|

T-LORAMIDS, CPMIEC ve ''korku lobisi''

Türkiye''nin kendine ait hava savunma ağı ve komuta kontrol ağı var. Alınan sistem Türkiye''nin mevcut hava savunma ağına entegre edilecek. NATO kriterlerine uyulması gereken bölüm burası. Bizim hava savunma ve komuta kontrol ağlarımızın NATO sistemleri ile entegre olduğu ve bilgi alışverişi yaptığı katman ise bir üst katman. Yani alınan sistemin yer alacağı katmanla alakası yok.

Merve Şebnem Oruç
00:00 - 9/10/2013 Çarşamba
Güncelleme: 21:39 - 8/10/2013 Salı
Yeni Şafak
T-LORAMIDS, CPMIEC ve ''korku lobisi''
T-LORAMIDS, CPMIEC ve ''korku lobisi''

Savunma Sanayii İcra Komitesi''nin 26 Eylül''de, Yüksek İrtifa Hava Savunma Sistemi T-LORAMIDS ihalesinde ilk tercihini Çin''in devlet şirketi CPMIEC''ten yana kullanarak sözleşme görüşmelerini başlattığını açıklaması, ulusal ve uluslararası çevrelerde hareketlenmeye neden oldu. Belirli gruplar, iki haftadır T-LORAMIDS ihalesinde yapılan ''yanlış'' tercihle yatıp kalkıyor, korku lobisi üretiyor. Ortalık ''adını vermek istemeyen üst düzey kaynakların'', NATO müttefiklerinin Türkiye''nin kararından rahatsız olduğunu ilettiği haberlerle dolup taşıyor. Oluşturulan havaya bakarsanız Türkiye neredeyse NATO''dan atılmak üzere… Bazı popüler kalemler de, kararın düşünülerek verilmediğini ima ediyor, Amerikalıları kızdırmak üzere olduğumuzun altını çiziyor ve Erdoğan''a ''Bir daha düşün'' diye parmak sallıyor. 2009 yılında teklif almaya başlayan Türkiye''nin bu konuda acele karar vermiş olduğunu söylemek yanlış. Teknik konularda, Batılı kaynakların ''endişe''lerini aktarıp ''Bu hamle yanlış'' demekse, ''tereciye tere satmak''la eşdeğer.

Ne olup bittiğine kısaca bakmakta fayda var. CPMIEC''in FD-2000 füze savunma sistemiyle kazandığı ihalede, ABD''li Raytheon-Lockheed Martin ortaklığının Patriot sistemi ve İtalyan-Fransız Eurosam konsorsiyumun SAMP/T Aster-30 sistemi yarıştı. Açıklamalara göre İsrail''deki Arrow sistemi hariç dünyadaki tüm mevcut çözümler ihaleye alınmıştı. Rus şirketi Rosoboronexport''un S-300 sistemi ilk önce elendi.

Malum çevreler, eski Türkiye ezberinden yola çıkarak ihaleyi Patriot sisteminin, en kötü Aster-30 sisteminin kazanacağına kesin gözüyle bakıyordu. Şüphesiz Erdoğan ve icra komitesi için de en kolayı buydu. Alışılagelmiş biçimde Batılı sistemleri tercih etse para akışı Batı''ya olacak, başı ağrımayacaktı. Ancak kolaya kaçılmadı ve uzun vadede ülke çıkarları kollanarak ''gerçek'' bir alışveriş yapıldı.

TÜRKİYE NEDEN CPMIEC''İ SEÇTİ?

Türkiye''nin CPMIEC''i seçme nedenleri net: Maliyet, teknoloji transferi, mobil kabiliyet ve sistemin NATO kriterlerine uyumlu olma şartı. Birincisi, sistem için ayrılan bütçe 4 milyar $, CMPIEC''in teklifi 3.44 milyar $''ken diğer teklifler bunun üzerinde kaldı. Yani Çinli firmanın sistemi fiyat açısından en makul sistemdi.

İkincisi, CMPIEC''in teklifi %50''den fazla yerli sanayi katılımı içeriyor, sistem teknoloji transferine müsait. Sistemin neredeyse tamamı ASELSAN ve ROKETSAN ile Türkiye''de üretilecek. Bu sayede Türkiye''nin kendi savunma sistemini kendisinin üretebileceği bir altyapı ve beceri oluşabilmesi için önemli bir adım atılıyor. Kendi savaş gemilerini üretme gibi çabaları olan bir ülke, gelecekte kendi savunma sistemlerini üretmek istiyor ve bu konuda dışa bağımlı kalmak istemiyor, dolayısıyla işe böyle bir yerden başlamak gerekiyor. Dolayısıyla, ihaledeki uzun vadede en önemli kriter aslında bu kriter.

Üçüncüsü, sistem mobil olacak, 4 füze sisteminden oluşacak ve bu sistemler istenilen yere konuşlandırılabilecek. Savunma sistemi birçok araç ve radardan oluşuyor. Bu araçların da yerli üretim BMC olması öngörülüyor. Yani burada da yerli üretime mümkün olduğu kadar yer veriliyor.

