|

Büyük bir şairi okumak pazar adetimdir

Pazar günleri dinlenmek mi, yarım kalan işleri tamamlamak mı, kitap okumak mı istersiniz? Yazar, şair ve çevirmen Kamil Eşfak Berki, “Pazarları adetimdir büyük bir şairi ders çalışırcasına gömülüp okumak” diyor.

Merve Akbaş
04:00 - 16/04/2023 Pazar
Güncelleme: 11:41 - 18/04/2023 Salı
Yeni Şafak
Kamil Eşfak Berki.
Kamil Eşfak Berki.

Pazar günleri okumak, yazmak, dinlenmek kısacası zorunlulukları bir kenara bırakıp kendimiz için bir şeyler yapma günü olabilir. Kamil Eşfak Berki, bir dizesinde “Bir çınar ağacı altında oturmuşuz çay içiyoruz/Pazar günü içimizde yeni şeyler duymak için” diyor. Bu satırları okuyunca Berki’nin kapısını pazar günlerine dair sorularla çalmamak imkânsız oluyor.


Yazar, şair, çevirmen Berki haftanın son günü için, “hafta içi günlerden bir farkı oluyor haliyle” diyor ve şunları anlatıyor: “Hafta içi günlerden bir farkı oluyor haliyle. Kendimizde dinlenme ihtiyacına hak verebiliriz. Yine de insan kuşluk vaktini değerlendirmek, belki yarım kalan işlere koyulmak da istiyor. Bunu her zaman başaramadığım da bir gerçektir. Bende pazarları edebiyat sanat duyguları yoğunlaşır. Bu evde de olur, dışarı çıkma isteği ağır bastığı da. Evde bazen topluca bir pazar bazen de herkes kendi programına koyulur. Şiirde de fikirde de yazmanın demi kendini hissettirecektir. İnsan kendi mizacını bilir yeter ki mükemmeliyetçilik yerleşmesin. Baharda kıra açılmak benim favorim. Börtü böcek kır çiçekleri ilk yazın o nefis kokusu bizi tazeleyecektir. Ayda iki kere de iz bırakıcı bir film gerekir.”

Pazar yeri neşe dolu

Berki, Pazar günlerinin sıkıntısının semt pazarı gezerek dağıtılabileceğini olabileceğini söylüyor. Ona göre pazar yerleri neşe doludur: “İşte yaman bir soru. Bu pazar sıkıntısının hafifletecek ilk şey ne olabilir. Geleneksel yaşantıda: semt pazarı. Günün adı da Farsca “bazaar”dan geliyor. Pazar yeri neşesi şahane bir şeydir. Yazık, zabıta yüksek ses istemiyor yıllardır. Halbuki pazarcı ilgi çekmek için latif, tatlı sözlerle müşteri çağırırken ilhamı da açılır rastgele keyif sözünü sevmem ama insanların yüzünde bir gülümseme belirirdi.Vaktiyle görmüştüm: portakal satıyor, doktorun hanımı öte tezgaha yönelmiş işte satıcı :geel geel, bu portakal doktor Atıf beyi işsiz bırakıyoor! Strazburg'da karşımıza bir pazar gördük nizam intizam yerinde lakin çıt yok! Başka..biz belki de hafta boyu dengemiz bakımından ideal olan özeleştirimizi ihmal ediyorsak, fazlalıklarımız yeni haftaya geçerken onları pazar gününe salmak istiyor sanki. Muhtemelen insan ruhu tatil sevmez; boşluk hoşlanacağı bir şey değildir. O, pazar günü de gıdalanmak isteyebilir. Tabii bu mücerred, soyuta yönelmecesine bir öz yaşam ihtiyacı oluyor. Çok iddialı olmasın ya sanat da böyle var olmuş. İnsan için insanın avunmasından çok savunması bakımından. Boşluk bunalımı çağırır gibidir. Sonra oluşmuş ukdeler sertliği var hayatımızda. Gerçek şiir gerçek roman gerçek sinema insana çalışır.


Kendisinin bu noktada bir önerisi de var: “Önerim var galiba: Pazar için plan program yapılmalı. Yoksa insan ağzını açmış bekleyen Sıkıntıya av olur sanki. Aslında her ertesi günü tasarlamalı.Hayattan tat almaya yardımcı oluyor bu. Amaçsızlık darmadağın eder insanı.”

Her pazar Şarlo izlenebilir

Berki’ye göre film cumartesi de izlenebilir. O, ayda en az iki tane nitelikli film izlemeye çalışıyor. Hatta, “Fazlası bir sanat olarak sinemayı gözümüzden düşürebilir” diyor. Nasıl ki romanın öykünün, şiirin de hasını tercih ediyorsak ona göre filmin de hası seçilmeli. Film önerisi ise Şarlo oluyor: “Her Pazar Şarlo izlenebilir bakın. Bir dehanın ürünüdür ve yüzlerce sessiz ve siyah-beyaz kısası var. Tam bir modern klasiktir Chaplin. Garip gelecek ama bizim Karagöz kudretinde diyebilirim.”


