|

Nevzat Atlığ’la baba-oğul gibiyiz

Türk musikisinin önemli isimlerinden Munip Utandı yetişmesinde büyük emeği olan isimlerden birisinin de Nezvat Atlığ olduğunu söylüyor ve ekliyor: “Bir sanatçının duruşunun nasıl olması gerektiğini bize o öğretti. Hemen hemen haftada bir onunla baba-oğul gibi konuşur, dertleşiriz ve hayır dualarını alırım.”

Latife Beyza Turgut
04:00 - 12/03/2023 Pazar
Güncelleme: 02:11 - 12/03/2023 Pazar
Yeni Şafak
Münip Utandı.
Münip Utandı.

Nevzat Atlığ’ın bir röportajında “gelmiş geçmiş en iyi erkek sesleri” arasında yer verdiği, Türk müziği sanatçısı Münip Utandı, dönemindeki birçok icracı tarafından da “Fem-i Muhsin” olarak parmakla gösteriliyor. Utandı ise Allah’ın bir lütfu olarak gördüğü bu yeteneği, çalışkanlık ve tevazuu ile birleştirerek musikiyi en doğru şekilde icra etmeye özel gösteriyor. “Musikide en önemli şey; eserin aslını, özünü, ritmik özelliğini bozmadan bir başka deyişle aslını deforme etmeden icra etmeye özen göstermektir. O eser üzerinde her türlü tasarruf yetkisine sahip değilsiniz. Çünkü bir yerde eseri geleceğe doğru olarak taşımanız gerekiyor” ifadesinde bulunan Utandı, “Yahya Kemal’in dediği gibi ‘Bir meşaledir devredilir elden ele’. Kendinizi emanetçi olarak görmeniz ve sanat hayatınızın yönetimini, nefsinize bırakmamanız gerekir” diyor.

Münip Utandı kardeşleri Mehveş , Mevhibe ve anne-babası Selahaddin Bey ile Kamile Hanım’la birlikte.
Münip Utandı, torunu Nilsu Kalkan, Merve Utandı Kalkan, Bâbür Kalkan ve eşi Ceyda Utandı ile.

HABİBİ NECCAR’IN ETEKLERİNDE BİR ŞEHİR

“Habibi Neccar Dağları’nın eteklerine uzanmış, tarihin en eski çağlarından beri bütün kültürleri kendinde toparlayıp gelmiş bu güzel şehir” diyerek anlatıyor doğduğu ve büyüdüğü o nefis kenti Münip Utandı. Antakya’nın insanları da en az şehir kadar güzel ve görgülüymüş. Yaz günlerinde öğleden sonraları erkekler Samandağ ipeğinden dokunan ve aynı adla anılan açık renkli hafif gömlekler, pantolon ve ceketler giyer, başlarına ise fötr şapkalarını takar hanımlar ise şimdilerde günlük hayatta pek göremediğimiz şık elbiseleriyle Asi Nehri üzerindeki tarihi köprüden geçerek Belediye Parkı’na giderlermiş. Parkta sıralanmış çay bahçelerinde programlar olurmuş. İstanbul ve Ankara’dan gelen önemli radyo sanatçıları sahne alırlarmış. Utandı daha sonraki yıllarda çocukluğunda Antakya Belediye Parkı’nda gerçekleşen bu programların İstanbul gazino programlarının aynısı olduğunu fark ettiğini söylüyor.

Utandı’nın babası Selahattin Bey, Hatay’ın Türkiye’ye katılmasından birkaç yıl sonra Urfa Birecik’ten Antakya’ya göçmüş. 1951 yılında burada Antakyalı bir ailenin kızı olan Kamile Hanım ile evlenmiş. 24 Ağustos 1952 tarihinde de çift, ilk evladı Münip Utandı’yı kucağına almış. Utandı, farklı din ve mezheplere hoşgörü ile kucak açan bu şehirde Ermeni bir saat ustası olan Agop Efendi’nin evinde dünyaya gelmiş. Kendisi doğduğu evi ve Agop Efendi’yi hayal meyal hatırlasa da anne ve babasından sık sık Agop Efendi ve hanımı Cinfo hakkında hatıralar dinlermiş. Bu Ermeni asıllı aile Utandı’yı çocuklarından ayrı görmez, kendi evlatları gibi severlermiş. “Belki de kendinden emin, büyük bir milletin temsilcisi olduğumuz için midir bilmiyorum ama komşularımızın başka bir topluluğu temsil ettiğini hiçbir zaman aklımıza getirmezdik” diyor Utandı.

