|

'FETÖ ile mücadele 40 yıl sürmeli'

Yeni Şafak yazarlarının Türkiye ve dünyadaki gündeme dair analizlerini sizler için özetledik... Hasan Öztürk köşesindee 'FETÖ ile mücadele 50 yıl sürmeli' başlıklı yazısını kaleme aldı. Hatice Karahan, Kemal Öztürk, Abdullah Muradoğlu ve Şahap Kavcıoğlu da gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Yeni Şafak
08:28 - 27/03/2018 Salı
Güncelleme: 08:38 - 27/03/2018 Salı
Yeni Şafak
Şahap Kavcıoğlu, Kemal Öztürk, Hatice Karahan, Abdullah Muradoğlu ve Hasan Öztürk.
Şahap Kavcıoğlu, Kemal Öztürk, Hatice Karahan, Abdullah Muradoğlu ve Hasan Öztürk.

Hasan Öztürk, Hatice Karahan, Kemal Öztürk, Abdullah Muradoğlu ve Şahap Kavcıoğlu'nun yazılarının dikkati çeken bölümleri:

Kemal Öztürk: Öldükten sonra kıymetini bilsek ne fayda

Son dönemlerde birçok kıymetli insan hayata gözlerini yumdu. Birçok insanın da ölüm yıl dönümleri nedeniyle aynı günlerde anma programları yapıldı, mesajlar yayınlandı. Törenleri izledim, mesajları okudum, insanların tutumlarını gördüm. Bir insanı kaybettikten sonra kıymetini bilmenin, bir insanın yokluğunda onun değerli olduğunu anlamanın ne kadar yanlış ve ne kadar üzücü olduğunu bir daha fark ettim.

Daha vahim olanı ise, yaşarken kıymetsiz biriymiş gibi davranılan, hakkı verilmeyen, hatta hakkı yenilen insanların ölümünden sonra, ortaya dökülen dramatik cümleler, vicdan sızlatan sözler ve yürek hoplatan methiyelerdir. Yitirdiğimiz ve arkasından kıymetini anladığımız onlarca isim sayabilirim. Birkaçını örnek vereceğim sadece.

YAŞARKEN KIYMETİ BİLİNMEYEN İNSANLAR

Geçtiğimiz günlerde vefatının 9. yıldönümü nedeniyle Muhsin Yazıcıoğlu anıldı. Öylesine güzel sözler söylendi ki arkasından, gerçekten gıpta etmemek elde değil. Lakin gelin görün ki, bu sözleri söyleyenler, Yazıcıoğlu yaşarken ona oya vermedi, partisini desteklemedi. Birkaç defa görüşmüştüm kendisiyle. Her görüşmemizde, ‘bu insanı neden millet desteklemez, devlet önemli makamlara getirmez’ diye sorardım kendi kendime. Ölümünün üzerindeki sis perdesini bile doğru düzgün kaldırmadık. Gerisini siz düşünün. 

Rahmetli Erbakan’ın ölüm yıldönümü de aynı yüksek duygular, minnet ve kıymetli sözlerle geçti. Ne acıdır ki, onun “Adil Düzen” teorisini bile yaşarken okumamış, anlamamış ve kıymetini bilmemiştik. Şimdi ne büyük bir siyasi deha, bilge ve öngörülü olduğunu anlatıp duruyoruz. 

Geçen hafta toprağa verdiğimiz Hasan Celal Güzel’in, vefat etmeden önce, kimse ne iş yaptığını bilmiyordu. Eğitim, tarih ve bilim alanında eser yayınlamak için gösterdiği çabaya destek veren bir avuç insan vardı sadece. Çıkardığı özel dergilerden birine yazı istemek için aradığında hüzünlendim. Türkiye’nin en iyi bürokratlarından, bakanlarından, en mert insanlarından biriydi ve yazıma telif ödeyemediği için üzüntülerini anlatmak zorunda kalmıştı. Niye bu konuma soktuk bu insanı?

Hasan Öztürk: FETÖ ile mücadele 40 yıl sürmeli

Hangi veriye dayanarak, “FETÖ’yü temizledik. FETÖ unsurlarını bitirdik” diye başlayan cümleler kuruyorlar anlamış değilim. Daha geçen ay Türk Silahlı Kuvvetlerinden (TSK) kaç FETÖ zanlısı gözaltına alındı? Onlarla iltisaklı kaç öğretmen, kaç bürokrat şu anda FETÖ’den soruşturma geçiriyor? Kaçı tutuklandı? 

Unutmuş olamayız! 