''ZEKİ MÜREN DE BİZİ GÖRECEK Mİ?''

Dördüncü ve son olarak, Türkiye daha başında sistemin NATO kriterlerine uyumlu olması şartını koşuyor ve Çinliler de bu taahhüdü veriyor. ''Teknik detaylar'' üzerinden kıyametin koptuğu yer de burası. Yansıtılan tablo, savunma sisteminin NATO sistemine uyumlu olması gerektiği şeklinde. Oysa sistemin NATO sistemine değil, NATO kriterlerine uyumlu olması gerekiyor. Türkiye''nin kendine ait hava savunma ağı ve komuta kontrol ağı var. Alınan sistem Türkiye''nin mevcut hava savunma ağına entegre edilecek. NATO kriterlerine uyulması gereken bölüm burası. Bizim hava savunma ve komuta kontrol ağlarımızın NATO sistemleri ile entegre olduğu ve bilgi alışverişi yaptığı katman ise bir üst katman. Yani alınan sistemin yer alacağı katmanla alakası yok. Dolayısıyla ''Ya Çinliler NATO sistemine buradan ulaşırsa…'' gibi şüpheler ''Zeki Müren de bizi görecek mi'' seviyesinden yukarıda değil.

Ayrıca böyle bir tercih dünyada bir ilkmiş gibi lanse ediliyor. Halbuki değil. ''NATO üyesi bir ülke ilk kez mi NATO dışından alım yaptı?'' sorusuna Savunma Sanayii Müsteşarı Murad Bayar, birçok Doğu Bloku üyesinin son yıllarda NATO üyesi olduğunu, bu ülkelerin tamamında Doğu Bloku hava savunma sistemlerinin kullanıldığını ve herhangi bir sorun olmadığını belirterek cevap veriyor ve Yunanistan''ın yakın zamanda aldığı S-300 füzelerini örnek gösteriyor. NATO ülkeleri sadece NATO ülkelerinden silah alır diye bir kriter yok.

SİYASİ DENGELER

''NATO çok kızgın, ABD ateş püskürüyor'' şeklindeki haberleştirilen yorumlardan biri de NATO Genel Sekreteri Anders Fogh Rasmussen''in sözleşmeye ilişkin yorumu. Medyada altı çizilmese de Rasmussen de aslında ''her devletin savunma sistemine kendisinin karar vereceğini'' söylüyor. NATO müttefiklerinin Türkiye''nin Çin şirketiyle yaptığı görüşmelerden rahatsız olduklarını dile getirmesi normal, nihayetinde NATO ve Çin''den bahsediyoruz, salt ticari açıdan dahi ''memnunuz'' denilmesi beklenmemeli. Ama Türkiye''nin de keseyi Batı lehine açıp NATO''nun mutluluk hormonu gibi davranma yükümlülüğü yok. Efendim, CPMIEC ABD''nin kara listesindeymiş falan… CPMIEC İran''a silah sattığı için kara listede ancak Avrupa''nın bile Çinli şirkete böyle bir yaptırımı yok, haliyle Türkiye''nin ABD''nin yan kuruluşu imiş gibi davranma zorunluluğu yok.

Tüm bunların yanı sıra, bu tercihin ''siyasi sonuçları'' olacağına dair aba altından sopa sallayanlar da az değil. Ancak daha yakın zamanda ABD''den alacağımız Predator''ların Kongre üyelerinin iki dudağı arasına takılıp kaldığı gerçeği, ileride de Kongre üyelerinin insafına kalabileceğimizin bir testi olarak orada duruyor. Alternatifsizliğin de siyasi sonuçları olduğu muhakkak. Türkiye''nin Şangay Beşlisi''ne diyalog ortağı olması gibi, T-LORAMIDS''deki tercihi de alternatifler üreterek bir denge politikası geliştirmesinin bir parçası aslında. HAVELSAN ve ABD''li Booz Allen Hamilton şirketi arasında Haziran''da askeri alanda siber güvenlik gibi konularda uzun vadeli işbirliği anlaşması imzalanmış olması da bu stratejiye bağlı. Ya da Türkiye''nin Akkuyu''daki birinci nükleer santrali için Rus şirketiyle çalışırken, Sinop''taki ikinci nükleer santral projesinde Japon-Fransız ortaklığını tercih etmesi de işbirliklerinde çeşitlilikle gelen denge politikasının bir diğer örneği. Türkiye Doğu ve Batı arasındaki rekabette taraf olmayıp bir denge politikası yürütüyor, o sırada da kendi yüksek teknolojilerini üretebilen seviyeye ulaşmaya çalışıyor. Merak ettiğim, Hasan Cemal''den Kadri Gürsel''e bazı kalemler kendi yüksek teknolojimizi üretebilmemizden neden rahatsız oluyor?

11 yıl önce