|

Bizi bu hazırcılık mahvetti

Muhammed Gümüş
04:00 - 7/04/2024 Pazar
Güncelleme: 00:52 - 7/04/2024 Pazar
Yeni Şafak
Arşiv.
Arşiv.

Orta yaşlarda bir kadın telaşla markete daldı ve doğranmış hazır soğan olduğunu sordu kasiyere. Kısa bir şaşkınlık yerini hayır diyen cevaba bırakırken oradakiler şoku üzerimden atamamıştı. Yemek yaparken hazır et suyu veya soslar gibi öylece yemeğe atmak için soğanın hazır hale gelmesi demek, ambalaj maliyeti, tadında ve faydasında kayıp demekti. Asıl soru da bizim bu hikâyedeki hazırcılığa nasıl geldiğimizdi.

Bir yanda mutfakta bitmek bilmeyen alet ve makinaların yer alması ve her geçen gün yenilenmesi, bir yanda da yemeğin hazırlanmasında hazır malzemelerin sürekli çoğalması evlerde sofranın hazırlanmasına ayrılan süreyi görece kısaltmasının kime faydası oldu? Kim bu işten kârlı çıktı. Mutfakta emek ve zamanın azalması demek daha çok maddi külfet demekti. Bu da kazanmamız gereken paranın bu doğrultuda her geçen gün daha fazla olması demekti.

Sanayi devrimi ile beraber insanoğlunun dışarıdaki işlere bağımlı hale gelmesi asla kendisine bir rahatlık ve genişlik sağlamadı. Daha fazla pazarlama ve daha fazla kâr için insan amaç değil hedef haline getirildi. O kadar rahatız ki artık. İhtiyaçlarımızı da belirleyenler var.

Evler odalara bölündükçe ve her oda ayrı bir pazarlama konusu haline geldikçe biz bu odaları doldurmak için gece gündüz çalışanlara dönüştük. Evlerimiz için çalıştık durduk yıllarca ama evler sadece uyumak ve haftada bir iki gün kalınacak yerlere dönüştü.

Bir gün böceğe dönüşünce işe gidemeyen Gregor Samsa fark ettirdi bize bu dönüşümü. Franz Kafka ustalığıyla.

Neyse. Hah, ne diyorduk? Herşey bir endüstri koluna dönüşürken elimiz kolumuz bağlandı adeta. O kadar çok çalışıyorduk ki, hiçbir şeye zamanımız yoktu. Bu yüzden yerken, dinlenirken, yolda izde bu endüstriye muhtaçtık. Daha çok çalışmak için zaman harcamamaya, bu sebeple hazırcılığa hazırdık. Bu dönüşüm insanı sadece başkasına çalışan makinelere dönüştürdü. Şehirler ve mahalleler de bu çalışanları barındıran yerlere dönüştü. Bu yoğun tempo bizi evden, evdekilerden, komşudan, mahalle kültüründen kopardı. Yollar işe gidip gelinen mesafelere dönüştü. Öyle bir kaptırdık ki bu çalışmak denen illete, yeri geldi çocuklara bakıcı veya kreş aradık, büyüklerimize huzurevi.

Artık herkes ya devlete bağlı ya da özel sektörden maaşa bağlandı. Sırf herşeyi hazır alabilmek için. O kadar çok şey satınaldık, tükettik ki. Sonunda ne acıdır ki adımız tüketiciye çıktı. Tükenen bizdik, emeğimizdi, zamanımızdı aslında. Bilemedik. Bu bize çok şey kaybettirdi. Özümüzü, ruhumuzu, belki de aslımızı. Tıpkı batı gibi olmaya çalışan doğunun ruhunu kaybetmesi gibi.

Eğer yaşlı bostancının söylediklerine kulak verseydik, belki bu kadar tüketiciliğe, hazırcılığa ve makinalaşmaya bu denli kendimizi kaptırmazdık. Çünkü sanayileşmenin asıl felsefesini bilemedik. Sanayileşme aslında kapitalizmin dünyaya attığı bir tohumdan başka bir şey değildi.

Yaklaşık beş yüzyıl önce bir Çin bilgesi bizi bu tehlikeye karşı uyarmıştı: Zi Gung, Han ırmağının kuzey yakasından geçerken bostanda çalışan yaşlı bir adam gördü. Adam bostana sulama arkları açmıştı. Kuyuya kendisi iniyor ve elleriyle çıkardığı bir kova suyu arka döküyordu. Bütün yorgunluğuna rağmen çok kötü bir sonuç elde ediyordu. Zi Gung: “Bir günde yüz arkı sulamanın bir yolu var. Az bir yorgunlukla büyük sonuçlara ulaşılıyor. Sen de yapmak istemez misin?” dedi. Bostancı ayağa kalktı, ona baktı: “Nasıl bir yol?” dedi. Zi Gung: “Arkası ağır önü hafif ağaç bir levye alırsın. Böylece bol bol su çekebilirsin. Bunun adı zincirli kuyudur” dedi. Yaşlı adamın suratı öfkeyle gerildi, sonra gülerek şöyle dedi: “Ustam der ki, makine kullanan kişi bütün işlerini makine gibi görür; işlerini makine gibi gören kişinin makine gibi yüreği olur. Ve göğsünde makine gibi bir yürek olan kişi masumiyetini kaybeder. Saf masumiyetini kaybeden kişi ruhunun hareketlerinde kararsız olur. Ruh kararsızlığı doğru anlamla uyuşamaz. Bu şeyleri bilmediğimden değil kullanmaktan utanırım.” (Daryuş Şayegan, Yaralı Bilinç, Metis Yayınları, Birinci Baskı, Ekim 1991)

