir Edebiyat Müzesi?” ve “Neden Bir Edebiyat Müzesi?” sorularına cevap veriliyor.

Cansever’in eşyalarına bir küllük daha

Geçtiğimiz yıl Türk edebiyatının önemli şairlerinden Edip Cansever’in 500 kitaptan oluşan kütüphanesini oğlu Ömer Cansever MSGSÜ’ye bağışlamıştı. Ömer Cansever sergiye seramik siyah büyükçe bir kül tablasıyla geldi. Bu kadar kıymetli eşyayı da MSGSÜ Rektörü Handan İnci Elçi’ye güvenerek teslim etmiş. “Handan hanım çok öncü oldu. Ortaya benim babamla ilgili bir kitaplığı çıkarabildi. Müze şekline getirebildik. Ayrıca da okulun kütüphanesini birlikte güzelleştirebildik.

Mimar Sinan böylece güzel bir kütüphaneye kavuştu. Dolayısıyla birbirimize destek olarak bir başarı elde etmiş olduk. Bunun devamı da gelecektir” diyen Cansever sergiye getirdiği küllüğün hikayesini ise şöyle anlatıyor: “Babamın Alev (Ebuzziya) Hanım’a mektupları kitap olarak çıktı biliyorsunuz. O da arkadaşının yapıp bize ev hediyesi olarak getirdiği bir küllük, annemin küllüğü. Bodrum’da buldum annemin eski evinde. Yanımda getirdim.” Cansever, başka bağışlar da olacak mı soruma ise, “Handan hanımla görüştükten sonra başka eşyalar da getirebiliriz” diye cevap veriyor.

Babam Cevdet Kudret’in daktilosunun sesiyle uyanırdık

Cevdet Kudret’in kızı Ayşe Kudret babasıyla ilgili anılarını sergiye taşımış. Babasından kalma başka özel eşyaların da evinde olduğunu söylüyor. Ayşe Kudret babasından kalma bu önemli hatıraları neden bağışladığını ve neden bu edebiyat müzesinin önemli olduğunu şu cümlelerle dile getiriyor: “Ben ailenin son üyesiyim. Benden sonra babamın hatıralarına ne olacak bilmiyorum. O yüzden sağlam, emin bir yerde olsun, insanlar görsün istediğim için buraya bağışladım. Ayrıca Rektör Handan İnci’ye çok güveniyorum. Her ele aldığı işi çok iyi yaptığını biliyorum ve kurulacak bir edebiyat müzesinin de çok başarılı olacağını, hepsinden önemlisi kalıcı olacağına inanıyorum.

Handan hanım evime gelip kendisi seçecek. Başka el yazması notlar, şiirler kitaplar da var.” Babasından yadigar bu eşyalardan ayrılmanın kendisi için çok zor olduğunu da dile getiren Kudret, “Ayrılmak kolay değil tabii, zor. Hep aklımda o şiirlerindeki el yazısı Vereceğim ama ah nasıl vereceğim. Ama şunu da biliyorum ki sonu yok bunun. Başıma bir şey gelirse en azından güvenli ellerde” diyor. Babasının çalışma masası ve daktilosunu gösterip babasıyla ilgili hatırladığı bir anısı olup olmadığını soruyorum. Ayşe Kudret şunları anlatıyor: “Mesela sabah altıda kalkıp tık tık yazdığını hatırlıyorum. Her sabah altıda uyanmak zordur değil mi? Gece erken yatardı bu yüzden ama bütün gün çalışırdı. Babam 17 yıl filan işsiz bırakılmış bir kişi. Ama o disiplini hiç bırakmadı. Ölene kadar devam etti o disiplinli çalışması. Hastalandı ama o vakte kadar daktilosunun başındaydı.”

Annem Sevim Burak’ın eşyaları için yer arıyordum

Sevim Burak’ın oğlu A. Karaca Borar ise annesinin vefatından sonra özel eşyalarını uzun süre saklamış ancak kendisinden sonra bu eşyalar ne olacak sorusunu sormaya başlayınca da yeni bir adres aramış. Yapı Kredi Yayınları kitap olarak çalışacakları eserleri alırken geriye kalan özel eşyalarını da Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’ne getirmeye karar vermiş ve şimdi bir edebiyat müzesi açılması fikrine oldukça sıcak bakıyor. Annesinin kendisine yazdığı mektupları daha önce okurla buluşturan Borar edebiyat müzesi kurma projesiyle ilgili ise şunları söylüyor: “Benim yaşadığım sıkıntılar aslında tesadüfen bu projeyle paralel oldu. Sevim Burak’ın materyalleri, objeleri, eşyaları yani ona ait olan şeyleri ne yapacağım diye yıllar geçtikçe düşünmeye başladım. Evet geçmişte bunlar benim için sıkıntı değildi ama zaman geçtikçe beni çok bunaltmaya başlamıştı. Bu süreçte de bir arayışa girmiştim. Basılı olan malzemeyi Yapı Kredi Yayınları’na bağışladım ve bu projeyi duyar duymaz da Mimar Sinan Üniversitesi’ne getirdim. Çünkü burası bir devlet kurumu ve ilelebet yaşayacak bir kurum.“ Kurulması düşünülen müzenin özellikle dijital ayağının olmasını ise Borar ayrıca kıymetli buluyor: “Edebiyat Müzesi fikri çok güzel bir gelişme, destekliyorum. Özellikle doğru bilgiye ulaşma açısından müzenin dijital bir yazar ansiklopedisini oluşturma fikri çok önemli. Objelerin, kağıtların muhafaza edilmesi de çok çok önemli ama dijital müzeye daha fazla ihtiyacımız var.”

Babam Necatigil’in keşfedilen notları var

Behçet Necatigil’in kızı Ayşe Sarısayın 1980’li yıllarda babasının kitaplarını MSGSÜ’ye bağışlamış, yıllar sonra ise çalışma masası, tuttuğu notlar gibi birtakım özel eşyalarını.

Sergiyi gezerken babasından hatıra sakladığı kalemini de bağışlama sözü veren yazar Sarısayın, “Babamın çalışma objelerinin çoğunu saklıyoruz” diyor ve bir Edebiyat Müzesi fikrine sıcak baktığını belirtiyor: “Sakladığımız objelerden birini müze için getirebilirim. Başka şeyler de olabilir tabii. Çünkü Necatigil’in çok başka arşivi de var. Ölümünden bu yana 40 küsur yıl geçti ama hâlâ yeni yeni ulaştığımız el yazıları çıkabiliyor. Eski yazı olduğu için çözülmesi zaman alıyor. Yani biz de zaten aile olarak o tür bir çalışma içerisindeyiz.”

Bağışlar bizi yeni eserlere götürecek

MSGSÜ Rektörü Prof. Dr. Handan İnci Elçi, yazar ve şairin ardından kalan arşivinden yeni eserler çıkarılabileceğini söylüyor. Buna örnek olarak da Ahmet Hamdi Tanpınar’ın İstanbul Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü’ndeki kişisel koleksiyonundan çıkan eserleri gösteriyor. Yazarın masası, daktilosu yanı sıra asıl ondan kalan arşivden bu bağışlarla yeni çalışmaların çıkacağını dile getiren Elçi bu anlamda kurulacak edebiyat müzesinin bu tür bağışları artıracağını söylüyor. Elçi, müzenin açılması için hazırlık çalışmalarının devam ettiğini de sözlerine ekliyor.