2000’li yıllarda Doğu Akdeniz’de keşfedilen doğalgaz yatakları, Türkiye karşıtı duruşları bilinen Güney Kıbrıs, Mısır, Yunanistan ve İsrail’i bir araya getirdi. Şer ittifakının amacı Türkiye’yi Akdeniz’de çevrelemek ve enerji havzalarını kendi aralarında pay etmek olarak değerlendirilebilir. Türkiye’nin bu şer ittifakı karşısında ciddi kozları bulunmaktadır.
Uluslararası İlişkiler disiplininin popüler literatüründe kullanılagelen bir deyiş vardır. Denizlerdeki politik kabarmalar ve karşılaşmalar, ‘sular ısınıyor’ olarak tabir edilir. Akdeniz örneğinde ise bu deyiş görece anlamsız ve muğlak bir noktaya işaret eder. Çünkü Akdeniz teknik olarak ‘sıcak denizler’ kategorisindedir ve ayrıca politik olarak da yüzyıllardır ‘sıcaktır’. Günümüzde de özellikle Arap Baharı sonrası bir takım gelişmeler, Akdeniz’in geneli ve özel olarak da doğusunda askeri anlamda ciddi hareketlenmeleri beraberinde getirmiştir. Batı Akdeniz’in ise görece ‘maliyeti düşük’ insan güvenliği başlıklarını barındıran mülteci güzergahı olma vasfı gündem maddesidir.
Arap Baharı sonrasında bölgesel alt üst oluşların bir sonucu da girift ilişkilerin yansıması olarak hem Akdeniz hem de Ortadoğu coğrafyasındaki güçler dengesinin revize edilmiş olmasıdır. Artık bundan sadece on yıl önceki düzenden bahsetmek neredeyse imkansızdır. Ayrıca politik alt üst oluşların zeminini hazırlayan mühim bir gelişme olarak 2008 yılında yaşanan ekonomik kriz, etkilediği birincil ve ikincil ülkeler itibariyle bugünün bölgesel görünümünü de önemli oranda belirlemiştir.
TÜRKİYE KARŞITI DÖRTLÜ İTTİFAK
Günümüzde sıklıkla dillendirilen ‘Amerikan isteksizliği’ tam olarak bu krizin doğurduğu sonuçlardan biridir. Yunanistan’ın Ege’de ve Akdeniz’de Türk politikasının antitezleri olarak Mısır ve İsrail’le geliştirdiği ilişkilerin de altında yine bu kriz yatar. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin (GKRY) münhasır ekonomik bölgesinde bulunduğu iddiasıyla doğalgaz rezervlerine ‘mal bulmuş Mağribi’ edasıyla yaklaşmasına yine bu ekonomik krizin yarattığı yıkım sebep olmuştur. Bu liste daha da uzatılabilir. Lakin bizleri bu kısa değerlendirmede yakından ilgilendiren husus, dört ülkenin Akdeniz üzerindeki çeşitli düzeylerdeki ortaklaşmalarıdır.
Günümüzde Doğu Akdeniz’deki gruplaşmalara kabaca göz atıldığında, İsrail’in Mısır-Yunanistan-GKRY üçlüsü üzerinden kurguladığı gevşek bir ittifak sistemi dikkat çeker. Söz konusu süreçleri İsrail merkezli olarak okuduğumuzda, söz konusu ülkelerin belki de biricik ortak özelliklerinin, Türkiye’nin politik duruşunun antitezleri olduğunu görürüz. Hem Mısır hem Yunanistan hem de GKRY çeşitli düzeylerde Türkiye ile sorunlar yaşayan ülkelerdir.
MISIR’IN OYNADIĞI ROL
Mısır’da yaşanan karşı devrimle birlikte Müslüman Kardeşlerin iktidar deneyimine bir askeri darbeyle son verilmesi ve kısa bir süre sonra da ‘terörist bir oluşum’ olarak yaftalanarak bölge düzeyinde hukuki ve askeri takibatların gündemi haline dönüşmesi, elbette bir yönüyle de Türkiye’ye açık bir mesajdı. Bu noktada darbeci Sisi rejimi, ideolojik bir düzlemde, Türkiye’nin politik rakibi olarak beliriyordu.
Mısır ile zaten 1978-9’dan bu yana üretilen Camp David düzeni, Sisi eliyle restore ediliyordu. Sahip olduğu ve yeni keşfettiği devasa doğalgaz rezervlerine (Zohr) rağmen, bugünlere kadar sürdürülen ilişki biçimini tersine döndürerek, İsrail’den doğalgaz ithal etmek üzere anlaşma imzalayan Sisi rejimi, Sina yarımadasını silahsızlandıran anlaşmalarda da istisnalar yaratıp, bu bölgede gerçekleştirilecek İsrail askeri operasyonlarına gereken politik-hukuki zemini de hazırlamış oluyordu. Kısacası İsrail’in hem askeri hem de ekonomik güvenliğini garanti altına almış oluyordu.
