Beşikte konuşan iki çocuk

Aşriv.

Mehmet Nezir Gül

Cüreyc, kendini Allah’a adamış, O’na sonsuz bir muhabbetle ibadet eden bir delikanlıydı.

Halk, onun ibadet ve takvasını kendi aralarında övgüyle, parmak göstererek konuşur, Evinin dışında bir sade kulübede yaşardı.

Bir gün annesi yanına geldi, o namaz kılıyordu.

“Ey Cüreyc! Yanıma gel, seninle konuşacağım! Ben annenim!” diye seslendi.

Cüreyc, annesinin sesini duydu, namazı bozmakla annesine cevap vermek arasında tereddüt yaşadı. “Allah’ım! Annem ve namazım, hangisini tercih edeyim?” diye düşündü. Namazına devam etmeye karar verdi.

Annesi çağırmasını, her defasında üç kere olmak üzere, üç gün tekrarladı. Cevap alamayınca üçüncü seslenişin sonunda beddua etti:

“Allah’ım, kötü kadınların yüzünü göstermedikçe canını alma!”

Benî İsrail, aralarında Cüreyc ve onun ibadetini konuşuyorlardı. O diyarda güzelliğiyle herkesin dilinde olan zinakâr/fahişe bir kadın vardı. Arkadaşları kendi aralarında Cüreyc’in takvasını konuşurken kadın, kandıramayacağı kimsenin olmayacağını söyledi.

“Dilerseniz ben onu fitneye atarım” dedi.

Gidip Cüreyc’e sataştı. Ancak Cüreyc ona iltifat etmedi.

Kadın bir çobana gitti. Bu çoban Cüreyc’in manastırının yakınında barınak bulmuş birisiydi. Kadın onunla zina yaptı ve hamile kaldı. Çocuğu doğurunca:

“Bu çocuk Cüreyc’ten” dedi.

Halk öfkeyle gelip Cüreyc’i manastırından çıkardı, manastırı yıktılar, hakaretler ettiler. Bu arada kendisini de dövmeye başladılar. Neredeyse linç edeceklerdi. Cüreyc onlara sordu:

“Derdiniz ne?” diye sordu.

“Şu fahişe ile zina yaptın ve senden bir çocuk doğurdu! dediler. Cüreyc:

“Çocuk nerede, getirin bana?” dedi. Halk çocuğu ona getirince, Cüreyc,

“Bırakın beni namazımı kılayım!” dedi.

Bıraktılar ve namazını kıldı. Namazı bitince çocuğun yanına gitti, karnına dürttü ve sordu:

“Ey çocuk! Baban kim?”

Çocuk dile geldi:

“Falanca çoban!”

Bunun üzerine halk Cüreyc’in masum olduğunu anladı. Gelip onu öpüp okşadılar, omuzlarda taşıdılar.

“Senin manastırını altından yapacağız!” dediler. Cüreyc ise

“Hayır! Eskiden olduğu gibi kerpiçten yapın, yeter. Başka bir şey istemem!” dedi.

Bir zamanlar bir çocuk annesini emiyordu. Oradan şahlanmış bir at üzerinde kılık kıyafeti güzel bir adam geçti. Onu gören kadın dua etti:

“Allah’ım şu oğlumu bunun gibi yap!”

Annesini işiten çocuk memeyi bırakarak adama doğru yönelip baktı ve konuştu:

“Allah’ım beni bunun gibi yapma!”

Tekrar memesine dönüp emmeye başladı.

Biraz sonra annenin yanından bir kalabalık geçti. Ellerinde bir cariye vardı. Onu dövüyorlar ve

“Seni ahlaksız seni! Zina yaparsın, hırsızlık yaparsın ha! diyorlardı. Cariye ise,

“Allah bana yeter, o ne iyi vekildir!” diyordu. Çocuğun annesi:

“Allah’ım çocuğumu bunun gibi yapma!” dedi.

Çocuk yine emmeyi bıraktı, cariyeye baktı ve dedi ki:

“Allah’ım beni bunun gibi yap!”

Bebeğinin hem konuşmasına hem de itiraz etmesine kızan anne bağırdı:

“Boğazı tıkanasıca! Kıyafeti güzel bir adam geçti. Ben, “Allah’ım, oğlumu bunun gibi yap” dedim. Sen, “Allah’ım! Beni bunun gibi yapma!” dedin. Yanımızdan cariyeyi döverek, zina ve hırsızlık yaptığını söyleyerek geçenler oldu. Ben, “Allah’ım, oğlumu bunun gibi yapma” dedim. Sen ise “Allah’ım, beni bunun gibi yap!” dedin. Nedir bu?

Oğlu şu cevabı verdi:

“Güzel kıyafetli bir adam geçti. O atlı adam cebbar, zalimin biriydi. Ben de, “Allah’ım beni böyle yapma!” dedim. “Zina ettin, hırsızlık yaptın!” dedikleri şu zavallı cariye ise ne zina yapmıştı, ne de çalmıştı! Ben de “Allah’ım beni bunun gibi yap!” dedim. (O kötülükleri yapmaktansa suçlanmayı tercih etti) (Buhârî, Enbiya 50, Amel fi’s-Salat 7; Müslim, Birr 7, 8, 2550).

Sadece zahire bakıp, dış görünüşe göre değerlendirip insanları suçlamak asla doğru değildir.

Özeneceğimiz veya suçlayacağımız insanların özel durumlarını, olayların perde arkasını bilmemiz, ona göre hareket etmemiz gerekir.

Allah dilerse en olmayacak şeyler de olur, olağanüstü hadiseler yaşanır.