Utandı’ya dedesi Münip Hoca’nın ismi verilmiş. Birecik’te müftü yardımcılığı görevini üstlenen Münip Hoca aynı zamanda da saatçilik yaparmış. Utandı yıllar sonra hem Halep hem de İstanbul’da 7-8 yaşlarında kaybettiği dedesinin öğrencileri ile tanışmış. Münip Hoca, muhabbetli ve aynı zamanda da musikişinaz biriymiş. Bu özellik oğlu Selahaddin Bey’e de geçmiş olacak ki, Selahaddin Bey’in hem sesi güzel hem de repertuvarı zenginmiş. Utandı’nın çocukluğunda evde sürekli Ankara Radyosu açık olurmuş. “Yalnız Benim Ol El Yüzüne Bakma Sakın” anne ve babasının özel şarkısıymış. Annesi Kamile Hanım ise maharetli bir terziymiş. Akşam Kız Sanat Enstitüsü’nü birincilikle bitirmiş. Ailenin giyeceklerinin çoğunu o dikermiş. Maliye memurluğu yapan babasına ek olarak evde terzilik yaparak aile bütçesine katkı sağlarmış. Annesinin babası olan Abdullah dedesi ise Balkan Harbi’ne katılmış, iki yıl esir kalmış bir gazi imiş. Abdullah dedesi ve Ganime ninesi onlara yakın oturduğundan Utandı’nın bir torun olarak mutlulukla anacağı, anlatacağı pek çok anısı var.

KÜÇÜK KARDEŞLERLE VOKAL OYUNU

Utandı’dan sonra ailenin Mehveş ve Mevhibe isimli iki kız çocuğu daha dünyaya gelmiş. Utandı’nın musikiye olan merakı o zamanlardan başlamış olmalı ki kardeşlerini yakaladığı yerde onlara vokal yaptırırmış. Bir iki şarkı söyleyelim, bir eser daha geçelim derken kızlar da istemeye istemeye başladıkları oyuna keyifle eşlik ederler bu sevimli fasıl uzadıkça uzarmış. Okul hayatına Gazi Paşa İlkokulu’nda başlayan Utandı, müziği olan yeteneğini okulda da göstermiş. İlk enstrümanını o henüz 7-8 yaşlarında iken Tıp Fakültesi’nde öğrenci olan Hatice teyzesi harçlıklarından biriktirdiği para ile yeğenine almış. Bu mandolin ile 19 Mayıs’ta stadyumda harmandalı çalmış, okul öğrencileri de oynayarak ona eşlik etmişler. Aile evladının musikiye olan istidadını görünce ona belirli bir ücret karşılığında Hakkı Tar isminde Azerbaycanlı bir hocadan ders aldırmış. İlkokulun ardından Antakya Merkez Ortaokulu’nda devam etmiş. Ortaokulda hem avukat hem de müzik dersi hocası olan Sıtkı Nakip Bey’in korosuna seçilmiş. Bu koroda klasik eserler geçerlermiş. Müziğe olan alakası giderek artmış. Bu kez de Hayrünnisa Teyzesi ona bir gitar almış. Ancak gitarı öğretecek kimse olmadığından daha ziyade kendi çabası ile öğrenmeye şarkılar söylemeye başlamış.

Antakya Lisesi’nde okurken, okul bandosunda tempomajörmüş. Bir bayramda boru-trampet takımını Saray Caddesi’nden geçirdiğini ve annesinin cama çıkıp el salladığını, dayısının duygulanıp ağladığını hatırlıyor. Lisede müziğe olan ilgisi devam ederken bir de resim ile uğraşmaya başlamış. Çizdiği soyut resimler Sebahattin Gürel isimli resim hocası tarafından beğenilirmiş. Hatta Utandı, yaptığı resimlerden bazılarını hocasının Fransa’ya bir seminere götürdüğünü de hatırlıyor. Bir süre resme devam etse de daha sonraları yaptığı çalışmaları basit bularak resmi bırakmış. Ancak yıllar sonra yaptığı resimleri gören arkadaşının ısrarıyla 1994 yılında Beyazıt Devlet Kütüphanesi’nde bir sergi açmış. “On parmağında on marifet” bi genç diyebiliriz Utandı için. Lisede aynı zamanda spor ile de ilgilenmiş. 1965-66 yıllarında okulun atletizm takımındaymış. Liseden sonra girdiği üniversite imtihanlarında Gazi Eğitim Beden Eğitimi Bölümü’nü kazandığı halde gitmemiş. Diyarbakır Tıp Fakültesi, Hint Dili ve Hukuk da kazandığı diğer bölümler. O ise tüm bu seçeneklerin arasında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni tercih ederek İstanbul’a adım atmış. Utandı bu seçimi şu sözlerle anlatıyor: “İstanbul sevdası tabii. İstanbul, Anadolu’da yaşayan hemen hemen her insanın gönlünde yatan önemli bir kenttir… Orayı görmeyi, orada yaşamayı, bir İstanbullu gibi davranmayı arzu ederdi eskiden insanlar. İstanbul beni çok etkilemiştir. İstanbul aşkı bambaşka. Onun için burayı tercih ettik.”

