|

Çin ve Türkiye yeni başlangıç arayışı

04:00 - 6/07/2019 Cumartesi
Güncelleme: 05:40 - 6/07/2019 Cumartesi
Yeni Şafak
Gündem
Gündem
EMRE DEMİR
PEKİN

Osaka’daki G20 zirvesinde gözler ABD Başkanı Trump’ın yapacağı iki ayrı ikili görüşmedeydi. Küresel ekonomiyi tehdit eden ticaret savaşlarının akıbeti ve S-400 meselesinin nerelere uzanabileceği, Trump’ın Çin Devlet Başkanı Xi Jinping ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’la yapacağı görüşmelerde netlik kazanacaktı. Beklendiği gibi de oldu; Trump-Xi görüşmesinden “yeni tarife yok” kararı çıkmış, Trump-Erdoğan görüşmesinin ardından “yaptırım yok” mesajı verildi.

Trump’ın yaptırım ve tarife konusunda olumlu mesaj alan iki lider, Xi Jinping ve Erdoğan, G20’nin ardından Pekin’de bir araya geldi. Bu üç ayrı ikili görüşme arasında doğrudan bir bağlantı görünmese de, Çin’in ön cephede “savaştığı” ticaret konusu Türkiye’yi de etkiliyor, Türkiye’nin NATO dışı savunma sistemlerine ilgisi, bir dönem Türkiye’yle benzer bir işbirliğinin eşiğinden dönmüş Pekin’de yakından izleniyordu. Hong Kong’daki protestolar nedeniyle görev döneminin en ciddi sınamalarından biriyle karşılaşan Xi ile yerel seçim sürecini geride bırakan Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu arka planda Pekin’de buluştu.

İLİŞKİLERİN BÖLGESEL VE KÜRESEL BOYUTUNA VURGU

Görüşmenin başında liderler kadim ipek yolu referanslarıyla yaptıkları açılış konuşmalarının ardından, ikili ilişkilerin ağırlık noktası olarak kabul edilebilecek alanlara vurgu yaptılar. Erdoğan, binlerce yıllık dostluğun uzun ömürlü olduğunu söyledikten sonra, işbirliğinin daha büyük potansiyeline dikkat çekti. Erdoğan, bu defaki Çin ziyaretinin, küresel barış ve istikrara yönelik sınamaların arttığı bir dönemde gerçekleştiğini belirtti. Bu noktada, iki tarafın, Çin-Türkiye ilişkilerini sıradan bir ikili ilişki tipinin ötesinde, bölgesel ve küresel boyutuyla değerlendirmeye dönük artan heveslerini teşhis etmek zor değil. Erdoğan, gezisi öncesinde resmi haber ajansı Xinhua’ya verdiği röportajda, Türkiye-Çin ilişkilerinde gelişme trendini korumanın küresel istikrar için çok önemli olduğunu belirtiyor, “Çin-Türkiye ekonomik ve ticari ortaklığının dünya barışına, refah ve istikrarına katkıda bulunma potansiyeline sahip olduğu bilinciyle hareket ediyoruz” diyordu.

Xi’nin konuşmasındaysa Türkiye için özel vurgulardan ziyade, pek çok yabancı ülke liderine çağrıda bulunduğu gibi, çok taraflılığı koruma, BM ve DTÖ’nün çekirdek rolünü öne çıkarma gibi söylemler ağır bastı. Çin dış politikası zaten mevcut konjonktürde her ilişkisini bu düzlemde kuruyor, tüm taraflar “korumacılığa ve tek taraflılığa” karşı bir seferberliğe davet ediliyordu. Xi, hemen her misafiriyle yaptığı görüşmede olduğu gibi, konuk ülkenin ortaya koyduğu gelişme planına atıf yaparak Kuşak ve Yol girişimini (BRI) öne çıkarıyordu. Moğolistan’ın Bozkır Yolu, Kazakistan’ın Nurlu Yolu, Rusya’nın Avrasya Ekonomik Birliği girişimlerinin BRI ile entegrasyonunun sıklıkla vurgulanması gibi, Türkiye’nin Orta Koridor projesine de göz kırpılıyordu. Erdoğan da görüşmede, Orta Koridor projesinin, Kuşak ve Yol’un “doğal bir parçası” olduğunu belirtmişti.

Türkiye en başından beri kendisini BRI projelerinin kavşak noktası olarak tanımlıyor, ancak bu role hevesli başka ülkeler de yok değil. Türkiye’nin devlet lideri düzeyinde temsil edilmediği 2. Kuşak ve Yol Uluslararası Forumu’nda, Türkiye’den “rol çalmaya” hevesli konuk liderlerin Xi’yle samimi fotoğrafları gözden kaçmadı. Çin’in Ermenistan, Kıbrıs Rum Kesimi, Yunanistan ve son günlerde hızlanan bir ivmeyle İtalya’daki faaliyetleri, Türkiye’nin devre dışı kaldığı bir takım ulaşım ve enerji projelerine dönüşmeden, BRI kapsamındaki Türk-Çin ortaklığının daha somut projelere bürünmesi ve kurumsallaşması gerekiyor.

