|

Pazarları kurtarmak için cumartesileri övelim

Pazarların sıkıntılı olduğu düşüncesinden nasıl kurtuluruz? Yazar Kürşat Çelik’in önerisi şöyle: “Cumartesi, bitmeyen bir bayram günüdür dolayısıyla o büyük neşesiyle ilk iş günü sendromunu da yerle bir eder. Bakın aslında bu da iyi bir fikir, bir pazar gününü sıkıntı olmaktan kurtarmak için cumartesi övgüsü yapabiliriz.”

Merve Akbaş
04:00 - 17/03/2024 Pazar
Güncelleme: 06:41 - 17/03/2024 Pazar
Yeni Şafak
Kürşat Çelik
Kürşat Çelik

Fyodor Mihayloviç Dostoyevski, Bir Yazarın Günlüğü’nde şöyle soruyor: “Söyler misiniz, Petersburg’un pazarları neden ‘normal günlerden’ daha hüzün verir insana?” Herhâlde soruya hiçbirimizin cevabı yok. Ancak konunun sadece Petersburg’la alakalı olmadığını söyleyebiliriz. Peki, gerçekten pazarlarımız daha sakin, daha hüzünlü, daha kendi hâlinde mi? Bu hafta pazarların dedikodusunu yazar Kürşat Çelik’le yapıyoruz. Çelik, klasik bir pazarını şu cümlelerle anlatıyor: “Başarabilirsem 11’e kadar uyurum ama genelde pek beceremiyorum. Uyandıktan sonra balkon kapısından birkaç dakika sokağı izlerim, aşağı yukarı otuz yıldır gördüğüm sokağı. Şöyle bir komşuları, hatıraları yoklarım. Her şey ve herkes neredeyse aynı. Sonra amaan, deyip elim cebimde odaları dolaşırım sanki yeni bir şey varmış gibi. Üzerime bir şeyler giyip beş litrelik on beş yirmi bidonu toplayıp çeşmeye giderim, Kayışdağı suyu almaya. Onlarca yıldır dağımızın altından fışkıran bu su, beni hep gönendirmiştir. Günün her saatinde sıra olan birkaç çeşmeyi yokladıktan sonra Yeniçamlıca’daki caminin çeşmesine giderim. Tanıdık birileriyle karşılaşma korkusuyla. Bidonlar dolarken onlarca kez yaptığım gibi küçükken babamla dağ çeşmesine gidişimizi, o kadar yolu el arabasıyla nasıl aştığımızı, her seferinde kuyrukta çıkan o aynı kavgaları, yeni belediyeye geçince mahalleye tankerle su getirilmesini, tanker sırasında da yine çıkan o kavgaları düşünürüm. Sonra fırından bir ekmek alır ve eşimle birkaç saat süren o artık klasikleşen kahvaltımızı yaparım. Kahvaltıdan sonra ise hafta içi müzayedelerden aldığım kitap, efemera veya objeleri düzenleyip kütüphaneye yerleştiririm.”


Cumartesi bitmeyen bir bayram günü

Peki acaba Çelik’in pazarları daha az sıkıcı yapmak için bir önerisi var mı? Şöyle diyor Çelik; “Bunun en iyi yolu, pazar gününü takvimden silmek, cumartesiden direkt pazartesiye atlamak yani. Haftanın altı güne düşürülmesi. Burada okuyan arkadaşlar, pazartesiden önce gelen cumartesi de aynı sıkkınlığa bürünür diye düşünecektir ama yanılacaklar. Cumartesi, bitmeyen bir bayram günüdür dolayısıyla o büyük neşesiyle ilk iş günü sendromunu da yerle bir eder. Bakın aslında bu da iyi bir fikir, bir pazar gününü sıkıntı olmaktan kurtarmak için cumartesi övgüsü yapabiliriz. Cumartesinin güzelliğini anlatırken salıya bile ulaşabiliriz. Hiçbir şey yapamıyorsak odun kırıp kömür poşetleyebiliriz.”


AĞIR ROMAN’DAN ABUZER KADAYIF’A

Sırada kültür, sanat var… Pazarları izlenecek film sorduğumuzda Çelik öncelikle Ağır Roman’ı hatırlatıyor: “Galiba, Ağır Roman. Hadi biraz aforizma ‘kasalım.’ Akşam vakti lambaların çok da aydınlatmadığı sokaklardan geçerken delikanlılığın ayaklar altına alındığı arkadan saplanmış hain bir sustalı yarasıdır pazar günleri. Böyle deyince aklıma Abuzer Kadayıf geldi. Hocanın hamile eşi tinerciler tarafından dilenme bahanesiyle bir alt geçitte bıçaklanıyordu. Bu bahaneyle Abuzer’i de izleyebiliriz.”