Yunanistan ve GKRY ise uzun yıllardır Türkiye’nin rakipleriydiler. Elbette sıklet olarak Yunanistan ya da GKRY herhangi bir boyutta reel bir rakip değillerdi. Lakin güttükleri politikalarla bir nevi Türkiye’yi Akdeniz’de sınırlandırmanın araçları haline dönüştüler. Kaldı ki bu sınırlandırma süreci, salt dönemsel bir içerik sunmaktan öte, jeopolitik birer rakip olmaları hasebiyle uzun bir maziye sahipti. Günümüzde İsrail’le geliştirdikleri ilişkilerin boyutları, tam olarak yukarıda anılan işlevlerinin aktive edilmiş olduğunu bizlere gösteriyor.
ÇEVRELEME POLİTİKASININ ARAÇLARI
İsrail’in bu ülkelerle ilişkilerini olağandışı bir biçimde geliştirmesinin altında, Doğu Akdeniz üzerindeki dengelerin dönüşümü yatıyor. 1990’ların en mühim gelişmelerinden biri, kuşkusuz Türkiye-İsrail ittifakıydı. Askeri bir nitelik sunan söz konusu yakınlaşma, bu dönem özelinde değerlendirildiğinde, yukarıda sayılan diğer üç ülkeyi yabancılaştırmıştır. Buna mukabil 2008 yılının son günlerinde gerçekleşen İsrail’in Gazze saldırıları, Türkiye’den yoğun tepki almış ve akabinde Davos Krizi adıyla literatüre geçen kopuş süreci yaşanmıştır. Hemen hemen aynı tarihlerde ise Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon yatakları keşfedilmeye başlanarak, yeni dengelerin yeni argümanları serpilecekti. Söz gelimi İsrail’in Yunanistan ve GKRY ile ilişkilerinin temelinde, İsrail ile GKRY kıyılarının arasında kalan bölgede keşfedilen doğalgaz yataklarının işletilmesi ve geniş piyasalara arzı üzerinden işbirliği potansiyelleri tartışıldı. Lakin bu ticari nitelikleri ağır basan işbirliği imkanlarının aksine ilgili ülkeler, politik-askeri düzeyde bir yakınlaşmanın tarafları oldular. Davos Krizi ve Türkiye’yle kopuşun sembolik tarihi olan 2009’dan itibaren İsrail, hem Yunanistan hem de GKRY ile ilişkilerini özellikle politik-askeri bir minvalde yoğunlaştırmaya başladı.
Bütün bu ilişki ağı, aslında İsrail’in ‘revizyonist bir güç’ olarak algıladığı Türkiye’yi çevrelemesinin elemanları olarak da düşünülebilir. İsrail eksenindeki Mısır-Yunanistan-GKRY üzerinden Akdeniz›de hareket alanı daraltılan Türkiye’nin elinde ise gayet ciddi kozlar bulunmaktadır. İlk olarak, söz konusu doğalgaz yataklarının uluslararası pazarlara açılabilmesi ancak ve ancak Türkiye’nin rızasıyla gerçekleşebilir. Denizin altından Mora’ya ve oradan da İtalya’ya geçmesi hesaplanan boru hattı, sadece maliyet açısından değil, güvenliğinin sağlanması noktasındaki ciddi açıklar dolayısıyla da gerçekçi değildir. Ayrıca Türkiye, İsrail’in ulusal güvenliğini direkt olarak etkileyebilecek kapasiteye sahiptir. Türkiye’nin Suriye sahasındaki etkisi, İsrail’i zorlamak için yeterince güçlü bir kozdur. Dahası, İsrail’in Rusya’yla yaşadığı uçak krizi yeterince köpürtülebilirse, İsrail’in bölgesel düzlemde sahip olduğu hava üstünlüğü sınırlandırılabilir. Böylesi bir durum, İsrailli ulusal güvenlik elitlerinin korkulu rüyasıdır. Bunlara ek olarak söz konusu uçak krizine mukabil, KKTC’de kurulması tartışılan Türk deniz üssü aracılığıyla, Rusya’nın Doğu Akdeniz’deki etkinliği pekiştirilebilir ve İsrail’in denizden sınırlandırılmasına da yardımcı olabilir.
Kısacası Türkiye, söz konusu çevrelemeyi rahatlıkla kırabilecek enstrümanlara sahiptir. Amerikan isteksizliğinin kısa-orta vadede NATO’ya yönelik olası negatif etkileri de düşünüldüğünde, Türkiye’nin değil belki ama özellikle Yunanistan-GKRY ikilisini zor günlerin beklediği ortadadır. İsrail’in Akdeniz’deki çevreleme stratejisinin ana elemanları, NATO’nun caydırıcılığı olmaksızın, işlevsiz kalabilirler. Herkes eşeğini sağlam kazığa bağlamalı.