Mart ayı henüz bitmedi ama şu ana kadar 2 binin üzerinde gözaltı var. Bunlardan 623’ü FETÖ kapsamında tutuklandı. Birçoğu adli kontrol şartı ile tutuksuz yargılanmak üzere salıverildi. Yani soruşturma süreci devam ediyor. 

Ancak ne hikmetse bugünlerde “FETÖ’yü temizledik” diyen sesler duyuyoruz.Hakkını teslim edelim. FETÖ’nün omurgası çökertildi. Hani tabir tam oturuyor, “inlerine girildi”. Ancak FETÖ ile mücadele öyle bir iki yılda bitecek türden değil. 

Geçenlerde hatırlatmıştım. Sayın Başbakan’ın 15 Temmuz darbe girişiminden hemen sonra Çankaya Köşkü’nde bizlere yaptığı açıklamayı bir kez daha hatırlayın. “Hiç alışık olunmadık bir örgüt ile mücadele ediyoruz” demişti örneğin. “TSK içinde albay seviyesindekilerin yüzde 60-80’i FETÖ’cü” de demişti.Bu örgütün katmanları var. FETÖ ile mücadele için oluşturulan birtakım verilere takılmayanlar da var. 

Örneğin hiç Bank Asya’nın kapısından bile geçmemişler, hiç DİJİTÜRK aboneliği iptal etmemişler, hiç ZAMAN gazetesi abonesi olmamışlar var. Hatta caminin kapısından geçmemişler var. Ve bunlar hala aramızdalar ve hala akıl almaz bir umut ile gün sayıyorlar. 

FETÖ’nün beli kırılmıştır. En önemlisi artık milletin nezdinde ilelebet mahkûm olmuşlardır. Sırtlarındaki derviş hırkası sökülüp atılmış altından çıkan kipkirli, kapkara suretleriyle ortalıkta cascavlak kalakalmışlardır!Buraya kadar sorun yok. Ama FETÖ ile mücadele öyle 3-5 yılda bitecek bir mesele değildir.

Hatice Karahan: DC’den Pekin’e

Geçtiğimiz Cuma günü bu köşede yer verdiğim ABD’nin Çin’e karşı ekonomik tedbirler getirmesi ihtimali hiç beklemeden gerçek oldu ve böylece dünyanın en büyük iki ekonomisi arasında yeni bir gerginlik baş gösterdi. 

Trump yönetiminin almış olduğu karar doğrultusunda ABD Ticaret Temsilciliği tarafından belirlenecek detaylar, ek gümrük vergilerinin uygulanacağı mallardan çeşitli yatırımlara kadar uzanacak.Bu bağlamda sürecin altında yatan sebebi hatırlayacak olursak, ABD yatırımları aracılığıyla Çin’in haksız teknoloji edinimine yönelik iddialar başrolde...

Ülkede fikri mülkiyet haklarına dair hassasiyetin geliştirilmesi gereksinimi ise, aslında Pekin yönetiminin de son zamanlarda üzerinde durduğu bir husus. Başkan Xi’nin de yakın dönemlerde ifade ettiği üzere, serbest ve rekabetçi bir Çin ekonomisi hedefi doğrultusunda, ilgili hakların sıkı korunmasına ilişkin tedbirler kaçınılmaz bir ihtiyaç. 

NEGATİF LİSTESİ

Lakin hadiselerin arka planında daha da genel anlamda, Çin ekonomisine girişlerin kısıtlarla çevrili olması var. Hatta ülkede son dönemde zayıflayan yabancı yatırımların da bir açıklaması olan soğutucu düzenlemelerin, dış sermayenin şikâyet ettiği bir husus olduğu açıkça biliniyor. İşte bununla bağlantılı olacak ki; örneğin geçen yıl, serbest ticaret bölgelerinde birtakım yatırım kısıtlamalarının kaldırılacağını işitmiştik. Bu amaçla yönetim, söz konusu “negatif listesini” yenilemişti. 

Zaten Xi’nin son zamanlarda dile getirdiği başlıca hedeflerden birinin de, yatırım iklimini iyileştirerek yabancı sermayeye yeni fırsatlar tanımak olduğunu biliyoruz.Elbette Çin’de sanayi politikası doğrultusundaki bu çalışmalar belli bir hızla ilerleyerek zamana yayılan kademeli süreçler izleyecek. ABD’nin sabrı şimdilik buna dayanmayacak gibi dursa da… Öte yandan konunun entegre bir ayağı olarak, devletin finans sektörünü de ele alması gerekiyor. Nitekim sistemdeki kısıtlar, yabancı sermayenin ilgili reform sürecini sorgulamasını beraberinde getiriyor. 