HUKUK OKUYAN BİR KORİST

Utandı’nın müziğe ve sanata bunca ilgisine rağmen neden konservatuvara gitmediğini merak ediyorum. Anne ve babası, her faaliyeti desteklese de teyzesinin ısrarına rağmen ailenin tek erkek evladı olması sebebiyle konservatuvara gitmesine rıza göstermemiş. Utandı, “Ben ailenin ilk evladıyım. Esasında küçüklükten itibaren yönlendirilseydik, tamamen müziğe meyil etseydik çok farklı şeyler de yapabilirdik tabii” diyor. Üniversitenin ilk yıllarında bir gün tesadüfen Beyazıt’ta Yumni Düğün Salonu’nda Süheyla Altmışdört hocanın korosu ile karşılaşmış. Musikiye olan ilgisi ile bir müddet bu koroya devam etmiş ancak Şevk’efzâ Makamı’nda icra kendisine çok ağır geldiğinden oradan uzaklaşmış. 1974 yılında Hukuk Fakültesi’nde okurken yurtta kalmak yerine bir öğrenci evine yerleşmek istemiş. Kadıköy, Şaşkınbakkal, Akın Sokak’ta mütevazi bir ev tutmuşlar. Utandı bir yandan okurken bir yandan da Milliyet Gazetesi’nin magazin sayfasının mizanpajında grafiker olarak çalışıyormuş. Bu mesleği özveri ile yapsa da hiçbir zaman gazeteci olmak istememiş. Bu işi daha ziyade harçlığını çıkarmak için yapıyormuş. Ev arkadaşlarımdan doktor Adnan Güner aynı zamanda Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Korosu’nun müdürlüğünü yapıyormuş. Bir akşam geç saatte eve döndüğünde Güner’in arkadaşlarıyla yaptığı meşke kendisi de dahil olmuş. Utandı o akşamı şöyle anlatıyor: “Ali Rıza Kural, Neyzen Oruç Güvenç, Ruhi Ayangil, şimdi büyük kulüp koro şefi Taylan Kendirli ve Reşat Uca vardı. Onlar hep birlikte musiki yaparken Ali Rıza beni de davet etti. ‘Olur geleyim’ dedim ama ben tabii klasik müzikte yıllarca ara vermiştim. Katıldım ve beğendiler. Hatta Ali Rıza bana ‘Solo yap, sesin çok güzel’ dedi. İnanın ben o zamana kadar herkesin sesi güzel sanıyordum. Sonraki günlerde de o evde musiki yapmaya devam ettik. Evimiz küçüktü ama zaman zaman bizi dinlemeye gelirlerdi.”

Ali Rıza Kural’ın kendisini Cerrahpaşa Korosu’na çağırmasıyla yeniden musikiye dönmüş Utandı. Ancak ne müzik bilgisi ne usul bilgisi olmadığından biraz endişeliymiş. O sırada kendisini Ruhi Ayangil cesaretlendirmiş. “Çok genç olmasına rağmen o zaman musikide çok ilerideydi” diyor Utandı Ruhi Ayangil için. İlk olarak Harbiye’de Muhsin Ertuğrul Tiyatrosu’ndaki Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Korosu konserinde ara solist olarak çıkmış. İlk solosu, Dertli’nin Muhayyer Divanı olmuş. Solonun ardından salonda müthiş bir alkış kopmuş. Diğer arkadaşlarının yüzündeki memnuniyeti görünce Utandı, gerçekten iyi okuduğuna kanaat getirmiş. Kulise döndüğünde, Selahattin İçli, Ender Ergün ve Süheyla Altmışdört kendisini tebrik için gelmiş. O zamanlar Dünya Gazetesi’nde müzik yazıları yazan Selahattin İçli kendisini çok beğendiğini ve hakkında bir yazı yazacağını söyleyerek onu Samatya’daki hastanesine davet etmiş. Utandı’nın o gece aldığı tek davet bu değilmiş. “Hocaların Hocası” olarak bilinen Süheyla Altmışdört de kendisini üniversite korosuna davet etmiş. Aynı konseri izlemeye gelenler arasında gelecekteki eşi Ceyda Utandı da varmış. Kendisi ile ilk kez bu konser sonrası karşılaşmış.

