Mukabele: Ramazan sevinci

Müslüman saatini kuramadığımıza hayıflanan Ahmet Haşim gibi, biz de mümin neşesinin azaldığına eseflenebiliriz. Ancak ne mutlu ki, ramazan-ı şerifte, yüz yüze bir ibadet olan mukabele sayesinde gönüllerimiz ümmet-i Muhammed olmanın sevincini tazelemekte. Vaktimiz onanıp, mekânlarımız şenlenmekte.

Dünden bugüne, mukabele ibadeti coşkuyla sürdürülüyor.

Gözümüzün nuru mukabele sünnetini, yaygın olarak ve her sene tatbik ederek, bir gelenek hâline getirmişiz. Kur’an-ı Kerim ve Efendimiz’e (sav) duyduğumuz hürmetle muhabbeti, bir vesileyle daha görünür ve devamlı kılmışız. Aslında bu ihtirama, Cebrail (as) de dâhildir. Çünkü mukabele, vahiy meleği ile Efendimiz’in, ayet-i kerimeleri karşılıklı okumak üzere görüşmelerine verilen isimdir. Kelime sözlük anlamıyla, “karşılık vermek” manasını içermekte. Günlük konuşmalarımız arasında, “bilmukabele” ifadesini kullanırız mesela. Evet, Peygamberimiz “İkra/Oku” emrinin işaretlerinden biri olarak, her ramazan-ı şerifte, o vakte dek nazil olan ayetleri, Cebrail’e kıraat etmiş. Büyük melek de kendisine mukabelede bulunarak okumuş. Böylece, birbirlerini karşılıklı olarak dinlemişler. Rivayet edilir ki, yanlarında bazen, sahabeden zatlar da bulunurmuş. Ayrıca, içlerinde hane halkıyla mukabele edenler olurmuş.

Fahr-i Mürselin Efendimiz’in ahirete irtihal edeceği sene, mukabele iki defa tahakkuk eder. -O yıl, itikafta bulunma süresi de uzamış; yirmi günü bulmuştur.- Resulullah, vefatının yaklaştığını böylece anlar ve mübarek kerimesi Hz. Fatıma’ya (ra) bildirir. Peygamberimiz’in, işte bu son mukabele okuyuşuna “arza-i âhire” adı verilmekte. Hz. Osman (ra) zamanında çoğaltılan “İmam Mushaf” da, arza-i âhire üzere toplanır. İmam Mushaf, Hz. Hafsa (ra) anamıza emanet edildiğinden dolayı, vakti gelince kendisinden teslim alınır. Mukabele hatırasını anarken, Hz. Ömer’in (ra) kızı ve Efendimiz’in (sav) cömert hanımı olan Hz. Hafsa validemiz ile Fahr-i Âlem Efendimiz’in “ciğerparem” diye hitap ettiği, sırlarını emanet ettiği kerimesi Hz. Fatıma’yı da görmekteyiz.

Dünden bugüne, mukabele ibadeti coşkuyla sürdürülüyor. Hakk’a gönül verenler, yerinde duramayıp, âdeta yârin semtini dolaşıp durmakta. Banu Cevheriye Hatun’un, şu mısralarında söylediği gibi: “Dost derdine düşmeyen can/Semt-i yâri dolanır mı/Kalbi mutmain olmayan/Hakk nutkuna inanır mı”. Camide toplanan cemaat, genellikle bir hafızın çevresinde halka oluşturarak, rahlesindeki mushaftan ayet-i kerimeleri takip ediyor. Her gün bir ya da bir buçuk cüz okunuyor malum. Hafız, ezberinde olduğu hâlde, daha faziletli bulunduğundan dolayı, yüzünden kıraat ediyor. Ayrıca, harflerin hakkının teslim edilebilmesi için de, tertil üzere, yani vasat bir hızda okuyor -jet hafızlar müstesna tabii-. Böylece, takip edenler noksanlarını düzeltebiliyorlar. Zaten, Peygamberimiz’le vahiy meleği arasındaki mukabelenin asıl gayesi, Efendimiz’in okuyuşunun pekişmesidir. Nitekim, konu hakkındaki hadis rivayetlerinde “tedris” kelimesi zikredilir. Yani, Efendimiz bir nevi ders görmüştür. Bu sayede, vahiy, Resulullah’ın hem dilinde hem kalbinde sağlamlaştırılıp, takrir edilmiştir.

http://image.piri.net/resim/imagecrop/2017/05/29/11/42/resized_1a05d-c50b6682muabele1.jpg