Bahsettiğim süreç ise ta 2000’lerin başından bu yana Çin’in Dünya Ticaret Örgütü’ne girmesi itibariyle beklenen ve haliyle yeni olmayan bir hikâye. Bu nedenle de finans sektörünün dışarıya açılmasına dair ipuçlarının faydalı olacağını, Pekin de pekâlâ biliyor. Hatta son dönemlerde bu anlamda birtakım adımların atıldığını da hatırlayacağız. 

TAZE YÖNETİM

Bu çerçevede Çin’in finans sektörünün gelişimine dair kritik meselenin, bugünlerde Merkez Bankası tarafından da dile getirilmesi dikkat çekiyor. ABD Merkez Bankası FED’in geçtiğimiz hafta verdiği para politikası kararları yeni Başkan Powell’a olan ilgiyle birleşirken, aslında Çin’de de yeni bir dönemin başladığını fark etmek gerek. Zira Çin Merkez Bankası PBC’de uzun yıllar görevde kalan Zhou Xiaochuan’ın ardından geçtiğimiz günlerde başkanlık koltuğuna oturan Yi Gang, ilk demeçlerinde daha açık ve rekabetçi bir sistemin artılarına da bolca işaret ediyor. 

Bir diğer ifadeyle PBC, akılcı bir para politikası yürütmenin ve finansal istikrarı korumanın yanı sıra, finans sektöründeki reformları destekleyici bir yönde ilerleme hedefi benimsiyor. Bu kapsamda finans sektörüne giriş, sermaye piyasası ve Yuan’ın çevrilebilirliği gibi maddelerde iyileşme kaydetmeyi ajandasına alan bankanın yeni yönetimi, dünyanın en büyük ikinci ekonomisine dair vereceği kararlarla yakından izlenmeyi gerektiriyor.

Abdullah Muradoğlu: Beyaz Saray’daki survivor!

ABD Başkanı Trump, “NBC” kanalında uzun yıllar “Çırak (The Apprentice)” adlı yarışma programını yönetmişti. İzleyiciler her hafta Trump’ın kime “kovuldun” diyeceğini merakla bekliyorlardı. “Survivor” programıyla kıyaslayanlar da var tabii ama Trump’ın “Beyaz Saray”dan kimi göndereceğine ilişkin tartışmalar daha çok “Çırak” programına benzetiliyor. 

Dışişleri Bakanı Rex Tillerson 13 Mart’ta Trump’ın bir tweet mesajıyla azledildi. Bir hafta kadar sonraysa Ulusal Güvenlik Danışmanı General McMaster’ın ayrıldığı açıklandı. Şimdi Trump’ın önümüzdeki günlerde kime “kovuldun” diyeceği merakla bekleniyor. Bahislerde ilk sıralarda Konut Bakanı Ben Carson ve Gazi İşleri Bakanı David Shulkin var. 

Shulkin’in gideceği yönündeki spekülasyonların daha fazla yoğunluk kazandığını söyleyelim. Trump’ın Beyaz Saray Hukuk Danışmanı Don McGahn’ın da önümüzdeki aylarda gideceği söyleniyor.Beyaz Saray’daki durumu “Survivor”a benzetenleri haklı çıkartan Trump’ın yönetim tarzı. Trump biribirine taban tabana zıt görüşlerde olan isimleri çarpıştırmayı seviyor. 

Trump, Ulusal Güvenlik Danışmanlığına gelenekçi ekolden General McMaster’ı getirirken, onun karşısına daha Sağ’da yer alan Steve Bannon’ı “Baş Stratejist” olarak konuşlandırdı. Yine Trump “Ulusal Ekonomi Heyeti” başkanlığı ve “Ekonomi Baş Müşavirliği görevine küreselci ekolden Gary Cohn’u getirirken, “Ulusal Ticaret Konseyi”nin başına tam tersi görüşlerdeki Peter Navarro’yı koydu. Benzer konuşlandırma Hazine Bakanı Steven Mnuchin ile Ticaret Bakanı Wilbur Ross için de geçerliydi. Dış İşleri Bakanı Tillerson ile Trump’ın damadı ve danışmanı Jared Kushner, “Katar ambargosu” ve “Filistin-İsrail” meselesinde zıt duruşları temsil ettiler. 