TÜRKİYE’NİN BATI İLE İLİŞKİLERİ ÖNEMLİ

Türkiye’nin burada gözetmesi gereken bir denge de şu: Batı’yla sorun yaşayan ve bu nedenle yüzünü Asya’ya dönmüş bir Türkiye imajı, Çin’de tam tersi bir etki yaratıyor. Çin, Batı Asya’dan Avrupa’ya açılacak altyapı tesislerine imza atmak istiyorsa, bilakis Avrupa’yla siyasi ve ekonomik olarak yüksek entegrasyona sahip bir Türkiye, Çin’in çok daha işine gelecektir. Türkiye, Çin ile Avrupa arasında bir engel değil, hep söylenegeldiği gibi gerçekten bir köprü olmalıdır. Çin siyaseti, Avrupa’yla sorunlu bir Türkiye’nin, kendisini Avrupa’ya açamayacağını okuyacak durumdadır.

Erdoğan-Xi görüşmesinin önemli başlıklarından biri de terördü. Xi, egemenlik, bağımsızlık ve toprak bütünlüğü gibi konularda karşılıklı olarak endişelere saygı gösterilmesi gerektiğini belirtti; siyasi güvenin artırılması çağrısını tam da bu bağlamda not etti. Çünkü Türkiye-Çin ilişkilerinde siyasi güven, ticaret veya ekonomiyle ilgili meselelerden zarar görmüyordu, burada ilişkinin yumuşak karnı –Çin tarafının adlandırmasıyla– terör meselesiydi. Türkiye, resmi söylemde Çin’in terörle mücadelesini meşru bulup Tek Çin siyasetine bağlılığını ifade etse de, Türkiye’nin Uygur bölgesiyle olan tarihi ve kültürel bağları, Çin’in terör söyleminde insani bir alan açma mesuliyetini Ankara’nın omuzlarına yüklüyordu. Nitekim Erdoğan, Xinhua’ya verdiği röportajda, Türkiye’nin Balkanlardan Güney Doğu Asya’ya uzanan bir coğrafyada akrabalık ve kardeşlik içinde olduğu topraklara gönderme yapıyor, Uygurlarla derin kültürel, tarihi ve beşeri bağların altını çiziyor ve onların, Çin’in ayrılmaz bir parçası olarak barış, refah ve özgürlük içinde yaşamalarını görmek istiyoruz diyordu. Burada bir denge söylemi söz konusuydu. Türkiye ayrılıkçı hesaplara asla prim vermeyeceği güvenini Pekin’e iletmeye çalışırken, Pekin’den de önlemlerini, sıradan insanı bunaltmayacak ve sosyal yaşamı etkilemeyecek şekilde sürdürmesini bekliyordu. Elbette Türkiye’nin bu tip talepleri Çin tarafınca “içişlerine müdahale” olarak yorumlanabilirdi. Erdoğan bu noktada “Çin makamlarıyla işbirliği” halinde çözüm üretmenin altını özenle çizdi. Neticede Uygur meselesinin, mevcut durumda, Çin’in güvenlik refleksleri ile Türkiye’nin kültürel ve tarihi bağları arasında bir orta yol bulunmadan makul bir çerçeveye oturtulması zor görünüyor. Ankara ve Pekin’in şu an için bu makul yolu bulup, ilişkilerin yumuşak karnını, ilişkilerin itici gücüne çevirmede zamanı ihtiyaçları olduğu görülüyor; bir de üstüne bu sürece dahil olmak ve çoğu zaman manipüle etmek isteyen belli çevrelerden dolayı, hadise ideolojik güdülerin ve stratejik hesapların aracı olmaktan kurtulamıyor.

GERÇEK SIÇRAMA NOKTASI

Kuşkusuz Türk-Çin ilişkilerinin sıçrama noktası ticaret ve ekonomi alanında olacaktır. Yaklaşık 26 milyar dolarlık ticaret hacminde, Türkiye aleyhine açığın kapatılması, Ankara’nın öncelikleri arasında. Bu açığı kapatmak için Türkiye bir yandan ihracatını artırmaya gayret ediyor, diğer yandan daha fazla Çinli yatırımcıyı Türkiye’ye çekmeye çalışıyor. Bu noktada Türkiye’nin üretimde birinci olduğu kirazı Çin’e satışının önünün açılması, Erdoğan’ın ziyareti öncesi müjdeli bir haber olarak duyuruldu. Türkiye’nin Çin’e gıda ürünleri ihracatının yüzde 100 artışla 2014’teki 72 milyon dolardan 2017’de 144 milyon dolara çıktığı belirtiliyor. Çin’in yıllık 50 milyar dolardan fazla ithalat yaptığı gıda pazarında, Türk ürünlerinin görünürlüğünün artması, yerli üreticiye büyük bir kazanç getireceği gibi, kiraz, zeytinyağı ve şarap gibi ürünlerin Çin’deki kültürel çağrışımları ve statü göstergeleriyle, ülke imajına yapacağı katkı da göz önünde bulundurulmalıdır.

Gelinen noktada Çin-Türkiye ilişkisi, dev potansiyellerin ve büyük işbirliği ufuklarının bulunduğu, ancak bunların hala temel siyasi güvenin sağlanabilmesine bağlı olduğu ince bir çizgide ilerliyor. Bu haliyle ikili ilişkiler, -en azından bu makalenin yazarına- Cahit Zarifoğlu’nun dizelerini hatırlatıyor: “Zirvesine göz koyduğum dağlara bak / Koşup takıldığım çitlere bak.”

#Yorum
#Emre Demir
#Çin
#Türkiye
5 yıl önce