BİR GÖREN BİR DEM UNUTMAZ SENİ

İstanbul Üniversitesi Korosu’na katılmasıyla kendisi gibi koro mensubu olan Ceyda Hanım ile arkadaşlıkları ilerlemiş. Çift 1977’de dünyaevine girmiş. İstanbul Korosu’na dönecek olursak, Süheyla Hoca’nın kendisine ilk verdiği eser ise Eviç Makamı’nda Ali İçinger’in “Bir Gören Bir Dem Unutmaz Sen Gibi Bir Mehveşi” olmuş. “Neredeyse hiç musiki bilgim yoktu. Eserin adeta bir fotoğrafını çekerek, yani kulaktan onu ezberledim ve icra ettim” diyerek anlatıyor bu zor eserin icrasını. O konseri izlemeye gelenler arasında Nevzat Atlığ da varmış. İcra sonrasında Atlığ, Altmışdört Hocaya, “Koro sınavı açacağız. Bu evladımız da sınava katılsın” diyerek Utandı’yı işaret etmiş. “Üç beş ay vardı zaten. Bu sürede yapabildiğim kadar, çalışabildiğim kadar çalıştım. Şimdiki eşim o zamanki sözlüm Ceyda Hanım konservatuar mezunuydu. Bana çok yardımcı oldu” diyor Utandı. 1975 sonlarında koro için yapılan imtihana katılmış. Jüri, Necdet Yaşar, Mefaret Yıldırım, Nevzat Atlığ, Cüneyt Kosal gibi büyük isimlerden oluşuyormuş. “Solfej istediler yarım yamalak yaptım, eser istediler okudum. Ben okurken baktım ki Mefaret Hanım ağlıyor” diye anlatıyor Utandı. İcranın ardından Mefaret Hanım Nevzat Hoca’ya dönerek, “Canım Nevzatcığım, 30 senedir böyle güzel ve temiz bir ses gelmedi” demiş. Böylece ilk sınavda koroya kabul edilen dokuz kişiden biri olmuş. Bu arada hukuk tahsilini yarıda bırakan Utandı, “O benim idealim değildi ve tamamlamadım. Son sınıfa kadar getirdim ama sanat ve daha ağır bastı doğrusu” diyor. Nevzat Atlığ’ın eksiklerine rağmen ona güvenmesi ve koroya kabulünün hemen ardından solo kariyerine başlaması da Utandı’nın hayatının gidişatını süratle değiştirmiş. Kurulan koroda Ayla Büyükataman, Meral Uğurlu, Serap Mutlu Akbulut, Mefaret Yıldırım, Gülseren Güvenli, Yurdagül Eroğlu Sami Göğüş, İrfan Doğrusöz gibi sanatçılar ve Cahit Peksayar, Cüneyt Kosal, Necdet Yaşar, Fırat Kızıltuğ, Niyazi Sayın, Cüneyt Orhon, Doğan Ergin, Nihat Doğu, Reşat Uca, Fahrettin Çimenli, Haldun Ersin, Mekin Çetinöz gibi kıymetli sazlar ile tabiri caizse “şampiyonlar ligi” gibi bir kadro ile sahneye çıkmaya başlamış.

1975 yılından bugüne Cumhurbaşkanlığı Klasik Türk Müziği Korosu’nun bir mensubu olan Münip Utandı, zaman zaman Yansımalar, İncesaz, Nevasaz, Ruhi Ayangil Meşk Birimi, OMAR gibi topluluklarla sahne almaya devam ediyor. Geçtiğimiz yıllarda İTÜ Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı’nda hocalık yapan Utandı, bugün kültürümüze en üst düzeyde hizmet veren bir vakıf olarak tanımladığı Kubbealtı Akademisi Kültür ve Sanat Vakfı’nda ve Haliç Üniversitesi Konservatuvarı’nda dersler vermeye devam ediyor.

