|

Burçlara inanır mısınız?

Kur’an ve Sünnet’te burçlar da dâhil olmak üzere gök cisimlerinin, insanın ihtiyari fiillerine etki ettiğine dair bir delil veya karineye rastlanmamaktadır. Astroloji; içeriğinde kehanet ve falcılıkla alakalı bilgiler bulundurduğundan, hem bir ilim dalı olarak kabul görmemiş hem de İslamî öğretilere karşıt bir konumda sayılmıştır. O halde neden hâlâ birbirimizin burçlarını merak eder, burçların karakteristik özelliklerini öğrenmeye çalışmaktan kendimizi alamayız?

00:00 - 11/11/2021 Perşembe
Güncelleme: 23:08 - 10/11/2021 Çarşamba
Yeni Şafak
İLLUSTRASYON: CEMİLE AĞAÇ YILDIRIM
İLLUSTRASYON: CEMİLE AĞAÇ YILDIRIM
FATMA BAYRAM
/ YAZAR

İnanmam. Ama rastlayınca okumadan, anlatılırsa dinlemeden geçemem. (Bu cevapla, yazıyı başlamadan bitirebiliriz. Ama ortaya bir yazı çıkacaksa cevabın öncülleri ve ardılları açıklanmalı.)

“Burçlara inanmam” derken kastettiğim, bir insanın karakterini burcunun belirlemesine inanmayışımdır. Yoksa doğum anında gezegenlerin dizilimlerinin nasıl bir insan olacağımızla ilgili binlerce etkiden küçük bir tanesi olmasında bir mahzur görmem. Zira kozmik olayların insanı etkilemediğini düşünemeyiz. Özellikle geleneksel tıpta Ay’ın insan bünyesindeki etkilerinin hesaba katıldığını bilmek, bu konuda bizi kestirip atmaktan korumaktadır. Kaldı ki, Güneş ve Ay’ın hareketlerinin okyanuslarda gelgitlere sebep olduğu göz önüne alındığında aynı hareketlerin insan metabolizmasında etkili olduğunu düşünmemek yanlış olur.

İNSAN İHTİYAR SAHİBİDİR

Gelgelelim yeryüzünde meydana gelen bütün değişikliklerin, gök cisimlerinin özel konumları ve hareketleriyle yakından/sıkı bir ilgisi bulunduğu prensibi üzerine kurulan astroloji; burçların ve gök cisimlerinin insan karakterini etkilediği, hatta belirlediği savıyla karşımıza çıkmakta, bu da hem inançlarımıza hem de aklımıza ters düşmektedir.

Nasıl birisi olacağımızı elimizde olmayan nedenlere bağlayan her açıklama, insanı hayvandan ayırt eden büyük farkı; sorumluluğu ortadan kaldırdığı için rahatsız eder beni. İnsan; seçim yapan (ihtiyar sahibi), iradesini seçimleri doğrultusunda kullanan ve bu nedenle de hayatından sorumlu olan bir varlıktır. Kıymeti de buradan gelir. Her iki dünyada da seçimlerinin sonuçlarıyla yüzleşir ve hesabını öder. Evet, o tercihleri yaparken elimizde olmayan –kalıtım, aile, eğitim, toplum gibi- bazı faktörlerin etkisi altında olabiliriz. Fakat biliriz ki bir ismi de “el-adl” (adaletin ta kendisi) olan Yüce Yaratıcı onları hesaptan düşecektir.

Kalıtsal olarak getirdiğimiz özellikler üzerine iradeli seçimlerimizle inşa ettiğimiz ve insanın özgürlüğünü vurgulayan karakter anlayışı yerine; doğum anımızda yıldızların konumu tarafından belirlenen, tamamen edilgen karakter anlayışını savunan astrolojinin tarihçesine kısaca göz gezdirmek bile onun şirk inançlarıyla ilişkisini ortaya sermeye yeter.

GÖK CİSİMLERİ VE KEHANET İLİŞKİSİ

İnsanın karakterini ve seçimlerini belirlemede burçların etkili olduğu ve yıldızların hareketlerinin yeryüzündeki hayatı etkilediği inancı milattan önce ikinci bin yıldan itibaren Akad, Elam, Hitit metinlerinde görülmüş. İslam Ansiklopedisi’nde belirtildiğine göre Mezopotamya geleneğinde, gök cisimlerinin tanrı olarak kabul edilmesi ile bu inanç arasında yakın bir ilişki mevcut. Buna göre insanlar hangi burcun altında doğarlarsa, o burcun tanrısının etkisi ve himayesinde olurlarmış. Burçların insan üzerine yaptığı etki hakkında en ayrıntılı bilgiler ise Mezopotamya ve özellikle Asur geleneğini takip eden Yahudi-İbrani literatüründe görülmekteymiş. Buna göre herkesin kendisini etkileyen bir yıldızı varmış ve aynı burç altında doğanlar manevî açıdan akraba sayılırlarmış. Grek ve Latin dünyasında, Hinduizm’de ve Sasani kültüründe de durum farklı değilmiş.

