Yalan haberlerle aldatılan bir gençlik

27 Mayıs 1960 darbesi öncesi medyada yalan haberlerle halkın galeyana getirildiğini vurgulayan Aynur Mısıroğlu, asker bir ailede doğup büyüdüğünü ve o yıllarda hukuk fakültesinde öğrenci olduğunu söylüyor ve ekliyor: “Gençlerin kıyma makinesinden geçtiğini, derste Prof. Dr. Hüseyin Nail Kubalı’dan kulaklarımla duydum. Bizi o dönemin medyası ve hocalarımız yalanlarıyla yönlendirdi.”

Dilber Dural Yeni Şafak
Arşiv.

Takvim yaprakları 27 Mayıs 1960’ı gösterdiğinde milli iradenin bağrına bir hançer saplanmıştı. O gün Cumhuriyet tarihinin ilk darbesi tarihe kara bir leke olarak geçti. Türkiye ilk kez bir darbeyle tanıştı o gün. 1960 yılında iktidarda, 10 yıl önce ülkedeki tek parti devrine son veren Demokrat Parti bulunuyordu. Başbakan koltuğunda 14 Mayıs 1950 ve 2 Mayıs 1954 seçimlerinden zaferle çıkan Adnan Menderes oturuyordu, Cumhurbaşkanı ise Celal Bayar’dı. Türkiye’de ilk kez seçilmiş bir başbakan olarak iktidara gelen Adnan Menderes, o dönem Atatürk’ün resimlerinin tekrar paralara basılmaya başlanması, Türkçe okunan ezanın Arapça okunmasının serbest bırakılması gibi önemli uygulamalar gerçekleştirmişti. Ancak, Türkiye Cumhuriyeti’nin en yüksek oyunu alarak iktidarda kalmayı başaran Demokrat Parti, ne yazık ki ilk yıllarından itibaren sivil ve askeri kanadın muhalefetiyle karşı karşıya kaldı ve yaptığı güzel hizmetlerden sonra darbeci subaylar tarafından sözde “Ülkeyi baskı rejimine ve kardeş kavgasına götürdüğü” gerekçesiyle 27 Mayıs 1960 sabahı ülke yönetimine el konuldu. Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakan Adnan Menderes, bakanlar ve Demokrat Parti milletvekilleri gözaltına alınıp Yassıada’ya hapsedildi.

Bulundukları Yassıada’da kurulan Yüksek Adalet Divanı tarafından yargılanmaya başladıktan tam 9 ay 27 gün süren yargılama sonunda ise tutuklular “Vatana ihanet, Meclis iç tüzüğünün değiştirilmesi, Kırşehir’in ilçe yapılması, CHP’nin mallarına el koymaktan” suçlu bulundu. Türkiye tarihinin en karanlık ve utanç verici olaylarından birisi olan Selanik’te Atatürk’ün doğduğu eve bomba atıldığı haberiyle başlayan 6-7 Eylül olaylarından da Demokrat Parti sorumlu tutuldu. Daha sonra aralarında Menderes’in de bulunduğu 14 kişi idama, 31 kişide ömür boyu hapse mahkum edildi. O kara gün gelip çattığında ise Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan’ın idamından sonra Menderes’ten 17 Eylül 1961’de sağlam raporu alınmasının ardından İmralı’ya götürülüp idam kararı yüzüne okunuyor. Menderes’in dilinden dökülen “Kimseye dargın değilim. Kırgınlığım yok. Hayata veda etmek üzere olduğum şu anda, devletime ve milletime ebedi saadetler dilerim. Bu anda karımı ve çocuklarımı şefkatle anıyorum” olan son sözleri, Türk demokrasi tarihinin kara lekelerinden biri olan ve Türk milletinin vicdanında derin yaralar açan 27 Mayıs 1960 darbesinin üzerinden 63 yıl geçmesine rağmen hâlâ yürekleri burkuyor.