Atlığ ile baba-oğul gibiyiz

Münip Utandı, “Kendisini her zaman saygı ve minnetle anacağım büyüğümüz, kurucu şefimiz” diyerek bahsettiği Nevzat Atlığ Hocası’ndan büyük destek ve teşvik gördüğünü söylüyor. Özellikle koroya ilk başladığı zamanlarda eksiklerini tamamlaması için bizzat yardım edermiş. Erkenden açtığı Şişli’deki muayenehanesine Utandı’yı çağırır, neredeyse dört saat boyunca musiki meşki yapar ve eksiklerini tamamlarlarmış. Oradan çıkıp da Elmadağ’a provaya gidecekleri zaman Atlığ, “Evladım, çalıştığımızı kimse anlamasın. Sen ayrı, ben ayrı gidelim” dermiş. Provaya gelip de öğrencisi öğrettiği gibi okuduğunda, “Nasıl Münip iyi çalışmış değil mi, Cahit Bey nasıl çalışmış?” diye sorarmış onlar da “Harika çalışmış” derler hocaya hak verirlermiş. Bazı konser sonlarında öğrencisini tebrik eder, “Yavrucuğum, artık musikinin esrarına yavaş yavaş vakıf oluyorsun” dermiş. Utandı, çok değer verdiği hocasını şu sözlerle anlatıyor: “Musikimize bir ömür adamış, klasik musikimizi yeniden hayatımızın bir parçası kılan ve beş kuşağa dinleten bir müzik adamı… Hem benim hem eşimin hem de İTÜ Devlet Konservatuvarı’nda kızım Merve’nin hocası oldu. Onun öğrencisi olmak büyük şans ve mutluluktur benim için. Bugün musikimizin çok önemli eserlerini doğru icra ediyorsak onun sayesindedir. Bir sanatçının duruşunun nasıl olması gerektiğini bize o öğretti. Hemen hemen haftada bir onunla baba-oğul gibi konuşur, dertleşiriz ve hayır dualarını alırım. Allah uzun ömür versin hocamıza ve hala musiki için çalışan, takdir edilecek bir kişilik.”

Değerli hocası Nevzat Atlığ ile.

Musiki meşk ile zihinlere nakşedilir

Meşk kelime itibari ile “taklit etmek” demektir. Önceleri hat sanatı için kullanılan bu terim zamanla musiki için kullanılmaya başlanmış. Çünkü musiki meşkinde yine yine taklit esasına dayalı bir eğitim dönemi vardır. “Musikimizin gerçekten zor bi yolculuğu var” diyen Utandı, öğrencilerine büyük bir titizlikle verdiği meşk derslerini şöyle anlatıyor: “Musikimiz bir perde müziğidir. Hoca talebe münasebeti çok önemlidir. Geçilecek eserin güftesi talebeye yazdırılır. Usulü bellidir. Ben önce öğrencilerime eseri sağlam bir eşlik sazıyla okuyorum. Adete bir konser icrası titizliğinde. Amaç, eserin öğrencinin hafızasına eksiksiz biçimde meşk edilmesidir. Eser, sonra öğrenciye tekrar ettirilir. Bölüm bölüm, toplu olarak usulünü vurdurarak okuturum. O makam ve geçkiler hakkında bilgi verip güftenin açıklamasını, ne demek istediğini anlatıp daha sonra eseri bir kez daha okutuyorum. Bunlar sonrasında eserleri öğrenmek, sindirmek öğrencilere kalıyor.”

İYİ SAZENDELER YETİŞİYOR

Bugün ders verdiği gençleri gördükçe musikimiz hakkında asla karamsar düşüncelere kapılmadığını söyleyen Utandı, “İnanın her kuşaktan iyi sazendeler yetişiyor. Çok ilgililer. Hem bugün dijital imkanlar çok daha fazla. Her şeye çok çabuk ulaşabiliyorsunuz. Ben hiçbir zaman bir kuşak sıkıntısı çekmiyorum. Onları sevgi ve şefkatle kucaklıyorum” diyor. Ancak diğer bir yandan Türk musikisinin benimsenmesi ve özümsenmesi zor bir müzik olduğunu da kabul ediyor ve ekliyor: “Dünyadaki bütün klasik müzikler zor. Öğrencilere muhabbetle, sevgiyle yaklaşmak gerekiyor. Çok da sabırlı olmak gerekiyor. Hani kulağı ezan okumak tabiri vardır ya aynı şekilde satır satır… Ben derslerimi ayakta işlerim ve kulaklarına iyice nakş ettiririm.” Zaman zaman kendisine “Gençlere ne tavsiye edersiniz?” sorusunun yönetildiğini söyleyen Utandı, bu soruda gençlerin tarafını tutuyor ve “Maalesef 20 yılı aşkın süredir konservatuvarlardan mezun nice kıymetli gençler istihdam edilememektedir. Bu gençler sanattan başka işler yaparak hayatlarını sürdürüyorlar. Onlar bu şartlarda iken onlara ne tavsiye edebilirim ki?” açıklamasını yapıyor.