Ansiklopedi’nin söylediğine göre İslâm öncesi telakkilerde, burçların astronomik olgular oluşundan ziyade insan üzerindeki etkileri önemsenmiş. Buna göre ilâh olan gök cisimleri insan eylemlerini yönetmekteymiş. İlâhlarla ve dolayısıyla gök cisimleriyle ilişki kurma çabasından da özel kehanet formülleri geliştirilmiş. Böylece burçlarla kehanet yahut da fal arasında çok yakın bir ilişki bulunmaktaymış.

HADİSLERDE YILDIZ BAHSİ

Burçların ya da halk tabiriyle yıldızların insan üzerindeki etkisine inanmak İslam’ın en temel inancı olan mutlak hâkimiyetin ilahi iradeye ait olması prensibiyle çatışır. Buna, yıldızlara bakarak geleceği bilme iddiasıyla ortaya çıkanların söz ve davranışlarını da eklemek gerekir. Efendimiz’den aktarılan hadislerde de yıldızlara yaratıcı güç atfetmenin tevhid inancı ile bağdaşmayacağını bildiren çok sayıda ifade yer almaktadır. Hz. Ali, bir yolculuk dolayısıyla Medine’den ayrıldıklarında Hz. Peygamber’in, kendisini elinden tutarak “Burası Arap yarımadasıdır, yıldızlar onları saptırmadıkça şirkten arınmış durumdadır” dediğini, “Yıldızlar nasıl saptırır?” diye sorduğunda “Yağmur yağınca şu yıldız bize yağmur yağdırdı demek suretiyle” şeklinde cevap verdiğini (Hatîb el-Bağdâdî, s. 164-165); başka bir defasında da nücûm ehliyle oturup kalkmamasını öğütlediğini (Müsned, I, 78) aktarır.

Zeyd b. Hâlid el-Cühenî de Hudeybiye yılında Resûl-i Ekrem’le yolculuğa çıktıklarını ve gece yağmura tutulduklarını; Resûlullah sabah namazını kıldırdıktan sonra kendilerine yağmuru yıldızların yağdırdığını söyleyen kişinin yıldızlara inanıp Allah’ı inkâr etmiş olacağını bildirdiğini (Buhârî, “Meġāzî”, 35), İbn Abbas ise Resûl-i Ekrem’in “İlm-i nücûmdan bir bilgi aktaran sihirden bir bölüm almış olur” dediğini (Müsned, I, 227, 311) nakletmektedir. Bu durumda insan diyor ki madem durum böylesine şirke varan bir tehlike içeriyor, o halde Müslümanlar bu konuya ellerini bile sürmemiştir. Fakat malesef durum pek de öyle olmamış.


İSLAM KÜLTÜR TARİHİNE YANSIMALARI

Tarih boyunca İslâm âlimleri gereken hassasiyeti göstererek Müslümanları, konunun akideye yönelen tehlikelerinden korumak için sert uyarılarda bulunmuşlar. Bununla birlikte bazı mutasavvıflar, bir kısım İslâm düşünürleri ve sanatkârlar astrolojik sistemle buna bağlı sembolleri, kâinatı bütünüyle kavramaya imkân veren bir cazibeye sahip olmalarının da tesiri altında ilgiyle karşılamışlardır. Böylece burçlarla ilgili semboller geniş bir şekilde İslâm sanat ve edebiyatına da yansımıştır.

Özellikle âlem-insan münasebetlerinin bir bütünlük içinde ele alındığı kozmolojik izahlarda geçen burçlar feleği âdeta metafizik âlem ile fizik âlemini birleştiren bir kuşak ve metafizik varlık nurunun içinden geçip farklılaştığı ve kutuplaştığı bir prizma gibi düşünülmüş. Bu tasavvur, göklerin yer üzerine yaptığı farz edilen tesir hakkındaki eski inanışla birleştirilmiş ve burçlar, yön ve zaman ölçümünden doğa olaylarının oluşumuna, buradan da olayların tahminine kadar uzanan birçok açıklamanın semavî ilkesi durumuna getirilmiş. İslam Ansiklopedisi bize bu konunun İslâm kültür tarihinde nasıl geliştirilip sistemleştirildiğini görmek için bir geç dönem eseri olan Mârifetnâme’yi incelememizi tavsiye etmekte. Ansiklopedi’nin “Mârifetnâme” maddesine baktığımızda bu eserin; tasavvuf, ahlâk, kelâm ve fıkıh gibi ilimlerle aritmetik, geometri, astronomi, fizyoloji ve psikoloji gibi disiplinlere dair dönemindeki bilgi ve kültürü kuşatan ansiklopedik nitelikte bir kaynak olduğunu görüyoruz. Müellifin bilhassa tasavvufî-ahlâkî bölümlerdeki ifade ve üslûp özelliği onun samimi dindarlığını ve tasavvufî ilkelere gönülden bağlılığını yansıtmaktaysa da kozmografya hakkındaki nakil ve yorumlarında kaynak zikretmeksizin tefsir ve hadis âlimlerine nisbet edilse de genellikle İsrâiliyat türünden rivayetlere dayandığı ve kitabın bu bölümünde ağırlıklı olarak Kur’an, sahih sünnet ve İslâm bilim tarihinin gerçek verileriyle ilgisi olmayan bilim dışı literatüre ve çoğu hurafelerden oluşan geleneksel halk inançlarına itibar edilmiş olduğu görülmekte.