Berki’nin bu güne özel okuma alışkanlıkları da var. “Pazarları adetimdir büyük bir şairi ders çalışırcasına gömülüp okumak...Bizden ve dış edebiyatlardan…” diyor ve ekliyor: “Herkes kendi seçimlerini yapabilir. Bunca iyi kitaplar var, şiir yanına roman, tarih v.b. Güneşli havada su kenarı insanı çeker. Koltuğunuzda kitap. Bodler, “Yürüyorum Seine kıyısında koltuğumda kitap” diyor. Cahit Sıtkı bunu o kadar beğenmiş ki uyarlamış: “Geçiyordum Sadabad’dan koltuğumda Nedim Divanı.” Bu İstanbul özneli bir duyarlılık, Reşad Ekrem'in buluşuyla: Büyükşehir'in Fetihten bu yana hayatı onu insanlaştıran bir şey olmuş. Sadece İstanbul şiirleri değil hikâyecilerde ve romanlarda da ne iç dünyalar yatar. Bu Anadolu şehirlerimizde de yaşanır. Ortak payda İstanbul’un serencamı belki. Bodler'in “Spleen de Paris”i vardır. Paris Sıkıntısı diye çevrildi. Bizim Ahmed Haşim’in Melal istiaresiyle benzeşirler diyesim geliyor. Hüzün. Sebebsiz hüzün belki. Bu da şairin fizikötesel işlevine çağırıyor insanı. Pazar günleri devam ettiğim kitaplayımdır. İstikrarın hakkını tam verebildiğim anlaşılsın istemem. Aksamalar, kaytarmalar dahildir.”



“Özellikle Pazar günleri görmek istediğiniz arkadaşlarınız var mı?” dediğimizde ise şu yanıtı veriyor: “Kalabalık hayatın içindeki bireylerin kendileri de ayrı bir ülke gibi dersem abartmış olurum tabii. Ne var ki içimizde seyyahız bir bakıma... Ha bakın bu toplumun insanları Evliya Çelebi Seyahatnamesi’ne dadanmalıyız. İnsana terapi değeri bile var. Eğitimin kifayetsizliğine birebir bir üslup sesi o. Haftada bir ayda bir dostlar bir araya gelmeli. Toplumun sohbete şiddetle ihtiyacı olduğunu düşünenlerdenimdir.”


Pazar günleri için favori mekânı ise, Boğaz’ın Anadolu Yakası. Hatta, “O yakada gazele yakın oluyor içim” diyor. Berki’nin en kötü pazarı ertesi gün okula yazılacağı gün olmuş. En iyi pazarı ise sınavları geçtiği bir hafta sonu: “Kötüsünden başlayım: Bir Pazartesi beni ilkokula yazdıracaklardı. O pazar günü hele akşamleyin en sıkıntılı günümdü o günüme kadar. Biz mahallede belki iki yüz çocuktuk sabah fırlar akşam da sokak fenerinin altında oyuna devam ederdi çoğumuz. Gece uykum kaçmıştı. Acayip huzursuz sabahı etmiştim. Müdürün karşısında feci gergin olduğumu unutamadım. Okula yazdırmayın beni diye sesim tiz çıkmıştı. Annem ve babam kıpkırmızı oldular. Öğleden sonra tekrar gidildi ve bu sefer süngüsü düştü olmuştum. İlk gün çoğu arkadaşımla aynı sınıftayız, öğretmen Bedia Ön sınıfı susturamadı. Ertesi gün Yaşlı Necati Öğretmen geldi:

-Çocuklar siz masal sevmezsiniz değil mi?

-Haayır severiiz!

-O halde size “Çikolatadan Sarayı” anlatayım mı?

Bir ağızdan: -Örtmenim anlatıın.

Tam üç gün dinledik, doyamadık, ehlileşmiştik. En iyi Pazar'ım? Lisede beş dersten bütünlemeye kalmıştım. Sınavlarda beşini de kazanıp eve döndüğüm hafta sonu öne çıktı belleğimde.”

Peki ya bugün çalışılır mı? Berki, “Çalıştığım pazarlar çalışmadıklarımdan davacı olmuyordur inşallah” diyor: “Bir de insanın kiramen-katibini nasıl bakıyordur diye düşünmek gerekir. Onlar kimi zaman omuzdan omuza sesleniyor olabilir mi?”