Harbiye Askeri Müzesi’nde Türk Hekimleri Birliği’nin bir konseri Prof. Dr. Ali Rıza Kural, Prof. Dr. Alaeddin Yavaşça, Prof. Dr. Nevzat Atlığ, Meral Uğurlu ve Serap Mutlu Akbulut.

MEŞHUR DEĞİL SANATÇI OLMAK İÇİN GAYRET EDİLMELİ

“Sanatçı belirli dönemlerden geçer, arayışlar içerisinde olur. Olgunluk döneminde ise temel ilkeler edinmeli ve belirli bir duruş sergilemelidir. Meşhur olmaktan çok sanatçı olmanın gayreti içerisinde olmalıdır” diyor Utandı. Ayrıca bir icracı için refakat eden sazların öneminden bahsediyor. İyi icracının bir eseri yorumlaması için sazını yenmiş üstad mertebesinde sazlarla çalışması gerekir. Sadece eşlik etmek refakat etmeyi karşılamaz. Utandı, kendisini bu anlamda da şanslı gördüğünü dile getiriyor: “Sazlarla eski tabirle refik olmak, yani musiki zevkinizin ortak ve bir işbirliği içerisinde olması gerekir. Ben bu refik halini en çok ‘Klasik Beşli’ diye adlandırılan ve uzun yıllar beraber çalıştığım arkadaşlarımla yaşadım. Udi Samim Karaca, Neyzen Aziz Şenol Filiz, Tanburi Birol Yayla, Kanuni Taner Sayacıoğlu, Kemençe sanatçısı Lütfiye Özer gibi. Her biri Türkiyemizin en önemli sanatçılarındandır hala birlikteyiz. CD’lerimin konserlerimin değişmez üstadlarıdır.”

Muhsin Ertuğrul Tiyatrosu’nda ilk konser ve ilk solo.
1977 yılında üniversite öğrencisi köy arkadaşları ile.

FAHRETTİN ASLAN’DAN TEKLİF GELDİ

Musiki ile ilgilenmeye başladığı ilk yıllarda bir miktar maddi sıkıntılar yaşandığını dile getiriyor Utandı. Oysa sesi ve icrası ile hem gazinoların hem de yapımcıların dikkatini çekmeye başlamış. Hatta “Hicâbîzâdeler”den gelen “Utandı” soyadını değiştir, kendine bir sahne adı bul diyenler olmuş. Zamanın “Gazinocular Kralı” olarak bilinen Fahrettin Aslan da Utandı’yı fark eden isimler arasındaymış. Tam teklif vermeye niyetlenirken Nevzat Atlığ, Fahrettin Aslan’a kadar giderek, “Bu çocuk musikide kalsın” demiş ve almasına izin vermemiş. “Böyle adanmış, güçlü ve karakter sahibi bir hocanız varsa başka türlü davranma şansınız yoktur” diyor Utandı. Ancak zaman zaman kendisine uygun yerlerde, Ramazan konserleri gibi ağırbaşlı işlerde yine oturaklı usta müzisyenlerle çalışmış. “Hocamın haberi yoktu. Belki de biliyor ama göz yumuyordu. Ne yapalım? Hayatı devam ettirmek durumundasınız. E o zaman bu kadar çok iş olmuyordu. Medyanın öne çıkardığı üç beş isim vardı. Onların da gazino hayatı vardı. Şimdi belediyelerimizde olsun, salonlarımızda olsun, çok güzel projeler, çok güzel konserler oluyor” diyerek anlatıyor icracılıktaki bu değişimi.

Prof. Dr. Ayhan Songar’ın objektifinden.


#Musiki
#Münip Utandı
#Nevzat Atlığ
1 yıl önce