Kakao fiyatları yükseliyor

Kakao fiyatları küresel arzdaki düşüşün etkisiyle zirveye çıktı. İklim değişikliği ve kuraklık gibi etkenlere bağlı olarak kakao fiyatı ton başına 10 bin doları aştı. Üretim rakamları fiyatların uzun süre daha gevşemeyeceğini gösteriyor. Stoklarının azalmaya başladığını gören üreticiler tedarik sorununu aşmak için alternatif ülkelere yoğunlaşıyor. Önümüzdeki aylarda talebin daha da artacağı öngörüsüyle stok yapan alıcıların spekülatif etkisi oluyor.


Kayseri'de pastırma ve sucuk müzesi

Restorasyonu tamamlanmak üzere olan Gön Han'ın içinde Pastırma-Sucuk Atölyesi ve Müzesi hayata geçirilecek. Melikgazi Belediyesinin projesi pastırma, sucuk, sucuk içi ve çemen kültürünü tescilleyecek. Tadımlar da yapılacak. Kayseri dışından gelenler pastırma ve sucuğun nasıl yapıldığını öğrenecek ve görecek. İçinde bulunan lokantasında sucuk ekmek, sucuk içi gibi lezzetlerin tadına bakılabilecek.


Öldüren takviye diyet gıdası

Japonya'da kırmızı pirinç mayası içeren takviye diyet gıdası "beni-koji" tüketenlerden 5 kişinin hayatını kaybettiği açıklandı. Ölüm sebeplerinin tespiti için tetkikler devam ediyor. Üründeki sorunu henüz belirleyemeyen üretici küften türetilen bilinmeyen bir maddenin yol açabileceğinden şüpheleniyor. Ürünü tüketen toplam 93 kişi ise hastanelerde tedavi görüyor.

Muğla’nın altın rengi simidi

Muğla Ticaret ve Sanayi Odası tarafından yapılan başvuru üzerine geçtiğimiz günlerde coğrafi işaretle tescillenen Muğla simidi Muğla ilinde üretilen halka biçiminde, üzeri susamla kaplı, rengi altın sarı, dışı çatlak yapıda ve gevrek özellikte bir unlu mamuldür. Meşe odunu ile yakılan taş fırında, üzerine, su ile 1/5 oranında seyreltilmiş siyah üzüm pekmezi sürülüp pişirilir. Susamı, aroması ve lezzeti ile aranan bir ürün haline gelen bu lezzetli ürünün üretiminde, iri taneli, açık sarı renkli susam tercih edilir. Sıcak pekmezli suda ön pişirmesi yapılır. Bu işlem hamur kaynama noktasına yakın derecede ortalama 80-90 derece olan sıcaklıkta iken pekmezle batırılır. Aynı zamanda susamların daha öncesinden pekmeze batırılması çıtırlığını ve rengini etkiler.

Malzemeleri: l 50 kg simitlik sert buğday unu l 20-25 litre su (yazın soğuk su, kışın ılık su) l 1,5 kg yaş maya l 1,5 l ayçiçek yağı l 900 g tuz (tercihen iyotlu) l 900 – 1000 g beyaz şeker l Su ile 1/5 oranında seyreltilmiş siyah üzüm pekmezi l 5 kg susam

Yapılışı: Pişirme sonrasında dışının çıtır ve renk almış, içinin ise beyaz kalmasını sağlayan simitlik sert buğday unu kullanılır. Su, yaş maya, şeker, yağ, tuz ve un hamur yoğurma makinesinde iyice yoğrularak sert bir hamur elde edilir. Yoğrulan hamur 15-20 dakika kadar dinlendirilir. Yoğrulan ve dinlendirilen hamur elle veya makine ile 90 g ve 180 g tartılarak kesilip yuvarlanır. 80-90 °C aralığında kaynama noktasına yakın olan pekmez ve su karışımına, şekillendirilen simit hamurları batırılır. İlk anda dibe çöken hamur yaklaşık 2 dakika içerisinde suyun yüzeyine çıkar. Su ile 1/5 oranında seyreltilmiş siyah üzüm pekmezi karıştırılarak pekmezlenmiş, kavrulmuş susamın bulunduğu tepsilere koyulan haşlama hamurlar iyice susama bulandıktan sonra son şekli verilerek tepsilere dizilir. Meşe odunu yakılan taş fırınlarda 250-300 °C sıcaklıkta yaklaşık 15-20 dakika pişirilir. Sıcak ve taze olarak satışa sunulur. Raf ömrü en fazla 24 saattir.



#Tadımlık
#Aktüel
#Hayat
23 gün önce