|

Amerika yükselen ekonomileri satışa (!) hazırlanıyor

ABD ekonomisinin canlanmasına paralel olarak FED''in yeni yönetiminin dünyanın geri kalanını ve özellikle yükselen ekonomileri dikkate almayan bir politika seçeneğine vurgu yapması küresel ekonomi için bir tehdit oluşturmaktadır

Doç. Dr. Selim Kayhan
00:00 - 27/02/2014 Perşembe
Güncelleme: 23:06 - 26/02/2014 Çarşamba
Yeni Şafak
Gündem
Gündem

Lehmann Brothers''ın 2008 yılında batması ile birlikte ABD''de ortaya çıkan finansal kriz, Yunanistan, İspanya ve Portekiz''de yaşanan yapısal problemleri tetikleyerek Avrupa Birliği''ni sarsmıştır. ABD ve AB ekonomilerini derinden etkileyen bu kriz bir küresel bir durgunluğa yol açtı. Bu durumdan başta gelişmiş ülkeler olmak üzere tüm dünya ekonomisi ağır bir yara aldı. G-7 ülkeleri krizden tek başına çıkamayacağını anlayınca çıkış yolu olarak gelişmekte olan ülkelerin kapısını çaldı, gelişmekte olan ülkelerin dahil olduğu G-20 ülkelerini krizden kurtulma planının bir parçası olmaları için göreve çağırdı. ABD ve Avrupa''da başlayan krizin atlatılmasında Türkiye''nin de içinde bulunduğu yükselen ekonomilerin rollerinin ne olacağı G-20 toplantıları ile belirlenmeye çalışıldı.

YÜKSELEN EKONOMİLER İÇİN YENİ DÖNEM

Krizin başlamasının üstünden geçen beş yıl sonucunda ABD işgücü piyasasında önemli iyileşmeler yaşandı ve işsizlik oranı bu yılın ilk ayında % 7,5''tan % 6,6''ya düştü. İşsizlikteki düşüş Amerikan ekonomisindeki iyileşmenin önemli bir göstergesi olarak kabul ediliyor. Buna karşın kriz döneminde ekonomiyi canlandırmak için kullanılan parasal genişleme (Quantitative Easing) politikasına ihtiyaç kalmamıştır. Nitekim bu konu ile ilgili ilk sinyaller eski FED başkanı Ben Bernanke tarafından 2013 yılının Mayıs ayında verildi. Bu ABD tahvillerinin faiz oranlarının artacağına dair bir gösterge anlamına gelmektedir. Gelişmekte olan ülkeler için ise bu değişim şu anlama gelmektedir: Artık uluslararası sermaye parasını nispeten yüksek faiz oranına sahip gelişmekte olan ülke finansal sistemlerinde tutmak yerine görece daha düşük faiz oranı ve fakat daha güvenli bir liman olan Amerikan finansal sistemine kaydıracak demektir. FED''in açıklamalarının hemen ertesinde gelişmekte olan ülke piyasalarından çıkan sermaye ülkelerin ulusal paralarının değer kayıplarına neden oldu ve bu durum ülkelerin makroekonomik istikrarı adına önemli birer problem haline dönüştü.

Ben Bernanke''nin açıklamaları ile eşzamanlı yaşanan politik ve sosyal gerginlikler gelişmekte olan ekonomilerde yaşanan riskleri artırdı. Kırılgan beşli (fragile five) olarak tanımlanan Hindistan, Endonezya, Brezilya, Türkiye ve Güney Afrika''da oluşan politik risk, yine Türkiye, Tayland ve Ukrayna''daki yaşanan sosyal gerginlikler, BRICS (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika) ülkelerinin büyüme hızlarındaki hızlı düşüş beklentileri sermaye çıkışını hızlandırarak ulusal paraların değer kaybını hızlandırdı ve makroekonomik kırılganlıkları arttırdı. Özellikle ithal enerji bağımlılığı yüksek Türkiye gibi ekonomilerde enflasyonist baskıların oluşmasına neden oldu.

Bu olaylar gelişmekte olan ülkelerin finansal istikrara yönelik politika değişikliklerine gitmelerine neden oldu. Başta Brezilya ve Endonezya, son olarak da Türkiye faiz oranlarında ciddi artış yapmak zorunda kaldı. Bazı ülkeler ise finansal sistemlerindeki kriz aşmak üzere daha radikal kararlar aldı. Örneğin Arjantin rezervlerindeki erimeyi durdurabilmek amacı ile finansal sistemindeki ileri yönelik (forward) piyasa işlemlerini durdurma kararı aldı. Yapılan müdahalelerin başarısı ayrı bir tartışma konusudur. Fakat ekonomi yönetimlerinin büyüme hedeflerini gözden geçirmesine ve aşağı doğru revize etmesi gerektirdiği kesindir.

AMERİKA YÜKSELEN EKONOMİLERİ DİKKATE ALMIYOR

Ben Bernanke''nin Nisan 2013''te verdiği sinyallere uygun politika uygulamalarının (tahvil alımlarının azaltılması) başladığı bir dönemde; FED''in yeni başkanı Janette Yellen ve yardımcısı Stanley Fisher söylemleri ile olaylar yeni bir boyut kazandı. Zira Şubat ayının hemen başında Hindistan Merkez Bankası başkanı, 28 Ocak''ta faiz oranlarını artırdıktan hemen sonra, FED''i politika kararlarında dünyanın geri kalanını dikkate almadan hareket etmekle suçladı. Hemen akabinde Yellen, FED''in para politikası uygulamalarında sadece ABD ekonomisinin önceliklerini dikkate alacağını ve gelişmekte olan ülkelerde yaşanan makroekonomik istikrarsızlıklardan kendilerinin sorumlu olmadığını açıkladı.