Tillerson’ın, Trump’ın ‘Ortadoğu Barış Heyeti’nin üyesi olan Kushner’in Bakanlığı devre dışı bırakmasından rahatsızlık duyduğu biliniyordu.Beyaz Saray’daki güç rekabetinde ‘Ulusalcılar’ve ‘Küreselciler’ büyük kayıplar yaşadılar. Önce Bannon, sonra McMaster gitti. Cohn gitti, yerine Larry Kudlow geldi. Navarro ve Ross’a karşı artık Kudlow yarışacak. Tillerson, Savunma Bakanı General James Mattis ile sıkı müttefik idi. Tillerson ve Mattis günde en az iki defa görüşüyordu. 

Tillerson’ın yerine “CIA” başkanı Mike Pompeo’nun, McMaster’ın yerineyse John Bolton’un getirilmesiyle Mattis, iç kabinede bu isimlerle yüzleşecek. Trump, daha önce CIA başkanlığına Pompeo’yu getirerek, ‘anti-Trump cephesi’nin kontrolü altında olduğu söylenen “FBI” karşısında denge kurmuştu. Senato’dan onay alırsa, bu dengeyi Pompeo’ya yakın olan Gina Haspel koruyacak.Beyaz Saray basın sözcüleri Bannon, McMaster, Cohn veya diğer birçok ismin gideceğine dair duyumları yalanlamış olsa da bu duyumlar hep doğru çıktı. Şimdiyse Trump’ın Ulusal Güvenlik Danışmanlığına getirdiği John Bolton’a hassas bilgilere erişim için ‘güvenlik izni’ verilip verilmeyeceği tartışılıyor. Bolton için Senato onayı gerekmediğini belirtmiştik. 

Ancak Demokrat Senatör Tim Kaine pazar günü yaptığı açıklamayla Bolton’un güvenlik izni alıp alamayacağını sorguladı. Kaine, Bolton’un ABD’nin Rusya ve diğer potansiyel rakipleriyle temasları konusunda ortada birçok soru olduğuna dikkat çekiyordu. Senatör Kaine, McMaster’dan önceki Ulusal Güvenlik Danışmanı General Michael Flynn’in yabancı hükümetlerle temasları hakkında yalan söylediği için azledilmiş olmasını örnek gösteriyordu.

Şahap Kavcıoğlu: Uluslararası platformlarda daha etkin olmalıyız

138’incisi düzenlenen Parlamentolar Arası Birlik (PAB) toplantıları her sene olduğu gibi, bu sene de İsviçre’nin Cenevre şehrinde 24-28 Mart tarihleri arasında yapılıyor. Gündem geniş ve kapsamlı önemli konulardan oluşuyor.

PAB kapsamında yapılan, TBMM Başkanımız Sayın İsmail Kahraman’ın da katıldığı ve başkanlığını yaptığı Asya Parlamenter Asamblesi grubu toplantısına ve İslam İşbirliği Konferansı Örgütü Danışma toplantısına katıldık.Bu toplantılarda, Meclis Başkanımız, yaptığı konuşmalarda özellikle Türkiye’nin, Zeytin Dalı Harekatını uluslararası hukuka uygun şekilde ve Suriye’nin toprak bütünlüğüne saygı temelinde gerçekleştirdiğini anlattı. 

Ayrıca Türkiye’nin yasadışı ve düzensiz göçe karşı nasıl mücadele ettiğini, Filistin meselesi ile Kudüs’ün statüsü konusundaki yaklaşımımızdan ve duruşumuzdan bahsetti.Türkiye olarak, PAB 138. Genel Kurulunda “iki devlet esasına dayalı adil ve kapsamlı bir barışın sağlanabilmesi için kutsal şehir Kudüs’ün statüsüne saygı” acil gündem maddesini sunduk.

Bu maddenin PAB Genel Kurulunda üçte iki çoğunlukla kabul edilmesi de göstermiştir ki Kudüs meselesi, artık sadece Filistin ve Müslümanların değil, tüm insanlığın, hak ve adaletten yana olan tüm milletvekillerinin ortak davası olarak küresel bir konsensüs haline gelmiştir. 

137’den fazla ülkeden gelen parlamenterler, göçmenlerin ve mültecilerin haklarının korunması, göç için küresel mutabakata meclis katkısının güçlendirilmesi, sürdürülebilir kalkınmanın sağlanması, yenilenebilir enerjinin geliştirilmesinde özel sektörün katılımı ve sürdürülebilir ve esnek toplumlar inşa edilmesi konularında anlaşmaya varmayı hedeflemektedir.

#Kemal Öztürk
#Hasan Öztürk
#Hatice Karahan
#Abdullah Muradoğlu
#Şahap Kavcıoğlu
6 yıl önce