|

Hay: Bulmak arzusuyla arayan çocuk

04:00 - 15/04/2024 Pazartesi
Güncelleme: 02:21 - 15/04/2024 Pazartesi
Yeni Şafak
Fotoğraf: Arşiv
Fotoğraf: Arşiv
DÜRDANE İSRA ÇINAR

Doksanların sonu. O sıralar evlerde yeni yeni peyda olan vcd’lerden bir tane de bizde var. Televizyonun hemen altındaki rafta, metalik gri rengiyle ışıldıyor. Annem üzerine iğne oyası dantel örtmüş. Henüz okula yeni başlamışım, kardeşim benden bir yaş küçük. Dirseklerimizin altına birer kırlent yerleştirmiş, çenelerimizi iki avcumuzun ayasına almış halının üzerine karın üstü uzanmışız. Soba gürül gürül yanıyor. Babamın, bizim için satın aldığı çizgi filmi vcd’ye yerleştirmesini izliyoruz merakla. Nihayet film başlıyor. Mavi bir ekranda üç harf beliriyor: HAY. Denizin ortasında, beşiğinde bir bebek, yumruklarını sıkmış içli içli ağlıyor...

Yıllar yıllar sonra, Endülüslü düşünür Ibn Tufeyl’in Hay Bin Yakzan’ını okuyana dek muhayyilemdeki adada bu bebeği daima bir ceylan emzirdi. Hiç çıkmadı aklımdan, yüreğimden. Tabiatın ortasında yapayalnız, önce kendini sonra hakikatini arayan bu çocuğu sanki yıllarca içimde taşıdım. Çizgi filmi seyrettiğimiz o kış akşamı, kardeşimin de benim de en diri anılarımızdan biri. Sahi, neydi bize bu kadar tesir eden şey?

Hay, çocuğu olmadığı için kendi yakınlarından hiçbir çocuğu yaşatmayan zalim bir kralın hüküm sürdüğü adada dünyaya geliyordu hikâyeye göre. Kralın kız kardeşi olan annesi Hay’ın akıbetinden korktuğu için onu kaçırıp çaresizce okyanusa bırakıyordu. Bebeğini belki hayatta kalır diye deryanın kucağına emanet ederken ona aynı zamanda bir selamet vaadinde de bulunuyordu. Hay, “diri” demek, “hayat” demekti.

Anlatının ilk versiyonu Batılıların Avicenna, bizim İbn Sina diye andığımız, Buharalı meşhur âlime ait. Doğu’ya has ilk felsefi anlatı sayılabilecek bu hikâye İbn Tufeyl’in kaleminde yetkinleşip ünlenmiş. Hay bin Yakzan, yani “Uyanık’ın Diri Oğlu”, görünen âlem üzerinden yavaş yavaş içindeki âlemi keşfeden, müşahade yolu ile faal akla erişen bir insan-ı kamil’dir özünde. Kimilerine göre adada kendi kendine mayalanmış bir çamurdan meydana gelmiş, kimilerine göre de katledileceği korkusuyla denize bırakılmış ve bu ıssız adaya sürüklenmiştir. Yavrusunu yitirmiş bir ceylan tarafından beslenip büyütülen Hay, elli sene içinde dünya gerçeklerinden yavaş yavaş en yüce hakikate, Yaratıcı’nın varlığına ulaşır. Nefsin ve aklın sırları artık ona ayan olmuş, o ise bildikleriyle susmuş, derin bir tefekküre dalmıştır. Fakat günün birinde Hay uzletteyken adaya gelen Absal isminde bir adamla karşılaşır. Absal ise, sufi gelenekten haberdar, vahye dayalı bir inanca sahiptir. Hay ile Absal’ın karşılaşması akıl ile imanın buluşması gibidir. Zaman içinde Absal’dan konuşmayı öğrenen Hay, onun aktardığı dinin emir ve yasaklarını tereddütsüz kabul eder. Çünkü bu ıssız adada müşahede yoluyla eriştiği bilgiyle Absal tarafından kendisine bildirilenler arasında bir ayrılık yoktur. Absal, yaşadığı toplumun inandıklarına ters düşen bir yaşam içinde heba olmalarından duyduğu üzüntü ve ümitsizlikle bu adaya sığınmış, onlardan uzaklaşmıştır. O halkın ahvalini anlattıkça Hay, onlar için bir şeyler yapmak, onlara keşfettiği hakikati anlatmak ister. Birlikte Absal’ın adasına giderler. Hay, insanlara dünyanın gerçek yüzünü, dünya hayatının bir oyun bir eğlenceden farksız olduğunu anlatmak istese de emekleri boşa gider. İlk defa gördüğü bu insanların hemen hepsinin yetenekleri, kavrayışları, birikimleri farklı farklıdır ve onun seneler süren düşünce serüveniyle eriştiği yüce gerçekliğe ancak pek az sayıda üstün yaradılışlı kimseler ulaşabilmektedir. Bu hakikatle de yüzleştikten sonra Hay, dostu Absal ile yeniden adasına döner ve hayatlarını kendi hassasiyetlerine göre sürdürürler.

Romandan uyarlanan 92 yapımı çizgi filmin sonunda Hay ile Absal insanlara gerçeği anlatmak üzere bir gemi ile yola çıkıyorlardı fakat romandaki son, çizgi filmde yoktu. Belki bir çocuk için umut etmek, gerçeğin ağırlığını zayıf omuzlarına yüklenmekten daha iyiydi. Yıllarca içimde o gemi, yalnız keşiflerimden, ürküten rüyalarımdan, derin sezgilerimden bulup çıkardıklarımı günün birinde varacağımı umduğum bir yere, bir muhayyel kıyıya taşıdı durdu. O kıyıda kim vardı, kimi bulacaktım? İçimize ezelden daima agâh, daima uyanık bir cevher zerk eden kudret, hayata karışan, her zerrede hayatiyet arayan ölü varlığımızı nelerle sınayacaktı... İçimizin hayvanlarına şefkat duyacaktık önce. Hayvan yanlarımıza...Yaralı kedileri sevecektik. Gıpta edecektik haşmetli kanatlarıyla gökte süzülen kartallara. Akrebin üzerine basıp geçecektik korkudan. Tıpkı Hay gibi, inatçı bir keçi ile çekişip duracaktık. Bir taş kalbi bir başka taş kalbe çarpıp kıvılcımı, ateşi, kısacası aşk dediğimiz o büyük yangını bulacaktık. En sevdiğimizin yüreğini ortadan ikiye ayıracak, orada yiten sevgiyi, sıcaklığı, hayatı arayacaktık. Merakımıza yenilip karanlıklara dalacak, nihayet korkuyla ışık, biraz ışık diye yalvaracaktık. Biz böyle yakarırken Hayy ve Kayyum olan, diri ve ayakta olan seslenecekti: canlılık arıyor, hayat istiyorsunuz ama kimden? Benden mi yoksa birbirinizden mi? Aklın ve yüreğin derinlerinden yükselen bu sesi, bu vicdanı, vaizullahı işitince Hakk esmasının tecellisi kaçınılmaz olacak. Canlılık bahşedenin hakkını teslim ettikçe hayat bulacak, hayat buldukça arifler gibi şöyle yakaracağız: “Allahım, beni hayatla nimetlendir.”


#hayat
#kitap
#aktüel
15 gün önce