CEVABIM HEP ORHAN PAMUK

Sıradaki soru: Pazar günleri için ayrı bir okuma ritüeliniz var mıdır? Çelik Orhan Pamuk’a olan ilgisinden bahsederek şunları anlatıyor: “Bana herhangi bir şeyle veya zamanla ilgili bir kitap sorulduğunda cevabım hep aynı yere çıkar: Orhan Pamuk. Füsunların evinden çalınan bir tuzluk veya oynar başlı köpek biblosu gibi, var mı yok mu belli olmayan Rüya’yı arayan Galip gibi, suları çekilmiş İstanbul Boğazı gibi bir gün çünkü pazarları. Gazeteciyim ayağıyla Kars’ın sokaklarını, otellerini, kahvelerini üç yıl boyunca arşınlayan Pamuk’a bir gün yine bir kahvede notlar alırken gediklilerden biri: ‘Ne habermiş arkadaş, bu kadar zamanda ben roman yazardım.’ demiş. Böyle bir yalan işte pazar günü.


BİRBİRİNDEN ALAKASIZ ŞARKILAR DİNLEYECEĞİM GÜN

Peki ya bugün görüşmek istediklerimiz var mıdı? Çelik şöyle anlatıyor: “Görüşmem gereken kimseler varsa onları pazara toplamaya çalışırım, cumartesiyi serbestleştirmek için. Benim bayramım çünkü, yürüyüp düşüneceğim, son ses birbiriyle alakasız şarkılar dinleyeceğim bir gün. Cumartesileri görüp duyarım, anlarım ya da anlamaya çalışırım. Beş altı semti meçedip yorarım kendimi. Yaşıyorsun ha Kürşat, derim. Yaşamak bazen güzel ha, derim. Bir yığındır yauv pazarları.” Çelik’in pazar günleri favori mekânı uzun yıllar iş yeri olmuş. Çalışmadığı zamanlar ise İstiklal. Gerisini ondan dinleyelim: “Eşimle konuşmaya başladığımız günlerde ise Kuzguncuk. Şimdilerde ev. Eşimle Kuzguncuk kahvaltıları ya da Cafe 2’nin nefis pizzaları favorim bir de İstiklal’in haftalık iznini değerlendirmeye çıkan çarşı iznindeki asker kalabalıklarına benzeyen insan yığınlarının arası.”


PAZARLAR ÇALIŞARAK GEÇER

Çelik uzun yıllardan bu yana Pazar günleri çalışmayı tercih ediyormuş. Hatta pazarların varlığına ancak böyle katlanılır diyor. Cevabı ondan dinleyelim: “Bu belki sanat adına çalışmanın niyetlendiği bir soru ama ben yaklaşık yedi sene pazar günlerine mesai yazdırıp çalışmayı tercih ettim. Pazarın varlığına ancak parayla katlanılabilir diye düşünüyorum. Eminönü balık ekmek meydanlarının kalabalığı var çünkü pazarlarda. Yağ, kir, toz, çamur içinde beden gücüyle çalışarak geçirilmiş altı günün dinlenme, çocukları hanımı eğleme, suyu (Boğaz’ı) görme niyetiyle otobüslere, vapurlara doluşulmuş kılçığı doğru düzgün ayıklanmamış sahte turşu sularının balık kokusunun ter ve nefesin en çok da seslerin birbirine karıştığı bir gün çünkü. Küçümsediğim için değil, üç kuruşla geçinmeye çalışan büyük şehrin dişleri arasında ezilen insanların üzüntüsü beni çok sinirlendirdiği için. Çalışırım ve tüm bunlar görmediğim için bir nostalji gibi kalır kafamda.”


BAYRAMLARI KAÇIRMAYIP, CUMAYA ARADA GİDEN BİRİ

Geldik son soruya, “Pazar günü insan olsaydı nasıl biri olurdu?” İşte Çelik’in cevabı: “Yemeği döke saça yiyip ağzını şapırdatan, ince sesli, konuştu mu hiç kimsenin dinlemediği, yaklaştığı görülünce kaçılan, dokundu mu dağıtan, az yıkanıp hep kirli kalan, bir işte dikiş tutturamamış, parayla hep sorunlu bir ilişkisi olmuş, ilerleyen yaşına rağmen bu işi ben yapabilirim diyemeyen, uzun boylu, zayıf, avurtları çökük, kirli sakallı, her kış dirsekleri ve sırtı yıpranmış aynı deri montu giyen, dişleri sarı, üstü hep sigara kokan, her kahvede yancı, ailesi var mı yok mu belli olmayan, sanki hiçbir zaman kundaklanıp emekleyen bir bebek olmamış da hep bu yaşlarındaymış gibi olan, bayramları kaçırmayıp cumalara ayda yılda bir giden, herkesi tanıyıp kimsenin tanımıyormuş gibi yaptığı bir insan olabilirdi galiba.”


#Kürşat Çelik
#pazar
#cumartesi
#yazar
1 ay önce