Tek başına gerçekleşmesi mümkün olmayan mukabelenin, cemiyete yönelik faydalarını da, her sene tecrübe etmekteyiz. Kardeşlik duygularımız pekişerek, ehl-i iman olmanın verdiği sürur artmakta. Muhammed ümmeti olarak bu ruh-ı revana, gönül genişliğine, dağılıp parçalandığımız şu asrımızda ne çok ihtiyacımız var. Hem biliyoruz ki, Kur’an okunan yere melaike iner. Yoldaşımız olan kiramen kâtibin meleklerini de hesaba katarsak eğer, yoğunluğu daha iyi takdir edebiliriz. Eh, bunca melek varken, başka ne olsun! Cemiyet böylece huzur ile dağılır. Hem bu toplanmalar, Efendimiz’in livaü’l-hamdi altında ve kevser havuzunun etrafında cem olma iştiyakına dair, tevhit heybemizde biriktirdiğimiz deliller arasında gelir. Bizi birbirimize aşina ve şahit kılar. Atasözümüz ne diyor: Delilsiz cennete dahi girilmez.

Mukabele layıkıyla ifa edildiği takdirde, güzellik anlayışımızı pekiştiren bir vesile hâline de gelir. Bu da mümin neşesini çoğaltır pek tabii. Kur’an-ı Kerim’in, güzel sedalı okuyucular tarafından tilavet edilmesi, gerek okuyanı gerek dinleyeni ihsan makamına yükseltir. Fahr-i Âlem Efendimiz, “Seslerinizle Kur’an’ı süsleyiniz. Muhakkak ki güzel ses, Kur’an’a güzellik katar” buyurmakta. Emre itaat eden ecdat, bülbül sıfat hafızlarla, bilhassa selatin camilerini süslemiştir. Makber gazeliyle hafızamızda yer eden Hafız Burhan Efendi, daha küçük yaşlarında iken, İstanbul camilerinde mukabele okumaya başlamış. Fatih Camii’nin bülbül-i şeydası Hafız Sami Efendi ise, hünkâr mahfilinin altında okuduğu cüzlerle, mümin gönülleri şen eylemiş. Zekai Dede Efendi’nin, “Evladım, sana Allah meşk etmiş” dediği Sami Efendi’nin sesi, 1900 yılından itibaren, on sene boyunca cemaati mest etmiş. Öyle ki aralarında vecde gelip kendinden geçenler olurmuş.

Mukabele için seçilen vakitler de bir ihtimamın göstergesidir. Geçmişten günümüze, ikindi ve yatsı namazı sonrası ile sahur zamanı tercih edilmiş. Sabah namazı vaktinde, nafile namaz caiz olmadığından sebeple, kıraat ile meşguliyet evla görülmüş. İkindinin akabinde namaz kılınamayacağı için, Kur’an-ı Kerim tilavetiyle zaman değerlendirilmiş. Yatsıdan sonrası ise, geceleri kaim olmanın yollarından biri sayılmış. Nitekim, İmam Buhari’nin naklettiği şu rivayetten öğrendiğimize göre, Cebrail (as) mukabele için ramazan gecelerinde teşrif edermiş: “... Resulullah, her ramazan gecesinde Cibril ile buluşur, Kur’an’ı ona arz ederdi...” Cemaatin vakit tanzimini, Ahmet Haşim’in işaret ettiği “Müslüman saati”nin örnekleri arasında anabiliriz. Üstadımız, bize has olan vakit idrakinden, şöyle bir tespitten hareketle bahseder: “Eskiden kendimize göre yaşayışımız, düşünüşümüz, giyinişimiz ve kendimize göre, dinden, ırktan ve ananeden hayat alan bir zevkimiz olduğu gibi, bu hayat üslubuna göre de ‘saat’lerimiz ve ‘gün’lerimiz vardı.” Çok şükür ki, ramazan-ı şerif ayında, miladi takvimin zaman kaydından hicret edip, Müslüman saatini hatırlayabilmekteyiz.

Mukabele cemiyetini evde tertipleyen kadınların zamanlaması ise, kuşluk vaktidir. -Zaten hanımların kahve oturması da bu zaman dilimi değil mi?- İkindi sonrası makbul görülmez. Çünkü, iftar sofrasını hazırlamak üzere kollar sıvanacaktır.

Mukabele ederek sürdürülen hatm-i şerif, genellikle kadir gecesinin gündüzünde tamamlanıp duası edilir. Cenab-ı Hakk’ın rızasını uman müminler, münacat etmenin huzuruna kavuşmuş ve muhabbet meşk etmişlerdir. Oruç tuttuğumuz ramazan-ı şerifin, aynı zamanda, vahyin nazil olduğu Kur’an ayı olduğu topluca ikrar edilmiştir. Kalplere sinen ve yüzlerden okunan huzur, kemal bulduğuna göre, bayram etmenin zamanı gelmiş demektir.