SONSUZ MERAK DUYGUSU

Kur’an ve Sünnet’te burçlar da dâhil olmak üzere gök cisimlerinin, insanın ihtiyari fiillerine etki ettiğine dair bir delil veya karineye rastlanmamaktadır. Tercüme dönemiyle, Yunan mirasının bir parçası olarak İslam dünyasına giren astroloji; içeriğinde kehanet ve falcılıkla alakalı bilgiler bulundurduğundan, hem bir ilim dalı olarak kabul görmemiş hem de İslamî öğretilere karşıt bir konumda sayılmıştır. Hatta bu özelliğinden dolayı birkaçı müstesna bütün İslam âlimlerinin astrolojiyi reddetme ve kötüleme konusunda hemfikir olduğu da söylenebilir.

O halde bütün bunları bilip dururken neden hâlâ birbirimizin burçlarını merak eder, burçların karakteristik özelliklerini öğrenmeye çalışmaktan kendimizi alamayız? Âcizane kanaatim bunun insanın kendisini ve başkalarını derinlemesine öğrenme çabasından, kısacası insanı merak etmesinden kaynaklandığı yönünde. Evren, madde, uzay hakkında bilgimiz ne denli artarsa artsın en az bildiğimiz şey “nasıl biri olduğumuz”dur. Buna yönelik merakımız hiç sönmez. Bu yüzden bize bu muammayı açıklayacak ne bulsak dört elle sarılırız, bilginin gerçekliğini pek de sorgulamadan.

Burçlar insana dair hakikatin tamamını açıklayabilir mi? Bırakalım burçları, psikoloji, edebiyat, ekonomi, sosyoloji, sanat, tıp, tarih (…) bunların hiçbiri tek başına insanın tüm hakikatini açıklayamaz. Hepsini bir araya getirsek yine de bütün bu alt başlıkları bir arada tutan –eskilerin evrenin özünü ifade etmek için kullandıkları esîr gibi- unsuru eklemeden bilimlerin ve sanatların toplamı dahi insanın hakikatini açıklamaya yetmez.

İKİ MEŞRU KAYNAK

Peki, ya din? Din açıklayabilir mi insanın tüm hakikatini? Daha doğrusu açıklar mı? (İstese yapardı çünkü.) Âcizane kanaatim, o da yapmaz bunu. Yapmaya kalkışmaz bile. Küllî bir bakışla nereden gelip nereye gittiğimizi ve bu âlemde niçin bulunduğumuzu açıklamakla yetinir. Fert fert insanlar söz konusu olduğunda onların hakikati dediğimiz şey olmuş bitmiş, tamamlanmış bir şey değildir çünkü. Hayat, devam ettiği sürece yazımı devam eden bir roman gibidir. Her an yeni bir bölüm eklenebilir. Kahramanlar her yeni sayfada yeni bir şeye dönüşebilir. Kişinin hakikatinin künhüne varabilmek için sahnenin kapanması, mizanın kurulması gerekir. O son gün gelmeden kimsenin sırrına erilmez.

Hepimizin içinde bilinmeyene/gayba dair az veya çok bir merak vardır. İşte fallar, burçlar, geleceği öngörmesi beklenen yıldıznameler hep bu merakı doyurmaya çalışır. Aklımız ve dinimiz bu konuda bizi hep makul bir çizgiye çağırırken mütecessis nefsimiz gaybı kurcalar durur. Öğrendiğinde ne işine yarayacağını bilemediği bilgiler peşinde tüketir kendini. Bu merak o kadar işlevsizdir ki burcunun zayıf yönlerini öğrenince kendini bir tekâmül sürecine sokup eğitmeye başlayan kimse göremezsiniz. Zira burçlardan bilgi sızdırmaya çalışırken amacımız kendimizi ıslah değil, gizliyi saklıyı öğrenmektir sadece.

Yine de biliriz ki insan gaybı merak etmeyi hepten bırakamaz. Bu elinde değildir. Önemli olan bu merak duygusunu meşru mecralarda doyurabilmektir. Bize ötelerden haber veren vahiy ve içimizden haber getiren rüyalar bu merakın giderileceği güvenilir kaynaklardır. Evrensel manada gaybı vahiyle, hepten bihaber olduğumuz kişisel kuyumuzun derinliklerini de rüyalarımızla öğreniriz. Kafamızı burçlardan çevirip önümüzde duran Kitap’la, içimizde dürülü olan kitaba bakabilsek geçmiş ve geleceğin bilgisini yıldızlarda aramaktan vazgeçebiliriz.

#Astroloji
#Kur’an
#Sünnet
#İslamî
#Mârifetnâme
#Mezopatamya
3 yıl önce