Dönemin Başbakanı Adnan Menderes ve arkadaşlarını ipe götüren bu darbe Türk halkının hafızasından hiç silinmedi. Bugün hâlâ kuşaklar arası buluşmalarda o günlerin şahitleri büyük bir üzüntü içinde yaşananları anlatır ve bu Türk siyasetinin bu kara günlerinden ders çıkarılmasını öğütlerler. Cumhuriyet’in ilanından sonra tek partili rejimde dindar halk yaşadığı baskılardan kurtulmak için oy verdikleri Demokrat Parti’nin iktidara gelmesiyle biraz olsun soluklanır. Ülke ise ekonomik, sosyal ve kültürel alanda büyük bir atılıma girer ancak CHP zihniyeti bu atılımdan rahatsız olur. Bu çıkışın önüne geçmek için iki yol seçer: Biri medya üzerinden yalan haberler yaymak diğeri ise öğrencileri örgütlemek. O dönem medyada sık sık yer alan yalan haberler arasında halkı galeyana getirenlerden birisi de öğrencilerin iktidar tarafından sabun haline getirildiği yalanıdır. Güya üniversitelerde gösteri yapan öğrenciler tutuklanmış hapse atılmış ve daha sonra da bunlar öldürülmüş. Bedenleri ise fabrikalarda sabun yapılmış. Yine dönemin CHP lideri İsmet İnönü’nün Zile ziyareti sırasında saldırıya uğradığı yalanları da yine medyada yer alan bir başka haber olmuştu. Peki bu yalan haberler ve muhalefetin yalanları o dönemin gençlerini nasıl etkilemişti? Darbenin yapıldığı 60’lı yıllardan neler hatırlıyorlardı?

KOSKOCA PROFESÖRLER YALAN SÖYLEDİ

O yıllarda Beyoğlu’nda Ağa Camii’nde müezzinlik yapan Mehmet Ali Sarı Demokrat Partili bir genç olarak bu yalan haberlerin toplumda yavaş yavaş karşılık bulduğunu söylüyor. Yine o yıllarda İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde öğrenci olan Aynur Mısıroğlu ise CHP zihniyetinin hakim olduğu bir ailede büyüdüğü halde ailesindeki askerlerin “Menderes’in ipini biz çekeceğiz” sözlerinden vicdanen duyduğu rahatsızlığı dile getiriyor. Medyada çıkan bu yalanlara ve bu yalanları okulda derste sürdüren hocalarına “Onlar da yalan söylemiyor ya koskoca profesör” diyerek inandığını dile getiren Mısıroğlu o günlerle ilgili şunları anlatıyor: “Ben 1960 İhtilali sıralarında son sınıf hukuk öğrencisiydim. Ailem, çevrem, arkadaşlarım hepimiz CHP’liydik. Bu hadiseleri de hazırlayanlar CHP’liydi ve ben de o cephedeydim. Bir şey hazırlamadım ama onlarla beraberdim. Siyasi olarak değil ama arkadaş olarak onlarla beraberdim. Sıddık Sami Onar, Tarık Zafer Tunaya, Hıfzı Veldet Velidedeoğlu hocalarımdı. Gençken onlara o kadar bağlanmıştık ki Adnan Menderes ile ilgili söyledikleri sözlere tamamen inandık. Şimdi aklımı kullanıyorum, ikinci üçüncü şık olduğunu anlıyorum ama tabii bu yaşıma gelmeden önce bu tecrübeyi edinmek kolay değildi. O zamanlar CHP’li gençler, Demokrat Partili gençler diye ikiye ayrılıyordu. İki taraftan da tanıdıklarım oluyordu. Ama bununla beraber etrafım CHP’lilerle birlikteydi. Üstelik ben asker ailesiyim. Ailemiz, eşrafımızdaki insanlar hepsi Adnan Menderes’e tamamıyla karşı bir gruptu. Onları büyüğümüz, abimiz, amcamız sayıyorduk. Onun için onlarla beraberdik.”

O yıllarda çiçeği burnunda bir hafız olarak Mehmet Ali Sarı ise Beyoğlu sokaklarına taşan Menderes karşıtı gençlik yürüyüşlerinden şunları hatırlıyor: “O zamanlar gençler Taksim’de toplanıyordu. Ben de o zaman İstiklal Caddesi’ndeki Ağa Camii’nde talebe olarak bulunuyorum. İstiklal Caddesi’nde bir grup, Plevne Kahramanı Gazi Osman Paşa’ya yakılan, ‘Olur mu böyle olur mu, kardeş kardeşi vurur mu?’ sözleriyle hep bir ağızdan tünele doğru yürüyorlardı. Günün ve haftanın belli saatlerinde böyle bir ortam vardı. Adnan Menderes’te radyodan konuşuyor. Hazin hazin kendisini, yaptıklarını ve yapacaklarını anlatıyor. Üzerine gelenlerin haklı olmadıklarını dile getiriyor. Ondan sonra ihtilal oldu ve onları Yassıada’ya koydular. Yassıada mahkemeleri devam ederken herkesin gözü kulağı radyodaydı.”