Yellen''in açıklamasının belki ilk kısmı kısmen haklı görülebilir. Zira FED, ABD''nin merkez bankasıdır ve ancak uygulamış olduğu politikaların etki alanı tüm dünyayı etkilemektedir. Bu yüzden açıklamasının inandırıcı olmadığını fark eden Yellen, sonraki gün gelişmekte olan ülkelerin mevcut durumundan kısmen sorumlu olduklarını kabul etti. Ancak yükselen ekonomilerdeki olumsuz etkilenmeyi dikkate alarak, FED''in para politikası çerçevesinde bir değişikliğe katkı yapıp yapmayacağı henüz açık değil. Eğer FED politika değişikliğine gitmez ise, yeni dönemde yükselen ekonomilerde yaşanacak makroekonomik istikrarsızlıkların Amerika açısından bir mahsuru olmadığını da zımnen kabul etmiş olacaktır. Dahası FED, 11 Şubat 2014 tarihinde yeni dönemde uygulamaya koyduğu politikaların yükselen ekonomiler üzerindeki etkilerine yönelik bir raporda yayınladı. Altı farklı endeksi dikkate alarak on beş yükselen ekonominin sıralandığı bu listede; Türkiye, en kötü durumda olan ülke olarak listenin tepesinde yer aldı.

2008 yılında başlayan durgunluktan çıkış için yükselen ekonomilerin desteğini arayan ABD, krizin etkilerinin geçmesi ile birlikte bencil politikalarına geri dönüş yaparak tabiri caiz ise ''yükselen ekonomileri'' yüzüstü bırakacağı yönünde sinyaller veriyor. Bu ekonomilerden çıkış yapan sermaye, kurların yükselmesine, enflasyonist baskının ve faiz oranlarının artmasına yol açıyor. Bunun sonucu ise, yatırım oranlarının azalması ve büyüme oranlarında sert düşüş olacağı açıktır.

Kriz kahini olarak adlandırılan Nourel Roubini ve diğer bazı ünlü ekonomistler ise, yükselen ekonomilerinde yaşanan olumsuzlukların sorumlusu olarak, şaşırtıcı bir şekilde, yine bu ülkelerin ekonomi yöneticilerini sorumlu tutarak kendilerince FED''in rolünü aklamaya çalışıyorlar. Onlara göre 2008 sonrası süreç gelişmekte olan ülkeler için bir fırsattı ve bu süreçte ülkeler ekonomilerde yapısal dönüşüm sürecini iyi bir şekilde yönetemediler ve gelinen noktada kırılgan bir yapı sergilemektedirler.

G-20''NİN SONU MU?

ABD kaynaklı finansal krizin tüm dünyayı derinden etkileyerek yol açtığı küresel durgunluktan çıkış için II. Dünya Savaşı sonrası oluşturulan ekonomik düzeninin yetersiz kaldığı açık. Zaten eğer IMF ve diğer uluslararası finansal kuruluşlar yardımıyla ve koordinesiyle bu mümkün olsaydı, belki de G-20''ye hiç ihtiyaç kalmayacaktı. Mevcut küresel düzenin yetersiz kalması, G-20 gibi oluşumları gündem getirmiştir. G-20, küresel durgunluktan çıkış için küresel koordinasyon imkanı sağlayan ve dünya ekonomisine nefes aldıran bir oluşum görevi gördü.

Ancak ABD ekonomisinin canlanmasına paralel olarak FED''in yeni yönetiminin dünyanın geri kalanını ve özellikle yükselen ekonomileri dikkate almayan bir politika seçeneğine vurgu yapması küresel ekonomi için bir tehdit oluşturmaktadır. FED''in öncelikle Amerika''nın merkez bankası olduğu doğru. Ancak Amerikan ekonomisinin ve finansal piyasalarının büyüklüğü dikkate alındığında; FED''in daha sorumlu davranması beklenir. Kötü günde yükselen ekonomilerden G-20 üzerinden koordineli bir şekilde destek arayan Amerika''nın iyi günde uyguladığı para politikaları ile yükselen ekonomiler üzerindeki yıkıcı etkisini dikkate almaması uzmanların gözünden kaçmayacaktır. Küresel durgunluktan çıkış için G-20 kapsamında aranan orta yolun, yeni dönemde de uzlaşma ile belirlenmesi önemlidir. FED''in burnunun dikine giden ve yükselen ekonomileri göz ardı eden politika seçeneğinde ısrarcı olması, dönüp dolaşıp Amerika''yı da etkileyeceği açıktır. Zira FED politikalarından en çok etkilenmesi beklenen Brezilya, Türkiye, Hindistan ve Güney Afrika gibi ülkelerin Amerika''nın stratejik ortakları olduğunu unutmamak gerekir. Bu ülkelerdeki makroekonomik istikrarsızlığın yol açacağı siyasal istikrarsızlıktan en çok etkilenen ülkenin yine Amerika olacağı açıktır. Yapılması gereken, G-20 oluşumunun bu yeni döneme ilişkin politika uzlaşısı için bir platform olarak kullanılmasıdır.


10 yıl önce