En yaman soru

Ve geldik şaire göre “en yaman soruya.” Pazar günü bir insan olacak olsa nasıl birisi olurdu? Buna Berki’nin uzun bir cevabı var: “İslam tasavvufunda günlerin sırrı var, belli günlerden mukaddes kitabımız Kuran-ı Kerim’de haberler var, onlardaki hikmetler açıklanmaktadır. Bu çok da uzun bir bahistir. Muhyiddin Arabî ve Erzurumlu İbrahim Hakkı hazretlerinde mesela. Valla işte bir kere ilk defa sorunun sahibi yanıtlasa da biz oradan okusak diyesim geliyor. Yoksa Pazar gününün bir cilvesi karşısında mıyız? Dile gelse neler derdi acaba kulağıma! Al sana özeleştiri! Hah tam yeridir, ben ortaokulda pazar akşamları başlardım açıklayamadığım bir yalnızlaşmaya. Günün en geçimsiz vakti ihtimal ikindiyle gece arasındaki saatler. Türkçedeki adı da bildiğim kadarıyla Soğd dilinden geçip yerleşmiş. Türkçe’nin kendi kaynağında ise “tün”, güneşsizliğe de “karanu” demişler, karanlık şimdi. Edebiyatımıza bakalım: çok yönlü ve çok katmanlı bir şiir geliştirmiş olan Sezai Karakoç’da bir kişileştirme vardır: “akşamın bakışları.” Bu insanın iç aleminde, özbenlik’e mi bir somutlaştırmadır? İnsanoğlu en çok akşam geçişinde mi kendi ruhuyla yalın halde karşı karşıya mı kalır? Sorgulanma mı yaşatır içimizde bir mekanizma bize? Bir şekilde ben kendime “akşamın gözünden” bakmaya girişmeliysem neler göreceğimdir? Tam görebilmeyi başarabilir miyim? Bu, insanın içeresinde bir mahşer sorgulaması cinsinden olsa gerek, diyebilecek adalette biri miyim yoksa kendimi tanımakta başarılı olamamış mıyım? Neyse ben öğrenciyken işte, bir tedirginlik bir soru işareti yaşardım. Yalnız, bu lisedeki yatılı okumadan ötürü bir sıkıntı değilmiş bakınca. Böyle diyorum zira bir yatılı gurbeti o yaşlarda insanda oluyor ve olur. Günümüzde, cumartesi de tam tatil. Soralım bir cumartesi sıkıntısı söz konusu mu? Kesin demiyeyim ama daha cuma mesai bitiminden itibaren bir rahatlama yaşanıyor bugün. Cumartesi sabahı uykunun hükümranlığı, aile fertlerinin kahvaltı sofrasında toplanması… Cumartesi akşamları bunu yaşatmaz genellikle… Ziyaretler, v.b. Selim İleri'nin ilk hikâyelerini derlediği: Cumartesi Yalnızlığı idi. Hayal gücüne imkân tanıyan kapağıyla sempatikti bir kere. Adı ilginç değil mi? Sıkıntısı değil de yalnızlığı. Yalnızlık menfi bir hal sayılmaz, yeter ki marazi cinsinden olmasın. Kullanılabilirse yaratıcılık ile akrabadırlar da. İnsanoğlu bazen de havai takılmak istiyordur. Bu belki kişinin tatil hali gibi bir şeydir. Cumartesi bu ferahlığı sağlıyor gibime gelir. Eskiden, öğleden sonra resmi tatil devrinde insanımız hemen eve gitmek istemez, Beyoğlu’na çıkılır, Fatih’e Aksaray’a uzanılırdı. Tıklım tıklımdı. Üsküdar ve Kadıköy karşıya geçerdi. Sinema ve tiyatrolar dolup taşıyordu. O yılların havasında-insanların mağduru- pazarın gam yükünü cumartesi hafifletiyordu belki. (Bu arada ben türkü dinlemeyi hiç terk etmemişimdir.) Cumartesi deyince az önce Hazreti Ali’nin cumartesi gününü övdüğü sözlerini hatırladım. Şiirleri yanında düz yazılarını da görünce yaşadığım his şöyleydi: Aynı zamanda bir edebiyatçı imiş. Hayran kalmıştım. Evet Hz. Ali’miz çok yönlü ilklerin en edebiyat kurucu şahsiyetidir. Bir temel atıcı diyebiliriz ona: Yazdıkları eni konu deneme türünün habercisi olarak da görülebilir. Modern Avrupa’daki essay'den asırlarca evvel oluyor. Hükümle sınırlı değil; hikmete ulaşmış. Pazara dönelim. Demin değinmeyi unutmuşum: öğrencilik yıllarımda pazar akşamları içimi basan kasveti tek bende olur sanırmışım, sonraları pazartesi sendromu lafı ortalığı tutunca rahatladığımı anımsıyorum. Belki de bir pazar akşamıydı. Kendi şiirim de parmak kaldırıyor deminden beri. Fakirin ilk kitabında: ‘Ravel'in Bolero’su öyle şiddetlendirir ki/içimizdeki cumartesi ölgünlüğünü’ dizesi mevcuttur. İkinci kitabımızda da ‘Bir çınar ağacı altında oturmuşuz çay içiyoruz/Pazar günü içimizde yeni şeyler duymak için’ gibi bir şey de vardır.”


#Kamil Eşfak Berki
#Pazar Adeti
#Tasavvuf
#Edebiyat
#Şiir
1 yıl önce