MAHKEMEDE SOĞUK VE HAZİN BİR HAVA VARDI

Yassıada’daki duruşmaları o yıllarda sadece asker yakınları katılabiliyormuş. Bir de tutukluların aileleri. Mısıroğlu ve Sarı ise o dönem Yassıada’ya gidip duruşmaları takip eden iki şanslı genç. Mısıroğlu ağabeyi asker olduğu için onunla birlikte annesi ve ablası ile adaya duruşmaları izlemeye gittiğini belirtiyor ve izlenimlerini şöyle aktarıyor: “Duruşma tamamıyla ordu taraftarı insanlarla doluydu. Adnan Menderes’e karşı bir sempatim yoktu ama o mahkemelerde Adnan Menderes üzgün ve çok kibar olduğu aklımda kalmış. Hakim ise çok kabaca çirkin bir şekilde sürekli onu susturuyordu. Hakimin Fatin Rüştü Zorlu ve Adnan Menderes ile azarlayarak konuşmasına üzülüyordum. Menderes ise kendini çok güzel ifade ediyordu. Konuşmasını bilen bir siyasetçiydi. Kendisini de müdafaa ediyordu ama karşı taraf konuşturmuyordu bile. Halbuki mahkum istediği şekilde uzatabilir, kendini istediği kadar müdafaa eder. İster ciddiye alırsın ister almazsın ama konuşmasına müsaade edersin. Ben hukukçuyum, katil bile olsa böyle bir muamaleyi hiç görmedim. Mahkemeler bu şekilde devam etti.” O dönem genç bir hafız olan Mehmet Ali Sarı ise mahkemeler devam ederken, bir arkadaşının akrabası olan Başsavcı Ömer Altay Egesel’in sözde yeğeni olarak Yassıada mahkemelerine gitmeyi başarmış. Dolmabahçe’den hareketle hakimlerle aynı hücum bota binerek Yassıada’ya gittiğini dile getiren Sarı ise izlenimlerini şu sözlerle anlatıyor: “Mahkemede ziyaretçilerin olduğu yerden dinledim. Hakimler sanıkları çağırıyordu. Seçilen bütün Demokrat Partili milletvekilleri o sandalyelerde oturuyorlardı ve hakim onları çağırıp konuşuyordu. Adnan Menderes’e hakim soru soruyordu, Menderes de son derece nazik ve kibar bir şekilde cevaplandırıyordu. Ama hakim sert konuşuyordu. Adnan Menderes’in çok hazin bir sesi vardı benim kulaklarıma gelen ve gayet güzel cevaplar veriyordu. Cevapları bizi tatmin ediyordu ama sanıyorum hakimi tatmin etmiyordu. Onu ağır cezalandırmaya zaten çoktan kararını vermişti ve meşhur gazetelere başlık olan ‘Sizi buraya tıkan kuvvet, öyle istiyor’ diye bir başhakimin sözünü hatırlıyorum. Bu söz zaten her şeyi ifade ediyor, anlatıyordu. Mahkemede böyle hazin, soğuk ve donuk bir hava vardı. Asker hakimiyeti altında herhangi bir şey söyleyemiyordun. Böyle bir hava içerisinde mahkemeler devam ediyordu.”

Halk her zaman Menderes’in yanındaydı

Adnan Menderes, o dönem halk tarafından çok seviliyormuş ama halk askeri baskıdan korkuyormuş. Aynur Mısıroğlu, “Menderes zamanında öyle çok sevilirdi ki herkes hayrandı. Menderes’i taparcasına sevenlerden idam sürecinden tek bir kişiden bile ses çıkmadı” şeklinde anlatıyor. Halkın Menderes’in yanında olduğun söyleyen Mehmet Ali Sarı ise “Seçim olsaydı gene o atmosferde Menderes tekrar seçilirdi. Çünkü halk onun yanındaydı. Yassıada mahkemeleri adaletimizin yüz karasıdır”diyor.

Yalan haberlere inandık

O dönemlerde halkı galeyana getiren medyada sık sık yer alan yalan haberler dolaşıyormuş. Mısıroğlu, bu yalan haberleri derste sürdüren hocalara inandığını söylüyor ve ekliyor: “Prof. Dr. Hüseyin Nail Kubalı’dan kıyma makinalarından geçtiler cümlesini kulaklarımla duydum. Başa bağlı, hocalarına çok hürmet eden insanlar olarak yetiştik. Evimizde hep Cumhuriyet Gazetesi okunurdu. Bizi böyle yönlendirirdi o dönemin medyası ve hocalarımz.” Sarı ise “Her tarafta muhalif gazeteler vardı. Baskın bir disiplin ve baskı vardı” diye o yıllarla ilgili izlenimlerini anlatıyor.


Türkiye Yüzyılı'nda söz gençlerde